FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLER SİLSİLESİNE BİR HALKA DAHA EKLENDİ!

 


Evet, sevgili okurlar.

Türkiye’nin özellikle bu bölgenin, Güneydoğu Anadolu Coğrafyasının üzerine çok kirli oyunlar oynandığından hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Bu oyunlar bugüne münhasır değil, yüzyıl öncesinden başlaya gelmiştir..

Özellikle 1914’te…

I. Dünya Savaşı, daha sonra 1915’lerde Ermeni Hadisesi, ondan sonra 1918’lerde Mondros Antlaşması ve Milli Mücadele Savaşındaki Türkiye’ye verilen zafer madalyası, yani Kurtuluş Savaşı(!)…

Eğri oturup, doğru konuşalım.

Bu kurtuluş, ne biçim bir kurtuluşmuş?

O da ayrı mesele.

Oysaki bize göre hiç de kurtuluş sayılmıyor.

Tarih boyunca 7 düvele meydan okuyan bir büyük İslam devleti olan Osmanlının varlığı söz konusuydu.

Onu sıfıra indirmek için kurulan tezgahlar ve batı emperyalizminin üzerine ittifak ettiği olay; Osmanlının yıkılışı ve Hilafet-i İslamiyenin dağılışı idi.

Ne yazık ki bu proje adım adım, milimi milimine ta günümüze dek o uzantılar içerisinde devam ede gelmiş ve her hedeflediği strateji de emperyalizm lehine gerçekleştirilmiş kirli projeler silsilesidir!.

Her zaman burada ifade ettiğim gibi bu işler yapılırken, tabi kendi kendine gelişmemektedir.

***

Düşünün…

İngilizler tek bir kurşun atmadan, elini kolunu sallayarak, 1917-1918’lerde gelip İstanbul’u istila ederek oturmadı mı?

Oturdu…

Daha sonra onların gölgesinde yapılan Milli Mücadele savaşıyla küçülen Türkiye!…

Coğrafik anlamda toprak kaybedilmesine rağmen, adına "kurtuluş savaşı" denildi..

Ve bu ismi veren de yine İngilizler.

Halbuki saltanat gitmiş…

Hilafet alaşağı edilmiş…

Ülke Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun ermeni lobisi paralelinde bölünme noktasına getirilmişti.

Ve bilahere kurulan cumhuriyet…

Lozan’da yapılan muâhedenin (Sözleşmenin) adına da Lozan Zaferi adı konuldu…

Ki o muâhede de sıralanan maddeler tamamıyla İngilizlerin koymuş olduğu maddelerdir..

İsmet İnönü altına imza atmış ve tüm Cumhuriyetçi heyet-i mecmuasına da ittifakla kabul ettirilmiştir.

Türkiye’nin 1924’ten başlayarak, başta çeşitli faili meçhul cinayetler olmak üzere tüm kirlenmelerin başlangıcı böylece startını almıştır..

Yani bugünkü hal-i vaziyet o güne dayanmaktadır.

Zaten Lozan anlaşmasına konulan bir bir maddelerin hali pür melali orta yerdedir…

Türkiye’nin de nereden nereye geldiğini o maddeler kendini ele veriyor.

Eski Türkiye değil, cumhuriyet ilkelerine dayalı bir Türkiye.

Ama ne çare ki hiç de cumhurun arkasında olmadığı bir cumhuriyet.

İngilizlerin keyfiyetine dayalı kurulan bir cumhuriyet.

Neticede o günden bugüne kadar Türkiye’nin iki yakasını bir araya getirememiş olmasının sebeb-i mücibesi budur…

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

1923’ten 1950’ye kadar geçen 28 senelik süreç…

Tamamıyla Cumhuriyet Halk Partinin, Cumhuriyetçilerin ve laikçilerin hegemonyası altında başta dini inanç, akide, ahlak, ekonomi ve okumuş insan potansiyeli oldukça hırpalanmış, dışlanmış, ötekileştirilerek zayıflatılmıştır.

İnançlı insanlar üzerine korkutucu hegemonya kurulmuş, halk benliğinden de, inancından da, ekonomisinden de, ahlakından da, her şeyden ama her şeyden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır.

Ve bu tür hıyanet uygulamaları da itibar görmüştür.

1950’li yıllardan sonra CHP’nin elinden iktidar alınmış.

Milli iradenin tatbiki söz konusu olmuş.

Yine emperyalizme bağlı adeta İngiliz politikasının güdümünde yaşayan bir CHP anlayışı demokrasiyi içine sindirememiştir.

Başta Adnan Menderes ve iki tane bakanını idam etmişlerdir.

Sözü fazla uzatmaya gerek yok.

Başınızı ağrıtmayalım.

Günümüze gelelim.

Gerçekten, Türkiye’nin hali pür melali orta yerdedir.

Son zamanlarda durduk yere kan gövdeyi götürüyor.

Ve hemen hemen hepsi de faili meçhul.

Sistem, o kadar karanlık bir biçimde olayları tersyüz ediyor ki iktidardaki hükümet olsun, muhalefet olsun, tüm parlamentonun varlığı nerdeyse hiç sayılabilecek dereceye gelmiştir.

Devletin önemli kurum ve kurumları nerdeyse çalışmaz durumda.

Ama tüm bunlar bugünkü hükümetin çalışmasına yüklemek de bize göre abesle iştigaldir.

Zira olayların kökenini baştan buraya kadar anlatmaya çalıştık…

Devletin dışa bağımlı derin odakları nerdeyse yine işbaşında.

Görünen terör örgütlerinin hepsi de bu derinin derinliğinden çıkıp palazlanan birer fitne unsurları olarak bilinmelidir.

İster PKK’sı olsun, ister DHKP-C’si olsun, ister KCK’sı olsun, ister DAEŞ’i olsun, ister sözde Hizbullah’ı olsun…

Kısacası hangi terör örgütü olursa olsun, kesinlikle ve kesinlikle hiçbirisi bu ülkemizin, bu coğrafyamızın, bu vatanımızın birlikteliği için çalışmıyor..

Bilakis yıkılması için, gün gittikçe palazlanarak, büyütülerek "tahribatlar" yapılmaktadır.

Olayın en üzücü tarafı da şudur ki; sistem ve sistemin uygulayıcıları terör odaklarını bilerek veya bilmeyerek oldukça büyütüyorlar, palazlandırıyorlar ve onlara nerdeyse kahramanlık ilan edebilecek noktada propaganda yapılıyor.

Özellikle son zamanlardaki PKK’nın kentlerimize bağlı bazı önemli ilçeleri nerdeyse işgal etmiş durumda…

Polisle çatışıyor, polis kahramanca bunlarla çarpışıyor ise de ne yazık ki bir arpa boyu kadar bir türlü ilerleme sağlayamıyor.

Ölen ya polis, ya asker, ya da halk…

Bunlar şehit mertebesi ile anılıyor ise de bu teselli değildir.

Ana baba kuzuları ölüyor?

Nice ocaklar söndürülüyor ve sıra kilit noktada bulunan elit tabakadaki bürokrat veya söz sahibi olan belirli insanlara gelmiş, bu sefer onlar katlediliyor.

Ama kim yaptı?

PKK yaptı.

Kahramanlık(!) onlara isnat ediliyor.

***

Önceki gün kaşla göz arasında Sur ilçesi Balıkçılarbaşı semtinde saat 11.00 sıralarında iki tane polisin şehit düşmesiyle, Baro Başkanı Sayın Tahir Elçi’nin ensesinden vurularak öldürülmesi ve failin o an için yakalanmaması veya infaz edilmemesi gerçekten çok düşündürücüdür.

Düşündürücü olduğu kadar da çok vahimdir.

Olayın oluşum biçimini gösteren görsel medya veya yazılı medya…

Adeta bir muamma, bilinmiyor.

Ticari bir taksi polisin dikkatini çekiyor, polis takip ediyor.

Balıkçılarbaşının oraya kadar geliyor, o noktada duran iki polis böyle bir aracın geldiğini ve durdurulması gerektiğini söylüyor.

Polis, sıradan bir trafik olayıymış gibi davranıyor.

Polis gidiyor, kapıyı açıyor ve açtığı gibi kurşun yiyip yere yığılıyor.

Şimdi hem şoför mahalinde hem de arkadan iki kişi kapıyı açıyor, kaçmayı başarıyor, sokak arasına giriyor.

Sayın Tahir Elçi’nin orada basın toplantısı yaparken, herkese seslenerek diyordu ki;

“Herkes kendine gelsin, kan dökülmesini istemiyoruz, hendekler açılmasın…”

***

1993’te Lice’de meydana gelen Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın ölümüyle ilgili dava hala da faili meçhuldür, failler ortaya çıkmamıştır.

Ve bir hafta gibi uzun bir süreç Lice’ye giriş çıkış yasaklanmış ve orada 16 insan katledilmiştir..

Kimin kurşunuyla ölmüş olduklari hep belirliksizlik içerisinde bırakılmış…

Ve bu davanın yıllardan beri takipçisi olan Avukat Sayın Tahir Elçi….

Davayı kucaklayarak canla-başla yürüttüğü mücadelenin canlı şahitlerinden birisi de benim.

Tüm bu faili meçhul cinayetleri hayat boyunca takip eden hukuk duayeni merhum Sayın Elçi ne yazık ki kaşla göz arasında, Diyarbakır’ın göbeğinde vurularak öldürülüyor?

Ne hazindir ki, hal-i hazırda onu vuran adam da, ensesine saplanan kurşun da, belirsiz!

***

Arabadan inen iki tane teröristin kurşunuyla öldürülmüş olduğunu resmi diller dahi anlatırken, bize göre eğer o üç terörist arabadan inip iki polisi şehit düşürmeleriyle, sokak arasına kaçarak, sağa sola ateş ederek, onların kör kurşunu gidip Tahir Elçi’nin ensesine isabet edip ölümüne sebebiyet vermesi doğrusu biraz akla ziyan gelir.

Gerçekten bu olay çok vahim bir olay olmakla beraber, birleşen Türk soluyla Kürt solunun eline verilen bir malzeme durumuna geldi?

Bize göre son günlerde hareketlenen bu tür faili meçhul cinayetler ve PKK terörünün gelip Diyarbakır’ın bazı semtlerini işgal etmeleri, polisle çatışmaları apayrı bir garabet ve onlara kazandırılan kahramanlık gücü, hem de resmiyetin diliyle nerdeyse polis karşılarında aciz kalmış durumda denilecek kadar?

Bu da olayın apayrı bir vahametidir.

* * *

Evet, bir zamanlar orta yerde durup dururken darbelere teşebbüs ederek meşru hükümeti alaşağı etme hareketi, Ergenekon terör örgütünün varlığı söz konusuydu.

12 bin KCK’lının tutuklanması söz konusuyken, iktidar tarafından bunlar kanuni formüllere uydurularak serbest bırakıldılar.

Bize göre bunlar hiç rahat durmuyorlar.

“Kürdistan’ın dağlarında savaşan savaşçılara selam olsun” diyen Yalçın Küçük’lerin, Tuncay Özkan’ların, Doğu Perinçek’lerin ve emsalleri gibi daha neler neler…

Bunların hepsini serbest bırakırken dahi “bundan sonra mücadelemiz daha derin olacak” dedikleri halde, nerdeyse resmi dil sadece PKK’nın bir noktasına yönelmesi, bize göre yanlışlığın dik alasıdır ve abesle iştigaldir.

Eğer bugün PKK’nın varlığı ve eylemi bölgede son safhaya gelmişse, unutmayalım ki bu PKK gücünün içinde muhalefetin rolü vardır?

Hiç kimse inkâr etmesin.

Medyanın rolü vardır?

KCK’nın rolü vardır ve Silivri’deki tutukluları serbest bırakıp, yeniden siyasete girerek o intikam peşinde olanların rolü vardır.

Kim ne derse desin; tüm bu ittifak içinde olanların arka planında da batı ve Siyonist emperyalizmin parmağı vardır.

Merhum Sayın Tahir Elçi’nin de öldürülme şekli bize göre tesadüfi değildir..

Rasgele bir teröristin kurşunu ise de o teröristin kimliği nedir, ne değildir.

O terörist, ne biçim teröristse onun köküne kadar inilmesi gerekir ve onun kimliğinin derhal açığa verilmesi lazım.

Ortaya konulan iddiaya her ne kadar resmi görüş odaklanıyorsa da emareler dahi bunu gösteriyorsa da buna bi diyeceğimiz yok.

Aylardan beri polise yönelik kumpas kurularak, illaki polisi vurma şekli ve PKK militanlarına teşmil edilmesi de resmiyetin bilgisinin yetersizliğidir.

Bir zamanlar aynı oyunları biz de yaşadık.

Bizim başımızdan da geçti.

Mekânlarımıza saldırıp 8 tane masum vatandaşın ölümü sonucunda PKK gösterildiyse de PKK’nın arkasında çıkan güç, ne yazık ki devletin derin bir gücü oldu.

Tıpkı Diyarbakır Emniyet Müdürü merhum Gaffar Okkan’ın beş koruma polisiyle beraber şehit edilmesi olayı gibi.

Örnekler çoktur.

Bu yazımızı burada sonlandıralım.

İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala, bize göre bu tür olayları herkesten daha iyi biliyor.

Zira bu bölgede uzun bir süre Valilik yapan bir kişidir.

Olayın peşini bırakmayacağız.

Tüm detayıyla beraber bu yazı serimiz devam edecektir.

Şehit düşen iki kahraman polisimize Allah’tan rahmet diler, ailelerine başsağlığı temenni ederken, keza Sayın Tahir Elçi için de Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyor, onu seven baro camiasına ve ailesine başsağlığı diliyoruz.

Yüce Allah onun da her iki polisin de hakkını o katillerden en kısa bir zamanda Allah’ın intikamıyla intikamları alınsın.

En derin saygı ve sevgilerimle.