EMPERYALİZM’İN TEFRİKA İLLETİ, BİR FRENK İLLETİDİR!? (III)
Sevgili okurlar.
Kültürümüze mal olmuş tarihi ve edebi bir slogan var;
“Ecel gelmiş cihane, baş ağrısı bahane”
Yıllardan beri yazıp çiziyoruz.
Bu köşede ülkemizin milli menfaatleri doğrultusunda,
demokratik hukuk ilkeleri çerçevesinde, hukukun ve hukuk ilkelerine bağlı kalma
düsturuyla yola çıkarak, tarihi gerçeklerimizi bir bir gün yüzüne çıkarmayı ve
kamuoyunu aydınlatmayı, bir medya kuruluşu olarak kendimize şeref borcu telakki
etmişiz ve böyle de devam edecektir.
Ama bu bir gerçektir ki Türkiye dahil olmak üzere İslam
coğrafyası denilen Ortadoğu’nun kaderi ne yazık ki çok karanlık görünüyor.
Başta Emperyalist haçlılar olsun, Siyonistler olsun, Rus
emperyalizmi olsun, her ne olursa olsun, bu İslam coğrafyasını entrikalı
oyunlarla bölük pörçük ederek rahat yutulacak bir lokma haline getirme
girişiminde oldukları aşikârdır.
Ama ne yazık ki ümmet olarak bilinen bu İslam
coğrafyasındaki insanların kılı bile kıpırdamıyor, birleşemiyorlar, ittifak
edemiyorlar, cihat ruhundan fersah fersah uzak kalıyorlar.
Bu nedenle diyoruz ki; “Ecel gelmiş cihane, baş ağrısı
bahane”
Yani Kurtla Kuzu meselesi…
“İlla ki seni yiyeceğim, yutacağım” düşüncesine sahip
olan Kurt, elbette ki bahanesi olacak.
Ki bahanesi de; “üzerime gelen suyu bulandırıyorsun…”
Tıpkı Rusya’nın bugün sınırlarımızı aşarak DAEŞ
bahanesiyle Suriye’deki muhalif Müslümanları vurması gibi.
* * *
Ne yazık ki;
Ümmet-i İslamiye’nin (İslam ümmetinin) üzerine
emperyalizmin entrikalı oyunlarının kirlenme şalı çekilmiştir.
İslam’ın tarihi gerçekleri adeta tahrif edilmiştır.
Aldatıcı sanat oyunlarıyla halk kandırılmış, dininden,
inancından, Kur’anından bölük bölük, fersah fersah uzaklaştırmaya çalışılmıştır.
Böylece tabiri caizse ölü toprağı üzerine serilmiş gibi
görünen çaresiz bir İslam dünyası yaratılmıştır…
Ümmetin geçmişine yönelik kahramanlıklarına kirli örtüler
çekilmiş.
Haçlı emperyalist ve Siyonist Yahudiler ile jön Türkler,
bugünkü deyimle Ergenekon ittifakı içerisinde İslam’a ve inanan devlet
büyüklerine çamur atılmış, daima “Kurt dumanlı havayı sever” misaliyle toplumu
gah terörle, gah bölücülükle, gah hizipçilikle, gah bölgecilikle, gah ırkı
taassup ile ayırma sanat becerisiyle hep hedeflerine almışlardır.
Bunun en bariz örneği; Osmanlının son dönemlerindeki
İttihat Terakki Hükümetinin gizli haçlı emperyalist ile Siyonist Yahudi ve
ırkçı jön Türk ile Ermeni Boğos Nubar’larla kirli ittifak içerisine girerek, 33
sene gibi uzun bir süreç Memalik-i İslamiye’yi yöneten, hem Saltanat, hem
Hilafet görevini omuzlarına alan Sultan Abdülhamid’i değişik kirli tezgâhlarla
tahttan indirilmesidir.
Osmanlı, çok kısa bir süreç içerisinde I. Dünya Savaşına
sokulmuş ve sonrasında bölge coğrafyasında Ermeni hadisesi çıkarılmıştır.
Hemen akabinde de ne tesadüf ki İngilizler, elini kolunu
sallayıp Çanakkale boğazından geçmek suretiyle İstanbul’u işgal
edebilmişlerdir.
Daha sonra görünümde Kurtuluş Savaşı mücadelesi verilmiş
ve gösterilen başarılar, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri ile milletin sivil
kesimleriyle işbirliği yaparak, zafer ilan edilmiş ise de yani bu olay
1918’lerle 1923 arasındaki geçen zaman dilimine Kurtuluş savaşı mücadelesi
verilmiş..
Ve der akat kurulan bir cumhuriyet.
Ama ne cumhuriyet?
Yani, cumhurun arkasında olmadığı bir cumhuriyet…
Ki kurulur kurulmaz tarihi İsmet İnönü Lozan’a uçuyor..
Ve Lozan’da İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Gürzon ile
'Lozan Barış' Antlaşmasını imzalıyor (!)
Antlaşmanın maddelerinin tümü Türkiye’yi yani Osmanlıyı
yok etmeye dayalıdır.
Hilafet-i İslamiye’nin ortadan kaldırılmasıyla ilgiliydi.
Ve hezimetin ta kendisi iken buna ne hazindir ki
"zafer" adı verildi..
Daha sonra ne gariptir ki tüm İtilaf devletlerinin I.
Dünya Savaşından önce ve sonra yapamadıklarını, cumhuriyetin kuruluşundan sonra
milletin aleyhine bir bir gerçekleştirildi..
Oluk oluk masum insanların kanı döküldü.
Yüz binlerce masum din adamı veyahut İslamiyet’e bağlı
aileler ya kökten yok edildi yada sürgün edildi.
Rivayetlere göre I. Dünya Savaşında veremediğimiz şehit
miktarı, cumhuriyetten sonra devletle halk arasında yapılan kavgada verilmiş..
Tıpkı bugünkü Rusya Aslanının Esed’in (!) kendi halkına
yaptığı gibi.
Nusayri Esed’in yaptığı bu iğrenç ve ahlaksızlığa rağmen,
savaşlar bittikten sonra ya Moskova’da ya da Şam’ın ortasında heykeli dikilecek
ve kahraman ilan edilecek, düşüncesindeyiz.
Tıpkı İngilizlerin himayesinde çalışan bazı
cumhuriyetçiler gibi.
Buna da İslam coğrafyasının makûs kaderi mi diyelim?
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Dünkü sohbetimizin ana çizgisinde; Sultan Abdülhamid tarafından o günün
deyimiyle medrese olarak adlandırılan devlet okullarındaki "eğitim ve
öğretim" biçimine dair mufredatı anlatmıştık.
Yani genç kızlardan öğretmenler yetiştirmek için ayrı bir
okulda yetiştirip, erkek karışımıyla değil başka sınıfa ayırmak şekliydi.
Ve bu değişim, o günün Osmanlı toplumunun beğenisiyle
karşılanmıştı.
Keza aynı paralelde kadınların örtülerinde ince ve içinde
vücut tenleri görünen kumaşın giydirilmesine ve yaptırılmasına yasak
getirilmişti.
Ve halk bu uygulamaları büyük memnuniyetle karşılamıştı.
Hatta bu 7-8 maddeden ibaret olan bildirge, polis
vasıtasıyla tüm kamuoyuna ilan edilmişti.
Aynı zamanda o günkü resmi gazete olarak bilinen Vakit
gazetesi, bunu İstanbul’da tüm kamuoyuna duyurmuştu.
Abdülhamid; kadınla erkeğin güç olarak, fiziksel olarak
eşit olamayacağını, ancak hukukta eşit olabileceğini, bunun Kur’anda
belirtildiğine dair resmen o günün ceridesi denilen gazeteler aracılığıyla
kamuoyunu bilgilendirmişti.
Ne yazık ki bu tarihi bildirge onun sonu oldu..
Madalyonun ters yüzüne bakıldığında Sultan Abdülhamid,
toplumsal ilerlemeye karşı biri olarak tanımlanmış, akıl ve ilmin baş düşmanı
olarak kamuoyuna lanse edilerek, kendisine kumpas organize edildi.
Ve böylece Sultan Abdülhamid alaşağı edildi.
Abdülhamid devleti 33 sene gibi uzun bir süre içerisinde
önemli bir yere taşıdığı halde ne yazık ki devletin bünyesine sızdırılan gizli
ajan, devşirme, Yahudi ve Ermeni ajanların oyunlarından kendini
kurtaramamıştır.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Hiç tartışmasız; devletlerin, ülkelerin yıkılışının baş
müsebbibi mezhepçilik tefrikasıdır.
Ya dil, ya ırk
tefrikasıdır veya da renk (siyah-beyaz) tefrikasıdır.
Ve bu tefrikaların sonucu da vazgeçilmez terör
odaklarının oluşturulmasıdır.
Tıpkı günümüzdeki yaşantı gibi…
Bugünkü Suriye ve Irak’ın hali…
Şii ve Sünni gibi iki mezhebin çatışmasıyla boğuluyor.
Suriye’de ise Nusayri ve Sünni…
Irak’taki Şiiler ile Suriye’deki Nusayrilerin temel
dayanakları başta İran’dır, sonra da Marksist, Leninist bir Rus rejimidir.
İslam tarihi boyunca, özellikle Osmanlının son
dönemlerinde, ülkenin içinden oluşan değişik fırkalar ve bölünmelerin başını
çeken Dürzi, Nusayri, İsmailiyeci, Kadıyancı, Bahaiyeci gibi İslam dininin
içinden çıkıp İslam’a büyük düşmanlık besleyen hain unsurların oluşmasıdır.
Ki kocaman Ortadoğu’yu kana buladılar.
Ve Türkiye’ye de gizliden gizliye sızdırılan jön
Türkçülükten tutun da, günümüzdeki jön Kürtçülüğe kadar…
Ergenekon’undan tutun da Alevi’sine kadar…
Hepsi, İslam’la tanışan bir milletin bünyesinden çıka
gelen fesat ve bozguncu unsurlardır.
Bunların en tehlikelileri de Nusayri ve Dürzi
kabileleridir.
İslam’dan yana görünüp, tarih boyunca İslam hükümlerine
karşı zıt olarak çalışmış ve İslam’ın düşmanı olan Haçlı, emperyalist
devletlerle işbirliği yapmışlardır.
Nusayrilerin tarih boyunca kanlı karanlık tarihleri, ehli
sünnetle hep çarpışa gelmiştir.
Nusayriler daima zehirli küpe batırılan birer hançer
olmuşlardır ve ümmetin ciğerine saplandırılmıştır.
Her ne kadar şeklen Müslüman olarak kendilerine görüntü
veriyorlar ise de ne yazık ki tam tersine, İslam’ın baş düşmanı olarak tarihe
geçmişlerdir.
Türkiye’mizin içinde bulunduğu tefrika (bölücülük) hali
ve nerdeyse elli seneden beri gece gündüz terör odaklarıyla çarpışa gelen
devlet, ne yazık ki bir türlü bu yanlış ve fesat unsurları sindirememiştir.
Ve pek de sindirebilme şansı görünmüyor.
Terör odaklarıyla, özellikle PKK, DHKP-C gibi devletin
içinden oluşa gelen ve zaman zaman yan kuruluşlarına resmiyet kazandıran ve
hatta milletin bütçesiyle beslenen bazı yan siyasi oluşumlar, bugün ne yazık ki
açık ve net olarak iktidara hazırlanıyorlar ve devlet büyüklerine hakaretler
yağdırıyorlar.
Ve bunun adına da demokrasi deniliyor.
Bu meseleler, çok derin ve kapsamlıdır.
Ama bundan böyle aralıklı olarak bu önemli konuları özetlemek
suretiyle sizinle paylaşmayı kendimize borç telakki ediyoruz.
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı cumalar.