GÜVENİRLİĞİNİ YİTİREN DEVLETLERİN AKIBETİ?!! (IX)

Evet, değerli okurlarımız.
Bir önceki gün Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Afyon’da, Denizli’de İl Olağan Kongreleri’nde yapmış olduğu konuşmaların cümlesi cümlesine katılmamak elde değil.
Ama en çok Türkiye’ye ve tüm İslam ülkelerine bir mesaj niteliği taşıyan “Bediüzzaman’a selam olsun” anlamlı ifadesi gerçekten, halkı derinden sevindirmiştir, rahatlatmıştır.
Tabiri caizse bir "can suyu" vermiştir.
Zira yıllardan beri "Terakki perver" unvanı taşıyan cumhursuz bir cumhuriyetin kurucu ve koruyucusu olan CHP ve tabası, bu ülkeyi kalbinden ve yüreğinden derince yaralamıştır.
CHP tarafından içten vurulan bu ülke, "90 yıldan beri hep kan ağlıyor."
Tüm İslam dünyasının lideri durumunda olan Türkiye’de, 1925’lerde başlanan ulema katliamı emperyalist güçlerin, istek ve talepleri doğrultusunda yapıldı.
Devlet nizami ve ikidar, çok büyük bir gaflet içerisinde kendi halkıyla İngilizlerin nam-ı hesabına çatışmış ve ülkeyi adeta kan gölüne dönüştürmüştür.
Ama hiç de fire vermeden kendini suret-i haktan göstermiş, gerçek olayları örtbas etmiş, kendini deşifre etmemiş, gizli, perdeli, kapalı  kapılar ardında, tezgâhlar arkasında gizlenerek, kirli oyunlar oynamıştır.
Ve ne yazık ki, İslam dünyası böylece başsız kalmış!
 
***
Hiç kuşkusuz ki, Ulemasız bir ülke, elbette ki manen ölmüş bir dünya gibidir.
İslam’ın ana ilkesi olan Hadis-i Şerif… 
Resulullah Efendimiz (s.a.v)’in sözlerinden birisi de; “Bir âlimin ölmesi, bir âlemin ölmesi gibidir..” 
İşte bu sözü, fahr-i kâinat Peygamber Efendimiz (s.a.v), boşuna söylememiştir.
Siyonist ve haçlı dünya, bunu çok iyi bildiği için, ülkeleri ve İslam dünyasını darmadağın etme planında, kiraladıkları piyon unsurlar bazı siyasi partiler adına kurdurdukları hegemonya sayesinde, hayata geçirmişlerdir.
Ne yazık ki Türkiye’yi ve İslam dünyasını "bu planlarıyla" hal-i vaziyete getirmişlerdir.
İşte bu itibarla Sayın Davutoğlu’nun “Bediüzzaman’a selam olsun” demesi, yerle gök ağırlığında yürekten çıkan bir sözdür ve derin anlamlar içermektedir.
Öyle inanıyorum ki, Sayın Davutoğlu’nun bu söylemi, çıkışı defter-i âmâlında tescil edilmiş, Allah huzurunda Ahmet Davutoğlu için şahitlik yapacaktır.
“Afyon hapishanesinde kalan, yazdıklarıyla zulme karşı duran, ülkemizi aydınlatan Bediüzzaman Hazretlerine selam olsun” mesajı başta anlattığım gibi İslam dünyasını teselli eden ve nurlandıran, aydınlatan, mana değeri çok yüksek bir mesajdır.
Zira 1925’ten 1950’lere kadar, Bediüzzaman gibi büyük bir İslam düşünürü ne yazık ki Doğu’nun, eski deyimle Kürdistan’ın sarp dağlarından eline kelepçe vurularak, Jandarma mahiyetinde Burdur’a sürgün edildi..
Ki bu sürgün hayatı, esaret hayatı, işkence hayatı, yıllar yılı sürdü.
Hiç tartışmasız, kendisine yapılan bu iğrençlik, bir İslam âlimine karşı yapılmıştır.
Hapishaneler, zincirlemeler, zehirlemeler ve tarassut.
Böylesine bir âlimin Türkiye’den yok olup gitmesi, gizli emperyalist köklü karanlık localara uznan zihniyetin hoşuna gitmiştir ve onlar için başarı olmuştur ve gerçekten bıyık altından Türkiye’ye gülmüşlerdir.
Kendine Terakki perver adını takan altı oklu CHP, artık bu milletin nezdinde inanıyoruz ki bir kıymet-i harbiyesi kalmamıştır.
Zira halk artık, tanıyor, biliyor ve uyandı.
Genciyle, yaşlısıyla, erkeğiyle, kadınıyla, herkes iman nuruyla uyanmıştır.
Ve hakikatleri, görmektedir.
* * *
Kimin haddine düşmüştü ki bundan 10 sene evvel Bediüzzaman adını dile getirsin.
Bırakın devletin resmi sıfatları tarafından ona selam durulmasını, bilakis adını bile kimse cesaretle dile getirmiyordu, getiremiyordu.
Kitaplar yasaklanmış durumdaydı.
2002’den sonra Türkiye’ye yeni bir aydınlık geldi..
Günümüzün Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın çabalarıyla sökülen gecelerin karanlığı, şafağın aydınlığı millet üzerine doğdu.
Bakınız, sevgili okurlar.
Türkiye ve İslam dünyası bugün yetiştirdiği yeni bir problemli nesille karşı karşıyadır.
Anarşi, terör, yol kesme, uyuşturucu, fuhuş ve daha neler neler?
Soygun ve sirkat gibi en iğrenç, ahlak dışı yapılanlar..
Her gün çoğalmakta olan suçlar ve suçlular potansiyeli elbette ki mevcut sistemin yüzünden olmuştur.
Şeriatsız, Kur’ansız, Hadissiz yetişen bir nesil, elbette ki bugün artık yol kesmeye, cepçilik yapmaya başladı, uyuşturucu kullanmaya, fuhuş yapmaya başladı.
Neyi bekliyorsunuz ki?
Zaten beklenen ve istenilen de bu değilmiy di?
CHP'nin plan ve projesi buydu..
Nerede ise hedefine ulaşmış durumdaydı.
Ama 1950’den sonra halk uyandı.
Muhafazakar geçinen partilerin başına gelen birçok lider gaflet içerisinde kıvranıp durduysa da.
Ta ki AK Parti gelene kadar.
Bir çok tabu yıkıldı, öyle inanıyoruz ki var olanlar da bir bir yıkılıcaktır..
***
Ne var ki, AK Parti ne kadar çaba gösterse de, yine de içten vurulmaya, kemirilmeye mani olamamaktadır.
Şuan için..
AK Partinin kilit adamları arasında büyük bir anlaşmazlığın varlığı söz konusudur.
Bunu yaparlarsa!..
Ki maazallah diyorum..
Türkiye’yi çok derin ve zararlı badirelere sürüklerler.
O zaman da iş işten geçmiş olur?
Mossad’ın CIA’nin eli kulağında.
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan olsun, Başbakan Sayın Davutoğlu olsun.
Sakın zinhar!
Hükümetin ve devletin arasına nifak tohumu eken münafıklara ve kozmopolit anlayışlara karşı dikkatli olun..
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Nereden nereye?
Dün Diyarbakır Söz Gazetesinin alt bölümünde şöyle bir manşet okuduk.
“ANNEM DUYMASIN” başlıklı haber aynen şöyle;
“Diyarbakır’ın merkez Sur ilçesi İnönü Caddesi üzerinde bir araya gelen yaşları 12 ile 16 arasında değişen bir grup çocuk, çöp konteynerlerini devirerek, yola barikat kurdu. 
Araçları durdurarak, kimlik kontrolü yapan grup, daha sonra surlara çıkarak, yoldan geçen araçlara taş attı. Bir süre sonra tekrar surlardan inen grup, yeniden kimlik kontrolü yapmaya başladı. Bu sırada kendilerine yanaşan sivil görünümlü bir polis aracına da kimlik soran grup, polislerin araçtan aşağıya inmesi ile neye uğradığını şaşırdı.
GÖZALTINA ALINAN ÇOCUĞUN İFADESİ
Sağa sola kaçışan gruptan, 14 yaşındaki S.Ç., polisin havaya ateş etmesi ile birlikte durarak, teslim oldu. Gözaltına alınan çocuğun bu sırada polise, “Annem duyarsa beni öldürecek, bırakın beni” demesi dikkat çekti.”
***
Sevgili okurlar.
Bu çocuğun manzarası, Türkiye’nin içine düşüp bi daha içinden çıkamayacağı bir badirenin, bir oluşumun simgesidir.
Adeta bu ülke içinden çıkamayacak bir girdaba girmiş, boğulmak üzeredir.
Eğer ailelerin farkına varmadan sübyan durumundaki çocuklar bazı örgütlere katılıyorsa ve bazı örgüt ve meşru partiler, çocukları kandırıp da ailesinden gizliden gizliye koparabiliyorsa, sormazlar mı?
Ey devlet-i cumhuriye, sen neredesin?
Sen bu millete ne verdin de ne istiyorsun?
Demek ki başsız kalan, ulemasız kalan, Allahsız kalan bir toplumun sonu da budur.
***
Bakınız, Bediüzzaman Hazretleri Afyon hapishanesinde şöyle diyor;
Afyon mahkemesinde, hakkındaki iddianameye karşı Bediüzzaman tarafından verilen bir itirazname!..
Ne diyor çağın uleması..
“Evvela mahkemeye beyan ediyorum ki bu yeni iddianamede Denizli ve Eskişehir mahkemelerimizdeki o eski iddianamelere ve aleyhimize sathi düzeysel ehli vukufun yüzeysel tahkikatlarına bina edildiğinden, mahkemenizde dava ettim ki bu iddianamenin yüz yanlışını dayanaksızlığı uydurmadan bir iddianame olduğunu ispat etmezsem yüz sene cezaya razıyım.
İşte o davamı ispat ettim, yüzden ziyade yanlışların cetvelini isterseniz takdim edeceğim.
Saniyen: Denizli mahkemesinde kitap ve evraklarımız Ankara’ya gittiği sırada aleyhimize hüküm verilecek diye telaş ve meyusiyetle beraber arkadaşlarıma yazdım ve bazı müdafaatımın sonlarında bulunan o yazdığım parça şudur:
‘Eğer Risale-i Nur’u tenkit (eleştiri) fikriyle tetkik eden Adliye memurları imanları onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar, sonra beni idam ile mahkûm etseler, şahit olunuz ben hakkımı onlara helal ediyorum.
Çünkü biz hizmetkârız.
Risale-i Nur’un vazifesi imanı kuvvetlendirip, kurtarmaktır.
Dost ve düşman tefrik etmeyerek, hizmet-i imaniyeyi hiçbir tarafgirlik girmeyerek yapmaya mükellefiz’
İşte ey heyet-i hakime!
Bu hakikate binaen Risale-i Nur’un cerhedilmez kuvvetli delilleri elbette mahkemede kalpleri kendine çevirmiş, aleyhimde ne yapsanız ben hakkımı helal ederim, gücenmem.
Onun içindir ki zulmün en şiddetlisi ile istibdadın en şiddetlisi tarzında şahsımı hiç ömrümde görmediğim ihanetlerle, çürütmekle, damarıma dokunulduğu halde tahammül ettim.
Hatta beddua bile etmedim.
Bize karşı bütün ithamlara ve bütün isnat edilen suçlara karşı elinizdeki Risale-i Nur’un mecmuaları, benim mukabele edilmez müdafaanamem ve cerh edilmez itiraznamemdir.
Ey heyet-i hakime!
Bu çalışmam paralelinde tek bir gayem vardır; o da mezara yaklaştığım bir zamanda İslam memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşların seslerini işitiyoruz.
Bu ses âlem-i İslam’ın iman esaslarını zedeliyor, halkı bilhassa gençleri imansız yaparak, kendine bağlıyor.
Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek, gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum.
Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum.
Bu mücahedem ile inşallah, Allah huzuruna girmek istiyorum.
Bütün faaliyetim budur.
Beni bu gayemden alıkoyanlar da korkarım ki Bolşevikler olsun.
Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek benim için mukaddes bir gayedir.
Beni serbest bırakınız, el birliğiyle komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.
Mevkuf (Tutuklu) Said-i Nursî
Yıl 1946”
En derin saygı ve sevgilerimle.