GÜVENİRLİĞİNİ YİTİREN DEVLETLERİN AKIBETİ?!! (VIII)

Evet, sevgili okurlar.

“GÜVENİRLİĞİNİ YİTİREN DEVLETLERİN AKIBETİ?!!” başlıklı yazı serimiz devam ediyor.

Bugün de sekizincisi!

Gerçekten, kâinatın yapısı "karakteristik" olarak bünyesine taşıdığı değişmez kanunlar var..

İlahi hükümler var..

Ve bunların genel adı da “Sünnetullah”tır.

Yani Allah’ın değişmeyen "âdetleri, kanunları ve hükümleridir."

İnsanlar ne kadar güçlü olursa olsun, mağdurlara zulüm yapmaktan, tahakküm etmekten, istibdat yaratmakta ne kadar ileri giderse gitsin, sonuç itibariyle bir gün kesinlikle "o zulüm, o istibdat, o pislik" onlara geri dönecektir.

Sorgulanacaklar..                            

Yaptıklarının "hesabını" vereceklerdir.

Bu nedenle akıbetleri hep vahim olacaktır.

Ki bu da İlah-i adaletin değişmeyen kanunlarından birisidir.

***

İstibdat dedik ya!

Gerçekten cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek antidemokratik CHP’den kalan ve varlığını sürdüren "istibdat" yapı, hala da ter-ü taze, kendini idame ediyor.

Her ne kadar muhafazakâr, demokrat geçinen, halkın salt çoğunluğunun oylarıyla başa gelen iktidarlar olduysa da "bir türlü o müstebit, zalim tabuyu" yıkamadı.

İstibdatın önüne geçemedi.

Bilakis üzerine biraz daha ekleyerek, devam ettiler.

Ancak AK Parti dönemiyle büyük ölüçüde, bu yapı izole edildi.

Gerek Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlık dönemi olsun…

Gerek Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığı dönemi olsun..

Ki neredeyse 13 yıllını dolduran bir iktidar süreçi..

Türkiye hakikatten rahat bir nefes almıştır..

CHP'nin antedemokratik yapısıyla inşa edilen "istihbadı" devirmiştir..

Tar-ü mer etmiştir.

İnşallah halkın özgürce yaşam alanı daha fazla genişleterek, bu mücadeleyi devam ettireceğini ümit ediyoruz.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Dün Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu Afyonkarahisar’da, Denizli’de İl Olağan Kongrelerinde yapmış olduğu konuşmalar ve halka vermiş olduğu sevindirici mesajlar, Türkiye’nin gittikçe önünün açılacağına, halkın inanç ve düşünce özgürlüğüne, demokratik bir zemin oluşturmaya çaba gösterildiğini ortaya koydu.

Ve Başbakan adeta halka müjde verdi.

Zira Başbakan dün Afyon’a iner inmez, yapılan İl Olağan Kongresinde halka karşı;

“Afyon hapishanesinde kalan, yazdıklarıyla zulme karşı duran, ülkemizi aydınlatan Bediüzzaman Hazretlerine selam olsun” demesi elbette ki mana âleminde Bediüzzaman Hazretlerini şad etmiş durumda.

Allah razı olsun.

Keza tüm inananlara ve Nur cemaatinin sevgisini ve bağlılıklarını kazanmış durumda.

Kilit noktada olan siyasilerimizin ağzından bunların çıkması, elbette ki çok önemli ve sevindiricidir.

Hiç kuşkusuz ki, Demokrat Partinin kuruluşundan günümüze dek gelen giden sağ ve muhafazakâr partilerin liderlerinin çoğunun ağzından böyle ballı, tatlı mesajlar çıkıyordu.

Menderesinden tut Demirel’ine kadar..

Turgut Özal’a kadar..

Özal’dan tutun da, Erbakan’a kadar, Erbakan’dan Erdoğan’a kadar.

Ve o silsilenin son halkası olan Sayın Davutoğlu'na kadar..

Aynı mesajları verildi/veriliyor.

İnanıyoruz, güveniyoruz ve ümitleniyoruz.

***

Ama İttihat Terakki perverleri olan CHP’nin 1923’ten sonra 1950’lere kadar bu millete deyim yerindeyse zalimane kan kusturmuştur.

Cumhuriyet, öyle bir hale getirildi ki..

Sanki bu vatanın evlatlarının kanı üzerinde kurulmuş gibi!

Kendini cumhura inandırmayan bir cumhuriyet..

Kurucuları, siyasi aktörleri bir türlü halkla barışık ve pekiştirme pozisyonuna girmemiştir.

***

Hatırlayalım o yılları..

Bediüzzaman’a ve tüm Nur camiasına yapılan mezalimin haddi hesabı yoktu.

Başta Kastamonu, Emirdağ, Barla olmak üzere Eskişehir, Afyon ve Denizli Ağır Ceza Mahkemeleri 27 sene boyunca hep Bediüzzamanla uğraştılar..

Risale-i Nur külliyatıyla uğraştılar.

Hukuk dışı, antidemokratik uygulamaları gerçekleştirdiler.

Nihayetinde “el mi yaman, bey mi yaman” misali, elbette ki bey yaman bu halkla başa çıkamamıştır O anlayış..

Ve siyasi sözcüsü CHP.

Ki bir daha hayat boyu iktidara gelme şansını bulamadı CHP!

O siyasi ağır faturayı dün olduğu gibi bugün de kendisi ödüyor ve ödemeye de devam ediyor.

Zira bu halk artık uyanmıştır.

Halkı uyaran Bediüzzaman, her ne kadar vefat etmiş ise de eserleri ortada.

Ve millete öncüdür.

* * *

Bediüzzaman’dan tut Necip Fazıl Kısakürek’e kadar..

Şeyh Said’e kadar..

İskilipli Atıf Hoca’lardan tutun da Tahir’ül Mevlevi’lere kadar..

Babaeski Müftülerine kadar..

Ve tabi ki Mehmet Akif’e kadar..

Hele ki, son devrin şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi..

Daha isimlerini sayamadığımız nice din ulemaları, İslam büyükleri ve İslam’ın duayen kimlikleri…

Ne acı vercidir ki hepsi; "CHP'nin" zalimkar, zulmüna maruz kalmıştır.

Ama Devleti kullanarak hepsiyle mücadele eden İttihat Terakki perverleri olan CHP, bugün neredeyse Türkiye tarihinden silinmek üzeredirler.

Kimse hiç ümit beslemesin.

AK Parti, bu kez yine salt çoğunlukla iktidardadır.

Şimdiden söylüyoruz.

Yüzde 50’yi aşmak üzere iktidardadır.

***

Ne var ki yine üzücü ve düşündürücü olay şudur ki istikbali parlak görünen siyasetin yani iktidarların etrafına eskisi gibi daima ehliyetsiz, kimliksiz, ne idügü belirsiz, iradesiz, yalaka bazı insanların kuyruk bağlayarak, partinin çevresini işgal edip, alan ele geçirme başarısını elde etmişlerdir.

Ancak eskiden olduğu gibi pek fazla ömürlü olmamışlarsa da yine az da olsa beklediklerini elde etmişlerdir.

Günümüzde de yine aynı şekilde AK Parti merkezi şimdiden dolup taşmakta, hiç eskimeyen isimler (!) yine ön saflarda yer alma hevesindedirler.

Keşke Başbakan olsun, partinin genel merkezi olsun, daha berrak, daha seviyeli, daha kaliteli insanları, parti saflarına çekerek, böyle denenmiş ve bayatlamış anlayışları partiye taşımasınlar.

Âcizane ve dostane tavsiyemiz bu.

Partinin geleceği zaten berrak…

Neden mi?

Zira bu halk, bu millet, artık CHP’ye ve yan kuruluşlarına "evet" demeyecektir.

Yeter ki iktidar partisi olan AK Parti kendi yörüngesinde yürüyerek, yanlış yollara sapmasın.

* * *

Evet.

“Bediüzzaman’a selam olsun” diyen Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’na biz de kamuoyu olarak buradan “Selam olsun sana, Allah seninle olsun, yolun ve bahtın açık olsun” diyoruz.

Ama her şeyden evvel Bediüzzaman’lara, Necip Fazıl Kısakürek’lere, Şeyh Said’lere ve diğer cumhuriyet mağdurlarına karşı cumhuriyet dönemi boyunca yapılan mezalim ve hukuksuzluğu ortadan kaldırmak için, derhal "itibarlarının iade" edilmesi için harekete geçmek gerekir.

Meclisten ilk olarak bu büyük insanların itibarlarını iade etme kararını almanız gerekir.

Aksi takdirde eskiden olduğu gibi bu parlak nutuklar havada kalabilir.

Onun için bu millet Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a güveniyor, sizlere güveniyor ve AK Partinin demokratik hareketine güveniyor.

Bu hamleyi geciktirmeyin.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Başbakanın Afyonkarahisar’ın İl Olağan Kongresi’nde “Bediüzzaman’a selam olsun” ifadesi karşısında, 1946 yılında Afyon cezaevinde tutuklu iken Said-i Nursi Hazretleri, Ağır Ceza Mahkemesine karşı şöyle bir savunması olmuştur.

“Eskiden beri fıtratımda (yaradılış kanunumda) tahakküm ve zorbalığı kaldıramadığım için, dünyaya karşı alakamı kesmiştim.

Şimdi o kadar manasız, lüzumsuz tahakkümler içinde hayat bana gayet ağır gelmiş, yaşayamayacağım hapsin haricinde yüzler resmi adamların tahakkümlerini çekmeye iktidarım yok.

Bu tarz hayattan bıktım, ben sizden bütün kuvvetimle cezalandırmamı talep ediyorum, şimdi kabir elime geçmiyor, hapiste kalmak bana lazımdır.

Makam-ı iddianın (İddia makamının) asılsız isnat ettiği suçlamalar, siz de bilirsiniz ki yok.

Beni cezalandıramaz, fakat beni manen cezalandıracak vazife-i hakikiyeye karşı büyük kusurlarım var, eğer sormak münasip ise sorunuz, cevap vereyim.

Evet, büyük kusurlarımdan birtek suçum vatan, millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakikat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine, şimdi bu Afyon hapsinde kanaatim geldi.

Nur şakirdlerinin halis ve uhrevi nurlara ve tercümana karşı alakalarına dünyevi ve siyasi cemiyet namını verip onları mesul etmeye çalışanların ne kadar hakikatten ve adaletten uzak düştüklerine karşı üç mahkemenin o cihette beraat vermesiyle beraber deriz ki:

Hayat-ı içtima-i insaniyenin hususan millet-i İslamiyenin usul esası akrabalar içinde samimane muhabbet ve kabile ve taifeler içinde alakadarane irtibat ve İslamiyet milliyetiyle mümin kardeşlerine karşı manevi yardımlaşmaya bir uhuvvet (kardeşlik) ve kendi cinsi ve milletine karşı fedakarane bir alaka ve hayat-ı ebediyesini kurtaran Kur’an hakikatlerine ve naşirlerine (yayımcılarına) sarsılmaz bir rabıta ve iltizam ve bağlılık gibi hayat-ı içtimaiye esasıyla temin eden bu rabıtaları inkâr etmekle ve şimaldeki (kuzeyden gelen, Rusya’dan gelen) anarşistlik tohumunu saçan ve milletin geleceğini mahveden, herkesin çocuklarını kendine alıp bağlamak isteyen, garabet ve milletini izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmağa yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle, ancak Nur şakirdlerine medar-ı mesuliyet, cemiyet namını verebilir.

Onun için hakiki Nur şakirdleri çekinmeyerek, Kur’an hakikatlerine karşı kutsi alakalarını ve uhrevi kardeşlerine karşı sarsılmaz irtibatlarını bağlılıklarını izhar ediyorlar.

Mevkuf (Tutuklu) Said-i Nursi”

Bu yazı serimiz devam edecektir.

En derin saygı ve sevgilerimle.