EY ÂLEM-İ İSLAM, NEREDEN YÜRÜYORSUN?! (III)

 

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten, millet olarak, ülke olarak, halk olarak, yaramız çok derin.

Bu yarayı deştikçe azıyor, azgınlaşıyor, tabir yerindeyse oldukça kuduruyor.

İşte bu yarayı deşen ve azgınlaştıran temel unsur da terördür.

Bundan daha tehlike ve azgınlaşmış olması da terörle başa çıkılamama olgusudur.

Gerçekten, halk, özellikle Diyarbakır halkı, Güneydoğu Anadolu insanı, eski Osmanlı tabiriyle Kürdistan’daki olup bitenler, Kürt halkını çok tedirgin ediyor, rahatsız ediyor, üzüyor, huzursuz ediyor.

Kesinlikle hedef Kürtleri savunma hedefi değildir.

Hiçbir zaman bir Kürt bu memlekette esir değildir, tarih boyunca da esir olmamıştır.

Osmanlı döneminde dahi kahramanca I. Dünya Savaşında dahi hep ordularımızın ön saflarında yer almış kahraman Hüseyin Amcalar, Hasan Dayılar, İsa, Musa, İsmail ağabeyler, ila-i kelimetullah uğruna, tevhit inancı doğrultusunda Türklerle omuz omuza vererek, haçlılarla, emperyalist küfür dünyasıyla savaşmıştır…

Bunlar, aba ve ecdatlarımızdır.

***

Bugünkü Kürtlere seslenmek gerekiyorsa ki gerekiyor.

Böyle diyelim.

“Ey Müslüman Kürt kardeşlerimiz!

Nerdesiniz, nelerle karşılaşmaktasınız?

Bundan yüz sene evvel haçlı, emperyalist keferelerle savaşarak Türklerle omuz omuza vererek kahramanca savaşan o kahraman ecdatların torunlarısınız.

O ecdatlar ölümü her şeyden evvel göz önünde tutmuşlar ve “el mevtu yevmu nevrozina” (Ölüm bizim nevroz bayramımızdır) demişler, korkmamışlar.

Bu mübarek topraklar üzerinden haçlı emperyalistleri kovmuşlardır.

Ama hedef hiç kimsenin veyahut şahısların, başka milletlerin ve yanlış toprakların uğruna değil, ancak Kur’anın yüce ayetlerinin direktif ve emri doğrultusunda cihat ruhuyla çarpışa gelen o ecdatların torunları olarak biz Kürtler bugün ne yapıyoruz?

Kendi kendimize gerçekten çekidüzen vererek önümüzü görmemiz lazım, omuz omuza vererek çok derin düşünmemiz gerekir.

Yağmalanıyoruz, farkında değiliz.

Perişan oluyoruz, farkında değiliz.

Aile birimlerimiz darmadağın, farkında değiliz.

Sur ilçesi olan eski Diyarbakır’ın, nerdeyse altı üstüne gelmiş durumda.

Hendekler kazılıyor, kimin adına?

O eski Diyarbakır evlerinin altında neler saklıdır ve kim bunları kazdırıyor?

Düşünmüyoruz veya düşünmek istemiyor duruma girmişiz.

Eğer devlet operasyon yapıyorsa, eğer devlet kötü niyetle o ilçelere operasyon yapıyorsa, bugün değil, hendekler olmadan evvel de yapabilirdi.

Eğer devlet camiye kurşun sıkıyorsa, bu bahane değil, başka bahanelerle camiye kurşun sıkabilirdi.

Ama heyhat!

Hiç de öyle değil.

İftiradır, yalandır, aldatmacadır, hedef şaşırtma planlarıdır.

Bu da dışarıdan kumanda edilen birer ajan, piyon ve köle durumunda olan bazı siyasi oluşumlarıdır.

Ehliyetli insanlar, ne yazık ki bugünkü Türkiye’deki yaşanmakta olan siyaset platformlarının varlığını, hiç de milli olarak görmüyor.

Eğer milli olarak görünmüş olsaydı, böylesine masum insanların kanı dökülmezdi.

Eğer milli olmuş olsaydı, her şeyden evvel milli çıkar ve zararları düşünerek, göz önüne alarak yapılacaktı.

Şekli olarak görünen odur ki hiçbir siyasi oluşum, özellikle muhalefet, özellikle Güneydoğu ile ilgili sözüm ona kurtarıcı bir oluşumun varlığı, her şeyi ters yüz ediyor ve halka rağmen, kendi halkıyla ters düşüyor ve kendi halkına zarar vermeye devam ediyor.

* * *

Bakınız, dün Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 18. kez muhtarlarla Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde bir araya gelerek, ülkenin ve bölgenin çok acı gerçeklerini bir bir dile getirdi.

Sayın Cumhurbaşkanı gerçekten iyi niyetli…

Ve tabi ki;  gerçekten beliğ ve güçlü natıkaya sahip bir cumhurbaşkanı…

Memleketin ve dünyanın tüm gerçeklerini açık bir dille ifade ediyor…

Ki söylediklerinin hiçbirisi de yanlış değil, hakikatin ta kendisidir.

Tabii bu güzel sözleri söyleyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan rahatsız olanlar da yok değil.

Varlar.

Ama onların hedefledikleri siyaset, kesinlikle Türkiye insanı adına yapılması gereken bir siyaset değil…

Kişisel ranttır…

Kendi partilerinin batıl ideolojilerine yönelik kin, haset ve nefreti bünyelerine taşımaktır.

***

Bakınız, Cumhurbaşkanı dünkü konuşmasında ne diyor;

“Biz bin yıldır bu topraklarda yaşamanın bedelini kesintisiz şekilde ödemiş bir milletiz.

Bugün oynanan oyunların gerisinde bu coğrafyadaki bin yıllık hesaplaşmanın yattığını çok iyi biliyoruz.

Fakat ne yapsalar boş.

Özellikle son iki yüz yıldır yaşadığımız tüm acılara, maruz kaldığımız tüm haksızlıklara, kayıplara rağmen işte hala dimdik ayaktayız, evelallah ayakta durmaya devam edeceğiz.

Kürt kardeşlerimin adını istismar ederek, bu ülkeye ve bu millete husumet besleyen kim varsa onun eteğinin altına girmenin adı siyaset değil ihanettir, ihanettir…"

Erdoğan devamla konuşmasını şöyle sürdürdü.

“En başta da Kürt kardeşlerime ihanettir. Çünkü onlar bu ülkenin ve bu milletin ayrılmaz birer parçasıdır. Türkiye'nin gördüğü her zarar, Kürt kardeşlerimin de zararıdır. Türkiye'nin ileriye attığı her adımın kazanımı, Kürt kardeşlerimin de kazanımıdır. Bu gerçeğe rağmen Türkiye'nin tüm kazanımlarına, tüm değerlerine, tüm imkânlarına saldırmanın adı 5. kol faaliyetidir. Siyasetin imkânlarını, siyaseti imha etmek için, daha önemlisi kendi ülkesine saldırmak için kullananlara karşı çok daha kararlı bir duruş sergilemenin zamanı gelmiştir”

***

İşte, tüm dünya kamuoyuna haykıran böylesine yürekli bir Cumhurbaşkanımız vardır.

Evet, aynı paralelde bir Başbakanımız da vardır.

Yüzlerini abdest suyuyla yıkayan ve beş vakit namaz kılan, her şeyden evvel ehli salât ve ehli kıble sahibi insanlardır?

Ne mutlu bizlere ki bugün devletimizi onlar yönetiyorlar.

Ama namaza inanmadan, abdest suyundan çok mahrum, hatta daha fazlasıyla boy abdesti bile almayan nice kirli siyaset erbaplarımız vardır.

Bugün değil, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar süre gelen böylesi kirlenmiş siyaset erbaplarıyla karşı karşıya olduğumuzu kimse inkâr edemez.

Bu nedenle gerçekten bugünkü halimiz perişan bir durumdur… Bizi perişan eden hem de her cihetten perişan eden de bu "kirli" anlayıştır.

Yani ekonomiksel olarak, ahlaki olarak, ticari olarak, kültürel olarak, her ne ise her halükarda halimiz perişan ve bu perişaniyeti bize yaşatan da bu kirli siyasettir…

İpte oynayan cambazca bir siyaset.

Bu siyaset, Türkiye için, ister Türkler olsun, ister Kürtler olsun, hiçbirisi ülke insanları için çalışanlardan değildir.

Ancak birer piyon ajan olarak yüz yıldan beri devam ede gelen kirli bir siyasettir.

Ve bu kirli siyaset, Osmanlı'yı yok etti…

Osmanlının son döneminde devletin temeline sızdırılmış ajanlar, dış mihraklarla işbirliği yaparak nasıl devleti yıkabilmek için ittifak kurdular ki, bunların başını çeken ittihat terakki cemiyeti ve onların uzantılarıydı…

İşte bugün aynı şekilde siyasetimizin hatta meclisimizin içine girip, devletin, milletin alın terinden oluşan bir bütçeyle beslenen nice o günün uzantıları olan hıyanet erbapları vardır ki bunlar da yeniden Türkiye’yi kaosa sokup yeni ağabeylerine, peşkeş ettirme çabası içerisindedirler.

***

Burada yazımızı sonlandırırken, yine Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin “Münazarat” isimli kitabından Kürtlerle ilgili verdiği mülakattaki yazının bir bölümünü sizinle paylaşmak istiyoruz.

Üstat diyor ki;

“İnkılab-ı siyasi cihetiyle dininden havf eden adam (dinden korkan adam), dindeki hissesi, payı beytül ankebut gibi, örümcek ağı gibi zayıf düşmüş bir cehalettir.

O cehalet onu korkutur, taklitçiliktir, o taklitçilik onu telaşa düşürür.

Zira kendi nefsine güvenmeme şekli ve acizliğin vücudu cihetiyle saadetini, mutluluğunu yalnız hükümetin, devletin cebinden tahsil etme düşüncesindedir.

Bu biçimde kalbini, aklını da hükümetin kesesinden tahayyül eder, onun için korkar.

Yani böylesine siyaset erbaplarının bir yere gelip devleti yağmalama, kişisel rant ve gelecek temini içindir, halk için değildir”

Üstatta, “Meşrutiyeti" savunma şeklinden dolayı şöyle bir soru soruluyor;

“Fikirleri karıştıran ve meşrutiyeti ön plana alıp takdir etmeyen kimlerdir?

Yani gerçek manada "toplumun temel özgürlüğünü, hukukun üstünlüğünü, düşünce ve inanç özgürlüğüne inanmayanlar kimlerdir?”

Üstat şöyle cevap veriyor?

“Cehalet ağalarının inatçı efendilerinin, garazkâr beylerinin, intikam paşalarının, taklitçi hazretlerinin, misyoakıl gevezelerinin, taht-ı riyasetinde, onların riyaseti altında, insan milletinde menba-ı saadetimiz olan (saadet ve mutluluk kaynağımız olan) meşvereti (danışma şekli) inciten, karıştıran, altını üstüne getiren bir cemiyettir.

Ki bu da ittihat ve terakki cemiyetiyle birleşen ırkçı, şovenist jon Türklerle, mason işbirliğidir.

Böyle bir cemiyetin varlığı içindeki anlayışlar, öylesine anlayışlardır ki kendi menfaatlerini simgeleyen, kendi şahsi rant ve menfaati durumunda olan bir kuruş, zararını toplumun ve milletin bin lira menfaatine değiştirmezler.

Ve bir dirhem rantını toplumun bin lira menfaatine tercih ediyorlar.

Yani gerektiği an kişisel rant ve menfaatini temin etmek için, milletin yüksek servetini dahi kendi alçak bir dirhem menfaatine bir çırpıda feda etmeye hazırdırlar.

Hem de böylesine insanlardır ki bunlar, menfaatini insanların zararında görenlerdir.

Hem de muvazenesiz, ölçüsüz, muhakemesiz olarak, düşünmeden toplumun hayrına değil, kesinlikle attıkları her adımı toplumun zararına atıyorlar.

Onlardaki bu sayılan cehalet ağalarının, inat efendilerinin, garaz beylerinin, intikamcı paşalarının, taklitçi hazretlerinin, misyo gevezeliğinin riyaseti altında yapılan her şeyleri kişisel garez ve ideolojilerine feda ediyorlar.

Toplum için değil, kendileri ve ideolojileri için çalışıyorlar.

Mağrurane milletine ruhunu feda etmek davasında bulunuyorlar ise de hiç de böyle şey yoktur, yalandır..

Ellerine ne geçerse, her şeyi mutlak bir istibdada çevirirler ve kör ırkçılık taassubuna milletin her şeyini feda ediyorlar”

Tıpkı bugünkü bazı siyasilerimiz gibi.

Bazı bürokratlarımız gibi.

Bazı yazarçizerlerimiz gibi.

Hele hele bazı kanaat önderleri ve sözde STK temsilcilerimiz gibi…

Devamı yarın.

En derin saygı ve sevgilerimle.