GÜNEYDOĞU’DA NELER OLUYOR NELER?!!

Evet, sevgili okurlar.

Bir önceki yazımızın başlığı “ORTALIK CEHALET VE FESADA BÜRÜNMÜŞ”

Bu ifade, gerçekten Güneydoğu Anadolu’daki olup bitenleri anlatmaya yeter de artar.

Çünkü, mevcut olan fesat ve fitne, Kürt sorununu on kat daha fazlasıyla artırmaya neden olurken bir o kadarı da ülkeye yük olmuştur.

Hem ekonomiksel yükün ne kadar ağırlaştığını, hem de toplumsal yönde ahlaken ne kadar dejenerasyona uğradığını gösterirken, bir o kadar da yoksulluk, sefalet, işsizlik, ahlaki çöküntüler ve cehalet yaşanmaktadır.

Tüm bunları bir araya toplarsak ortaya çıkan büyük resim, ABD’nin, İsrail’in ve diğer haçlı emperyalist dünyasının ittifakla üzerinde durduğu büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleştirilme çabasıdır.

Ama tüm bunlara rağmen bu da inkâr edilmez bir gerçektir, AK Parti iktidarı gerek bugünkü Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlık dönemi olsun, gerek iki aylık bir Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun süreci olsun, tüm bu zorluklara rağmen, ülke; milletiyle, devletiyle ayaktadır.

Ülke için en tehlikelisi de CHP muhalefetidir ve onun başındaki palavra anlayışına sahip, konuşurken atmasyondan başka bir şey konuşmayan Kılıçdaroğlu’dur.

HDP olsun, PKK olsun, herhangi bir diğer terör örgütleri olsun, bunların zaman zaman ülkenin başına yeni belalar açması, birer fitne unsuru olmakla beraber, eğer bir benzetme söz konusu olursa devletin bize göre nasıl ki bir insan vücudu durup dururken hastalıkları üretiyorsa, tedavisi mümkün olmayan hastalıklara maruz kalıyorsa, bu ülke devletiyle-milletiyle beraber, ne yazık ki yanlış politikalar yüzünden bünyesini terör mikrobuyla kirleten bir ülke haline gelmiştir.

Zira devlet olarak, gelen giden iktidarlar olsun, bugüne kadar milletin yüreğini serinleten, gerçekten insan temel hak ve özgürlüğüne yakışır, hukuksal bir denge sistemini koruyabilmiş değildir.

Devletin başta yargı olmak üzere, hangi kurumuna el atarsanız atın elinizde kalıyor..

Sağlam kalan bir yargı mekanizmasıydı, ne yazık ki ona da siyaset bulaştırıldı.

Bir hayli fraksiyonlara ayrılmak zorunda kalan yargı, ne yazık ki yavaş yavaş güvenilir bir kurum olmaktan çıkmak zorunda kalmıştır.

Bir yandan mezhepçilik ideolojisi, bir yandan “Paralel Yapı” anlayışı, bir yandan “YARSAV” fitnesi ve daha neler neler…

Neresine güveneceksin ki?

Kararlar tümüyle olmasa da birçok yönüyle aynı hakim, aynı meseleden dün vermiş olduğu kararı bugün tam tersine çevirebiliyor.

* * *

Devletin ve ülkenin can damarı durumunda olan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), yıllardan beri, yani cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek, deyim yerindeyse Kemalizm’in, CHP'nin altı okunun değirmenine su taşımıştır.

Milletinin inanç simgesi olan, yüce İslam dinine gölge atarak, çok değişik yaftalar atmıştır, “irtica” gibi “gericilik” gibi, enva-i türlü yalan-dolan, fitne unsurları yaratmıştır.

Bu bir gerçektir ki eğer bugün hala PKK’nın varlığı söz konusuysa, artık Türkiye’nin her tarafına bu yayılmış durumda.

Yalnız Diyarbakır’a, Van’a, Hakkari’ye münhasır değildir.

İstanbul’da da aynı, İzmir’de de aynı, Mersin’de de aynı, Antalya’da da aynı.

Her tarafta yavaş yavaş direnme ve ayaklanma söz konusudur.

Halkı, sokağa dökme çağrısını yapan siyasi parti tüm hızıyla aynı anlayışa devam ediyor.

Bu gücü nereden alıyor, o meçhulümüz?

Aslında meçhul de değil ama herkes kapalı kalmasını istiyor.

Halkı açıkça sokağa dökmeye çağıran Selahattin Demirtaş, nerede ise CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’yla onun yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ile aynı anlayışı taşıyor.

Hükümet buna karşı suskun ve durgun!

* * *

İnsanın aklına gelen ilk olay şudur:

Acaba bu iş yeniden 90’lı yıllara doğru mu götürülmek isteniyor?

1990’lı yıllardan 2000’li yıllara kadar, hatta 2005’li yıllara kadar, Güneydoğu Anadolu’da başta “Şemdinli Olayı” dahil olmak üzere, 28 Şubat’ın Diyarbakır’daki tarihi karanlıkları mı yeniden projelendiriliyor?

Bu düşünceyi insan der demez aklına getiriyor.

Yoksa durup dururken IŞİD örgütü, Irak’ta Musul’u ele geçirirken, ondan sonra Suriye’ye uzanmış, Türkiye-Suriye hududundaki “Kobani” denilen bir beldeyi ele geçirmek üzere yoğun bir şekilde savaşıyorsa, Türkiye ile ne alakası var, Diyarbakır’la ne alakası var, Gaziantep’le ne alakası var?

Bir siyasi parti olan HDP’nin veya DBP’nin dağdan PKK militanları çağırıp, Diyarbakır’da, Van’da, Batman’da, Siirt’te, Hakkari’de, Gaziantep’te, İstanbul’da vs. üç gün süreyle insanın çalışma hürriyetini elinden almak üzere bütün ticari ve iktisadi alanlara baskı kurup da başta yağmalama olmak üzere her tarafı kırmak dökmekle, kim kar eder, kim zarar eder, karlı çıkan kim, zararlı çıkan kim, “düşünce havsalası yitirilmiş bir faaliyete karşı devlet neler düşünüyor” diye böyle bir soru da akla gelmiyor değil.

* * *

Ama her ne ise ortalık toz duman.

Kargaşa ve terör, Bingöl’de şehit düşen iki Polis ve ağır yaralanan bir Emniyet Müdürü, onların ailelerine baba ocaklarına düşen kor ateşini, kim söndürebilir?

İçişleri Bakanı Efkan Ala, cenaze merasiminde bulunmakla ve şehit ailelerine teselli vermekle bir yere varılmaz, “kanı yerde kalmaz” sloganı elli seneden beri bu memlekette söylenmektedir.

Mağdur, masum şehit aileleri de “Vatan Sağolsun” demekten başka kendine bir slogan bulamıyor.

Ama görünen odur ki Türkiye’nin manzarası dün ne ise bugün yine aynıdır, böyle devam ederse yarın da aynı olacaktır.

28 Şubat dahil olmak üzere daha öncesinden olsun, daha sonrasından olsun, bu bölgede devletin bünyesindeki çalışan bazı kurum ve kuruluşlar ve o kurum ve kuruluşların bünyesine sızdırılmış hain unsurlar, ihanet şebekeleri, korkarız ki yeniden türemeye başlasın.

Zira PKK ile Hizbullah’ın yeniden çatışması, bunu çağrıştırmıyor değil?

* * *

Burada bir gerçeği sizinle paylaşmadan geçmek istemiyorum.

21 Haziran 1996 akşamında Ergani yolu üzerinde bulunan Altındağ Dinlenme Tesislerimize yapılan bir saldırı sonucunda 8 insan öldü, 12 insan yaralandı, tesisin ekonomiksel olarak çalışması tamamıyla felç oldu ve bir daha o tesis kendini toparlayamadı.

O an için akla gelen ilk iş, “bu saldırı PKK militanları tarafından yapılmıştır”

Evet, Polis teşkilatı büyük bir hızla çalışıyordu, İl Alay Komutanlığı Polis’in bu çalışmalarını engelliyordu, "Senin mıntıkan değil, Sen buraya müdahale edemezsin” diye dönemin İl Emniyet Müdürüne telefonla hakaretler yağdırılıyordu.

Nihayet, iş PKK militanlarına ihale edildi ise de Jandarma onun bölgesi olduğu halde hiçbir şey yapamadı, daha doğrusu yapmak istemedi.

Çünkü sonradan anlaşıldı ki büyük bir işbirliği içerisindeydiler.

Yani dağdan gelen PKK militanları ile büyük bir işbirliği söz konusuydu.

Nihayet, dönemin TEM Müdürlüğü çok büyük aktiflik göstererek, şehir içindeki tüm bağlantılarını tespit etti ve herkesi yakaladı.

Bu işte parmağı olan herkesi gün ışığına çıkartı.

Yakaladıysa da ne oldu?

Yapılan araştırmalara göre Yargı’ca o dosya hala da kapanmamıştır ve birçok yönüyle rölantiye alınmış durumda.

Zira arkasında gizli anlaşma, dönemin Jandarma yetkilileri ile bölgede bulunan bazı işadamları arasında “fiskos anlaşması” vardı ki o işadamlarının direktifleriyle bizi bu memleketten sildirebilmek için tezgahlanan bir ihanet çabasıydı.

Tıpkı bugünkü gibi o günlerde de Jandarmadan gerek şifahi olsun, gerek ima yollarıyla olsun, gerek yazışmalar olsun, Bize “Altındağ Dinlenme Tesisleri’ne PKK tarafından saldırı yapılacaktır” diye bazı resmi makamlardan duyum alıyorduk.

Olayları hep araştırıyorduk.

Bazı devlet kurumlarıyla birlikte. Ve sonunda; tüm çıplaklığıyla olayın derinliğine indik ve ortaya çıkardık.

Jandarma Alay Komutanlığının bünyesinde gizlenen ve JİTEM adını taşıyan bir çete tarafından tüm bunlar organize ediliyordu.

Organizeli bir şekilde, "kasıtlı, yalan ve yaftalardan ibaret istihbarat yapıldı" hakkımızda!

1996’daki o felaket yetmiyormuş gibi, 28 Şubat 1997’den 2000’li yıllara kadar yine aynı kurum tarafından bu kez 7. Kolordu Komutanlığını da kendi pisliklerine alet ederek, yalan-dolan iftiralarla dopdolu istihbarat raporları tanzim edildi..

Bu kez “PKK’nın diliyle dağda yazılmış bir rapor ele geçirdik” diye fişleme yapıldı.

Bu fişleme, tümüyle sözde PKK Amed Karargahı tarafından hazırlanmış bir yazıdır, ama Jandarma İstihbaratı yakalamış.

Bizim sözde PKK ile işbirliği içinde olduğumuzu tespit etmişler (!) ve dağda öldürülen PKK militanlarının cebinden çıkan bir mektupta bunlar yazılmış.

Yerden göğe kadar, tümüyle yalan-dolan, sahtekârlık, şerefsizlik ve edepsizlikten başka hiçbir şey taşımayan bu belge, ne yazık ki 7. Kolordu Komutanlığı’nca hazırlanmış ama Jandarma Alay Komutanlığı istihbaratıyla birlikte organize edilmiş tarihi bir madrabazlık vesikası, resmiyete geçti.

Bununla da yetinilmedi.

Dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar ile dönemin Bölge Mit Başkanı Cemal Uzgören’i de ayarlayarak, büyük bir ittifak içerisinde bu kirlenmeyi bize yakıştırdılar.

Ama zaman geldi, hak tecelli etti, adalet gerçek manada hukukun üstünlüğünü sağladı, haklılığımızı karara bağladı.

Fişmenenin de, içeriğinin de, imzaların da yazılan yazıların da; "külliyen" yalan olduğu ortaya çıktı.

* * *

Bakın, bu yazıyı köşeme aldığıma göre Diyarbakır Söz Gazetesi’nde yayınlıyorum.

Demek ki işin içinde haklılık payı değil, hakkın ve hakkaniyetin tümüyle tarihi bir gerçeği kamuoyuna burada yansıtmak istiyorum.

Nerede kaldı ki bundan bir hafta evvel, yani 06.10.2014 tarihinde saat 18.45’te Diyarbakır Terörle Mücadele Şubesi Müdürlüğü’nün görevlilerinin bana tebliğ ettiği resmi yazı?

Dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Bakınız bu yazının çıkışı ve kaynağı da Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı…

05.10.2010 tarih..

İstihbarat: 2000-82358-14/idm sayılı haber bildirim notu..

Notta şu ifadelere yer veriliyor.

“PKK/KCK terör örgütü mensuplarının şehir merkezine gelerek, Kurban Bayramı sonrasında eylem yapacağı; Ergani yolu üzerinde bulunan Mehmet Ali Altındağ TC Kimlik No……. Ankara/Çankaya nüfusuna kayıtlı, Diyarbakır’ın Dicle ilçesinin Hembel 12.05.1939 doğumlu şahsa ait Petrol İstasyonu’na eylem yapılabileceği yönünde teyide muhtaç istihbari bilgiler elde edilmiştir”

Buraya kadar İl Jandarma Komutanlığına bağlı İstihbarat Şubesinin bilgileridir.

Konu ile ilgili olarak, adı geçen şahsa PKK/KCK terör örgütünün fidye istemek, vergilendirme adı altında finans sağlama, ihale alma ve iş yapmalarını engellemek amacıyla özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde faaliyet yürüten inşaat şirketlerine yönelik ve iş makinesi yakma, şirket çalışanı kaçırma, tehdit, şantaj, not bırakarak vergilendirme adı altında para isteme vs.”

İşte bu döküman notu bize tebliğ edildi, imza altına alındı.

***

Doğrusu, Jandarma’nın bu dokümanına bir diyeceğim yok.

Ama Diyarbakır İl Jandarma Alay Komutanlığı kaynaklı olduğu için, bu kurumun bize ve Diyarbakır insanlarına karşı tarihi sabıkasının var olması nedeniyle büyük bir tedirginlik içerisindeyim.

Çünkü bu kurumla alakalı, bizim elimizde tapu gibi tarihi belgelerimiz vardır, kirli fişlenme vardır.

Eskisi gibi..,

Yani 1996’nın Haziran ayında yapılan katliam gibi..

28 Şubat’taki bizimle PKK arasında sözde görüşmeler olmuş gibi gösterme (!)…

İşte böylesi yalan-dolan dokümanların yeniden türeyebileceği endişesini hal-i hazırda çok derinden taşıyorum.

Bu itibarla şahsen İl Jandarma Alay Komutanlığının böyle istihbari bilgilerine itibar etmiyorum.

Eğer varsayımla PKK’nın girişimleriyle bir saldırı olsa dahi yine fişleme onlardandır, diye düşünüyorum.

Ve gerekirse tarihi vesikalara dayanarak, bunları ispat da edebilirim.

* * *

Emniyetin istihbaratına güvenim sonsuzdur.

Ama Jandarma’nın içinde JİTEM unsurunun varlığı olma hasebiyle hiç itibar etmiyorum ve inanmıyorum.

Bana ve işyerlerime karşı herhangi böyle bir sabotaj söz konusu olduğu takdirde, bunu hemen kamuoyunu bilinçlendirme babında söylüyorum.

Mutlaka yine devletin bu bölgede oynanan bazı oyunlarının sonucu olabilir, endişesindeyim.

Bu yazımızı böylece sonlandıralım.

Tüm belgeleriyle ve vesikalarıyla devamı gelecektir.

Ve tüm Türkiye kamuoyuna birer belgesel olarak, bu tarihi kirlenmeyi yazmayı ve tüm kamuoyunu bilgilendirmeyi kendimize borç olarak telakki ediyorum.

En derin saygılarımla.