GÜNEYDOĞU’DA NELER OLUYOR NELER?!! (IV)

Evet, Sevgili okurlar.

Üç günden beri yazdığım “GÜNEYDOĞU’DA NELER OLUYOR NELER?” başlıklı yazıların paralelinde, söylediklerimizi kelime kelime kanıtlayıcı delil olarak göstermemiz, tarihi belgelere ve vesikalara dayanmaktadır.

Ki tüm dokümanları sizlere de ibraz ediyoruz.

Zira bu bölgede gittikçe her gün biraz daha palazlanmakta olan terör ve onun arkasındaki karanlık odaklar, ne yazık ki sistem, rejim ve düzen tarafından resmileştirilerek varlıklarına varlık katmaktadır.

Mübarek Kurban Bayramı başta Diyarbakır olmak üzere Güneydoğu Anadolu’da kan ve gözyaşına boğduruldu.

İnsanların evleri bayramlıktan çıkarılıp, adeta birer yas evine çevirdiler.

Aile ve bölge insanı hala da kendini toparlayamadı.

Tarihi bir vahşet olarak millete bayramın her gününü adeta zehir ettiler.

İnanın, bu işi yapan terör odaklarının arkasında devlet tarafından resmileştirilen siyasi partilerin varlığı söz konusudur.

Rejim Demokratik Hukuk Devleti olarak yıllardan beri terör oluşturan PKK’yla başa çıkamamıştır.

Çıkabilseydi bu gün PKK militanları böylesine şehir merkezlerine inemezdi…

Ve sokakları savaş alanına çeviremezdi.

***

Sevgili okurlar.

Can ne kadar önemliyse, kişinin alın terinden oluşan mal da o kadar önemlidir ve değeri vardır.

Ama tabii ki can herşeyin başında gelir.

Bu milletin canını ve malını tehlikeye sokan, adeta üç-dört gün Diyarbakır’ı esir alan kirli bir akım, acaba güvenini nereden alıyor?

Bu zalim akımın arkasında kimler var?

Bana göre rejimin yamukluğu, anayasanın antidemokratik hukuk dışı olması, Türkiye’yi bu hale getirmiştir.

Zalim, hak ettiği cezayı görmeyince mazlum da hakkını arayıp da alamayınca, bir memlekette zalimin zulmü yanına kar kalırsa, mazlum da ah û eninler içerisinde kıvranıp hakkını arayamıyorsa, o devlete nasıl bir hukuk devleti diyebilirsiniz?

Nasıl demokratik insan temel hak ve özgürlüğüne bağlı bir düzen diyebilirsiniz?

Mümkün mü?

Evet, bir ülke ki; 18–25 yaşları arasındaki gencecik çocukların, komşu ve yoksul ailelerin yardımına koşmak üzere büyük bir zevkle kurban eti dağıtıp yardıma koşuyorsa ve önünü kesip, öldüren caniler kaşla göz arasından kaçabiliyorsa o memleketin yönetimi, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Müdürlüğü, Terörle Mücadele Şubeleri, acaba vicdanları sızlamıyor mu?

* * *

Bakınız, bugünkü Söz Gazetesi’nin 1. Sayfası’nda başlık olarak şöyle bir haber var.

“AİLELER KONUŞTU.”

Bu başlıklı haberin özetini sizinle paylaşmak istiyorum.

Tabi ki, tüm detay haberin içerisinde var.

Özetle.

“Aileler, binanın üçüncü katından atıldıktan sonra üzerlerinden araçla geçilen, başı taşla ezilen ve vücudu 50 yerinden bıçaklanan çocuklarının cesetlerini zorlukla teşhis ettiklerini belirttiler.

Baba Fikri Börü:

—Oğlum vahşice öldürülmüş. Gencecik çocuğumun cesedi tanınmayacak haldeydi. Ayağındaki benden teşhis edebildim. Bir kurt, koyunu dahi o şekilde parçalamaz.

Mehtap Gökgöz:

—Yahudiler, münafıklar bilsinler ki davamızdan pişman değiliz. Hainlik edip oğlumu öldürdüler. Selahattin Demirtaş'tan davacıyım. Bugün bize yarın onlara. Sizin derdiniz, davanız IŞİD değil, bizdik"

Öztekin Dakak:

*Oğlum köseydi. Cesedini de bu nedenle ve ameliyat izinden teşhis ettim. Sadece sırtında yaklaşık 50 bıçak izi vardı. Yakmaya çalışmışlar, araba ile üzerinden geçmişler”

***

İşte acı ve yürekleri dağlayan bir tablo.

Peki, sormak istiyorum.

Jandarma istihbarat olsun, emniyet istihbarat birimleri olsun, önemli bazı olaylar olmadan, istihbarı bilgileri elde ediyor ve gereken yerlere önlem almak üzere bildiriyorsa(!), bayramda dağdan gelip şehir içine giren ve böyle katliamları kaşla göz arasında gerçekleştiren ve bu masum çocukları öldüren canileri, nasıl olur da önceden istihbarat alamıyorlar?

Ve nasıl oluyor da önlem alamıyorlar?

Yakıp-yıkan katil ve canileri yakalayamıyorlar?

Doğrusu derinden düşünmemek elde değildir.

Her zaman diyoruz ya burası Türkiye, “kimin eli kimin cebinde belli değil”

Bizim bu ifademiz gerçekten tarihi gerçekleri yansıtan bir sözdür.

* * *

Dünkü yazımızda; "Türkiye’nin derin ve karanlık odaklar tarafından tarih boyu yönetilmiş olduğunu" dile getirerek kaleme almıştık.

Ve tabi ki, bize karşı yapılan komplo teorilerini ve hazırlanan kirli fişlemeleri tarihi vesikalarla ispat ettiğimizi ifade ederek, sizlere aktarmıştık.

Evet, gerçekten geçmişe yönelik yani 90’lı yıllardan 2000’li yıllara hatta 2005 yıllarına kadar ülke insanına karşı uydurulan yalan-dolan fişlemeler, karalamalar, komplo teorileri ve kurulan kumpas ve faili meçhul cinayetler vs. vs. gibi hainlikleri içeren hadiseleri günü gününe, tarihi tarihine arşivlemiş durumdayız.

Bu arşivleri kamuoyunu uyarmak ve bilgilendirmek için, o deneyimlerimizden geçen kirli vesikaları hatırlama babında bu görevi kendimize borç olarak biliyoruz.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Tarih 9 Ağustos 2010, bir gün sonra Anayasa referandumu ve referandumdan hemen sonra da Ramazan ayının başlangıç günü.

13 Ağustos 2010’da Diyarbakır Söz Gazetesi’nde “4 GÜNDÜR BULUNAMADI” başlıklı yazımın bir bölümünü bugün sizinle paylaşmak üzere diğer bölümüne ise yarın devam edeceğiz.

İşte o günkü “GÜNÜN YORUMU”

“ DÖRT GÜNDÜR BULUNMADI!

Evet, sevgili okurlar.

Söz'e "pür dikkat" diyerek başlamak istiyorum.

Ve diyorum ki; Aşağıdaki plaka ve araç modellerine aman dikkat!

2006 model Fiat Albea.

Koyu kırmızı renkli; 34 ZH 5955 plakalı otomobil.

2004 Model BMC Kamyon.

Beyaz renkli 34 AZ 7636 plakalı kamyon.

Bu her iki araç ve sürücüleri dört gündür meçhul.

Hem de; “şikâyet” edilmelerine ve ihbar edilmesine rağmen; yakalanmış değiller.

Yani ortada yoklar. Sırra kadem mi bastı, meçhule mi döndü bilinmez.

***

Hadise şu;

Dört gün önce bulundukları bölgede sergiledikleri tavır ve bekleyişleri “şüphe” uyandırmıştı.

Kuşkulanan vatandaşlar da jandarma'ya ihbarda bulunmuş.

Jandarma da sözde, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na soruşturma açılması yönünde hadiseyi bildirmiş.

Bugün vakanın 4'üncü günü.

Ama hala da; akıbetleri hakkında herhangi bir sonuç elde edilmiş değil.

Düşünün;

Durumdan kuşkulanan vatandaş, gece geç vakitte her an için bir sabotajla veya bir suikastla karşı karşıya kalınabilir endişesiyle, söz konusu kişilerin yakalanmaları için, gerek Jandarmaya ve gerekse Emniyete ihbar şikâyetinde bulunuyor.

Yani vatandaşlık görevini yerine getiriyor.

Olması gerektiği gibi…

Ama ne var ki; durum hala muamma!

Ne taksi ve kamyon, ne de şoförleri hakkında herhangi bir ize rastlanılmış değil.

***

Malumunuzdur.

İçişleri Bakanlığı’ndan sık sık kamuoyuna Ağustos ayında bazı kirli oyunlar, sabotajlar, suikastlar söz konusu olabileceği “uyarısı”  geliyor.

Ve vatandaşları da; duyarlı olmaya çağırıyor.

Ki bölgede son günlerde ciddi manada bu yönde “hadiseler” vuku bulmakta.

Ergani'de son anda polisin müdahalesiyle ortaya çıkarılan “bombalı araç”

İçerisinde 90 kilo patlayıcı ele geçirildi.

Maazallah; yakalanmasaydı sonuç facia olmaz mıydı?

Bu da der demez, vatandaşta endişe yarattığı gibi hassasiyet duygusunu da artırmaktadır.

Dört gün önce bir akşamüstü meçhul bu iki aracın şoförlerinin tavırları kuşku yaratmış.

(Ki bu her iki araç Altındağ Dinlenme Tesisleri’ne geç vakitte konuşlanmış, iki sivil şahıs tarafından tesise veya şahsıma yönelik bir suikast girişiminin gerçekleştirilmesi söz konusuydu.

O an için elektrik söndürüldü, fakat orada çalışan gece bekçileri hal ve durumlarından kuşkulanarak bizi uyardı, onları yakalatmak istedik, ne jandarma geldi ne de polis.

Ve park edilen her iki araç kaşla göz arasında kayboldu, bunu jandarmaya, emniyete ve Cumhuriyet Başsavcılığına araçları plakalarıyla bildirdiğimiz halde, her nedense sır gibi saklandı ve Allah bizi o gece, o kirli girişimden korudu. Hala da soruyoruz, aradan dört sene geçtiği halde yine buradan bir kez daha soruyoruz, o araçlar nerede?

JİTEM’in veya derin kirlenmelerin hangi garajına saklandı) diye yetkililerden soruyoruz)

Güvenlikçiler bunun üzerine iki aracın plakasını almış.

Jandarma ve Polise bildirmiş.

Sonra iki araç ve sürücüsü kaşla göz arasında sırra kadem basmış.

Bir daha da haber alınamamıştır.

Bize göre bu da bölgede yaşanmış tarihi JİTEM’in bir gölgesi olması gerek.

Plan ve uygulama hazır.

İşini yap ve bitir! Sonra da araçlar çalıntı.

Tıpkı Hatay Dörtyol’da yapıldığı gibi…

Bu araçlar ve şoförlerinin birlikte yakalanması için yapılan müracaat ne var ki hiçe sayılmış gibi görünüyor.

***

Bakınız;

Taraf gazetesinin başyazarı Ahmet Altan "Kum Saati" adlı köşesinde dün "Devlet emriyle öldürmek" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Yazıyı pür dikkat okudum ve çok önemsedim.

Gerçekten bu yazının muhtevası gerek geçmişe yönelik olsun gerek günümüze özgü olsun birebir parmak basmaktadır.

Sayın Altan, gerçekleri çok sade ve net bir ifadeyle dile getirmiş.

Hem de tarihi gerçekleri; bir emekli generalin ağzından söylüyor.

Emekli Korgeneral Atilla Kıyat’ın bundan bir süre önce söylediği itiraflar kelimesi kelimesine doğrudur, katılmamak da mümkün değildir.

Haber Türk TV’de yayınlanan bu haber Türk kamuoyunu sarsmıştır.

Parmak ısırtacak itiraflar.

Demek anlaşılan odur ki, yıllardan beri dökülen masum insanların kanları, söndürülen ocaklar, yetimlerin, dulların, ana bacıların ve gencecik gelinlerin gözyaşlarının dökülmesine devlet neden olmuştur.

Düşünün sevgili okurlar.

Demokratik sosyal bir hukuk devleti hiçbir zaman kendi halkıyla, kendi tabasıyla kavga yapmaz, ihtilafa düşmez, çelişki yaratmaz, kuşku ve endişelere neden olmaz”

Ama bizde…

Onu da, yarın sizlerle hasb-i hal edeceğiz...

Çünkü Güneydoğu'nun karanlık dehlizleriyle alakalı daha çok ama çok konuşacağız!

En derin saygı ve sevgilerimle.