GÜDÜMLÜ SİYASET, UCU ECNEBİLERİN ELİNDE!?

Hiç kuşkusuz ki öyle… Ki tartışılmaz ve inkar edilemezdir de.. Bugün değil, son yüz yıla baktığımızda, ülke yönetiminde söz sahibi olan ve olmaya aday mevcut siyaset, icra edilen politikaların, bir teki dahi..

Denir ya bilaistisna hiçbiri; milli ve yerli değildir! Olmadığını da, ülkenin yaşadığı hal-i durum açıkça ispat etmektedir…

Çünkü hiçbirinin gayesi, temel hedefi “milli ruha” özgü bir mücadele ortaya koymak değildir…

Dikkat edilirse, dün olduğu gibi bugün bile siyasiler, aldatıcı kavram kargaşasıyla, tabiri caizse ipte oynayan cambaz misali, “güdümlü” bir siyasetin organizasyonu içerisinde bulunuyorlar..

Onun için de “kendi siyasetlerine hayatiyet kazandırmak” adına enva-i hileyi, desiseyi beis görmeden, algı üretici bir edebiyatla sergilemektedirler…

Ki bu siyaset, bir asırdan beridir ülkeye, millete, devletin işleyişine “hayır ve yarar” sağlamadığı gibi; milli birlik ve dirliği de koruyamamıştır!

Zarar vermiştir..

Ülkenin gidişatına ve yarınlarına “halel” getirmiştir..

İstiklali, istikrarı ve istikbali “zaafa” uğratmıştır..

Yıkıcı siyaset, ne hazindir ki bugün bile “dehşetli” bir şekilde kendisine yaşam alanı yaratıyor ve bulmaktadır..

Politikalarının özünde;

Bölünmüşlük var,

Tefrika var,

Dışa bağımlı güdümlülük var,

Milleti,

Devleti,

Bin yıllık tarihinden, kültüründen, medeniyetinden, inancından, değerlerinden uzaklaştırma var!

Özü itibariyle; “İslam’a” hasım kesilen bir siyaset var!

Nitekim bundandır hep ifade ediyorum…

“Bu ülkenin hal-i durumu, ne olacak?”..

Millet bir kulvarda “iman şuuruyla” yürüyor..

Siyaset ise “dış orijinli” aklın komutasında yürüyor..

Kutuplar zıt…

Denir ya sonuç itibariyle; “bu hal, hep böyle mi seyredecek?”…

Cevapsız bir soru…

Çünkü siyaset soruya yanıtta hep “suskunluğu” tercih ediyor…

Çözümsüz ve alternatifsiz..

Günübirlik bakış var…

“Nereye kadar götürebildiysem” düşüncesiyle hareket eden bir siyasetin varlığı söz konusu…

Ki bu durum, gelen giden iktidarlar için de geçerlidir…

Muhalefet için de geçerlidir…

Pek tabi ki, CHP için de geçerlidir.

Onun için iki gün önce çağın allamesi Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi hazretlerinin siyasete ilişkin, o vecize sözünü yazımıza başlık olarak kullandık..

“Euzu billahi mineşşeytani ves’siyase..”

Bugün ise yazımıza;

“GÜDÜMLÜ SİYASET, UCU ECNEBİLERİN ELİNDE!?” ifadesini başlık olarak kullandık…

***

Yerli ve milli olmayan “siyaset ve siyaseti icra eden baronlar” ülkelerine, tek bir gün dahi, huzuru ve istikrarı sağlamış değiller..

İşte Osmanlı’dan miras kalan devletçiklerin hal-i durumu…

Osmanlıyı bölük-pörçük eden “gâvurun siyasetini” tarihten ders almayarak, kendi ülkelerinde, milletine dikte ettirerek, yapıyorlar…

Bundandır ki, İslam coğrafyası “kan revan” içerisinde…

***

Üstadın, “Euzu billahi mineşşeytani ves’siyase” demesindeki kasıt; güdümlü ve ucu ecnebilerin elinde olan siyasettir.

Bundan söz ediyor..

Çünkü ecnebilerden talimat alarak devletler yönetilemez.

Hele hele dost ve müttefik olarak görünüp de terör odaklarına lojistik sağlayan müttefik ABD, AB veya kim olursa olsun; onların “ipiyle” kuyuya inilemez!

Hele ki siyasetlerine “biat” edici olunamaz..

Asırlardır görüyoruz ve yaşıyoruz ki.. Bugün bile; siyasetin öncü isimleri memleketiyle sadıkane bir çalışma siyaseti içinde değiller…

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

SÖZ Gazetemizin birinci sayfasında manşet haber…

 “ŞEHİT SERTTAŞ’I BİNLER UĞURLADI..”

Yürek sızlatan bir haber..

 Haber şöyle devam ediyor;

“Pençe-Kilit operasyonunda şehit düşen Uzman Çavuş Serttaş, Türkçe-Kürtçe ağıtlarla ebediyete uğurlandı. Ulu Cami’deki Cenaze namazına Diyarbakır akın etti.”

Bu haberin muhtevası, gazetenin birinci sayfasındaki binlerce kişinin oluşturduğu cemaatle cenaze namazının kılınmasını anlatıyor.

“Irak’ın kuzeyinde sürdürülen Pençe-Kilit operasyonunda çıkan çatışmada yaralanan ve tedavi gördüğü GATA Araştırma Hastanesinde kurtarılamayarak şehit düşen Muhammed Serttaş, memleketi Diyarbakır’da düzenlenen törenin ardından toprağa verildi.”

Bu haberi yorumlamak gerekirse;

Bu memleket, bu siyasetle, bu politikayla, bu ulusalcılık anlayışıyla, sekülar bir inanç ve uygulamayla bir yere gidemediği gibi daha çok ana baba kuzularını Amerika’nın maşası durumunda olan PKK’nın kurşunlarına maruz bırakır.

Zaten Türk Silahlı Kuvvetlerimiz sağ olsun.

En alt kademesinden en üst kademesine kadar kahramanca, göğsünü gere gere ülke savunmasını, vatan savunmasını yapma görevini harfiyen yerine getiriyor..

Elbette ki ümit verici olan da bu mücadelesidir!.

Zaten halkın da kamuoyunun da beklentisi bu yöndedir.

Bir ordu varsa, elbette ki ülkenin bölünmez bütünlüğünün savunucusu ile milletin huzur ve mutluluğu için çalışandır…

O da olmazsa, bu yanlış siyasi görüntülerle, siyasetçinin kavgalarıyla, ülkenin bölünmüşlüğüyle, her gün biraz daha ülke kargaşayla karşı karşıya kalmaktan kendini kurtaramaz.

Bu itibarla bu ana baba kuzularının, suçsuz günahsız, şerefli vatan görevini yerine getirirken gencecik yaştaki evlatlar, hain ABD’nin maşası olan PKK’lıların kurşununa daha ne zamana kadar hedef olacaklardır?

Bunu düşünmemek elde değildir.

Elbette ki bu sorunun cevabı aynen şöyledir…

Güdümlü bir siyaset, mutlaka ucu ecnebilerin elinde olduğu müddetçe, bu memleket daha çok gencecik evlatların şehadet haberlerini vermeye devam edecektir.

Nitekim kırk elli yıldan beri on binlerce şehadet şerbetini içenler olmuştur.

Bırakın yalnız PKK’yı, PKK dahil olmak üzere gizli ve açık, birer tahrip kalıbı gibi siyasi fraksiyonların varlığı da göz ardı edilemez!

Neidüğü belirsiz, kirli düşünceye sahip ulusalcı bir medya ve onların kalemşorlarının varlığı unutulamaz!

Tüm bunların varlığına ve çalışma terbiyesizliğine “demokrasi” kavramını kullanma hali nereye kadar sürecek?!

Bu hal yaşandıkça, memleketimiz böylesine acılar çekmeye daha çok maruz kalacaktır diye düşünüyoruz.

Bakınız yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Hûd” suresinin 113. Ayetinin bir bölümü bize şöyle emrediyor;

“Zalimlere yanaşmayın. Yanaşırsanız, ateşten kendinizi kurtaramazsınız.”

“Velâ terkenû ilâ-lleżîne zalemû” âyet-i kerimesi fermanıyla, zulme değil yalnız âlet olanı ve taraftar olanı, belki ednâ bir meyil edenleri dahi dehşetle ve şiddetle tehdit ediyor. Çünkü, rıza-yı küfür küfür olduğu gibi, zulme rıza da zulümdür.

Zalimin yanında yer almak da ister devlet olsun, ister millet olsun, ister siyasi partiler olsun, ister birey olsun, ne olursa olsun;  zalimin gölgesinde yaşama hali, insanı o düşmana köle ettirmekten başka bir şey kazandırmaz.

Onun için Bediüzzaman Hazretleri, “Mektubat” isimli kitabının 28. Mektubun 4. Meselesinde bunları kaleme almıştır.

Hatta dönemin İttihat Terakki mezalimine karşı hükümeti ve padişahı uyarmak için, Namık Kemal şöyle bir şiir yazıyor.

Üstad Bediüzzaman da o şiiri buraya almıştır.

“Muîn-i zâlimin dünyada erbâb-ı denâettir,

Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insâfa hizmetten.”

Mevcut sekülarist bir düzende İslam’a ve Müslümanlara karşı yapılan uygulamayı şöyle tarif ediyor Üstad;

“Evet, bazıları yılancılık ediyor, bazıları da köpeklik ediyor.”

Bu itibarla gerçekten ülkenin bu raddeye gelmiş olması, dost görünen emperyalist dünyanın mezalimini okşayan siyaset yüzündendir!?..

Bu siyaset, hiçbir zaman yarar getirmemiştir.

Bundan sonra da getiremez.

Bu itibarla ülke olarak yapacağımız tek bir şey varsa, o da milli ve yerli bir siyaseti gerçekleştirerek, başı dik, alnı açık devlet adamlarına ihtiyaç vardır.

Onun için bu paralelde “Enfâl” suresinin 25. Ayeti mealen bize aynen şöyle diyor;

“Bir de öyle bir fitneden sakının ki, o içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (aynı zamanda hepinize erişir). Biliniz ki Allah'ın cezalandırması şiddetlidir.”

İşte Kur’anın bu yüce seçkin ayetleri; mevcut sekülar anlayışa sahip, ucu ecnebilerin elinde olan güdümlü bir siyasetin idamesinden uzak durmamızı tavsiye ediyor.

Onun için her gün biraz daha ülkemizin başına uğursuzluklar, badireler, ekonomiksel sıkıntılar gelmektedir…

Yer altı zengin kaynaklarımızın olmaması ve halkımızı sadece çalışmayla değil, ancak birbirine düşürme politikalarıyla yetinen anlayışlara dur demek gerekir.

En derin saygı ve sevgilerimle.