HAİN SALDIRILAR VE UZANTILARI!?
Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği gibi bugün mübarek Muharrem Ay’ının üçüncü
günü…
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Eşhüru- el hurum”
olarak vasıflandırdığı dört kutsal aydan biridir; Muharrem ay'ı.
Bu ay Hz. Ömer döneminde Hicri Yılbaşı olarak
tanımlanmıştır…
Ve 1400 seneden beri "Hicri takvim" olarak
yeryüzündeki ümmetin tüm camiası tarafından kabul edile gelmiştir.
Pek tabi ki bu ayın onuncu günü de Aşure günüdür…
Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit düşmesi…
Yine onunla beraber aile efradıyla birlikte 70 kişi orada
zalim, haydut, alçak Yezidin zulmüne maruz kalmışlardır.
İşte bu olay tarihe kirli bir vakıa olarak geçmiştir…
Kıyamete kadar Âli Beyt’in mübarek kandamlaları, o
yezidin, küfrün ve kirli ırkçılık taassubunun alnına yapışmış çok önemli birer
kan lekeleridir.
Bu vakayı tarih boyu lanetleyen ümmetin ehlisünnet
camiası, İslam ruhunu taşıdığı gerekçesiyle savuna gelmiştir ve kıyamete kadar
da savunmaya devam edecektir.
Olay ne “azgınlık” ne de “korkaklık” olarak bilinen
tefrit ve ifrattan uzak bir tavır içerisinde ehlisünnet ve cemaatin ne kadar
gerçek manada Âli Beyt’ine beslediği sevgi ve muhabbetinin bir simgesidir ve
alâmetifarikasıdır.
Rafızîliğe girmiş, hatta İslam çizgilerini aşmış, İslami
hükümlerini hiç sayan Rafızîliğin ve aşırı Şia mezhebinin küfre kadar
götürebilecek, sözde sevgi ve muhabbet.
Oysaki gerçek sevgi ve muhabbetten uzak bir anlayışa
sahip olunduğu için, Rafizi ve Şia mezheplerini neredeyse küfre kadar
dayandırmıştır.
Ehlisünnet ve cemaat ise, elbette ki Resulullahın ahfat
ve torunlarını, yani neslini sevmiştir, sevmektedir ve kıyamete kadar da
sevecektir.
Bu sevgi ve bu bağlılık, Kur'andan geçen sevgi ve
muhabbete dayanmaktadır.
İçinde ne ifrat var ne de taffrit var?
* * *
Evet.
Bu tarihi kara leke, Âli Beyt’in o masum kanı, zulmün,
zalimin, küfrün ve kâfirin, o şedid acımasızlığının alnında ebedi bir leke
olarak kalmıştır ve kalacaktır.
Bu demektir ki günümüzde, İslam’dan uzak batı dünyasının,
haçlı emperyalizm ile Siyonizm’in emperyalizmi altında inim inim inleyen İslam
dünyasının dökülen kanı nasıl ki Âli Beyt’in kanını temsil ediyorsa, hak davayı
savunmakta olduğu müddetçe aynı paralellik arz edecektir.
Keza küfrü, edepsizliği, cehaleti ve alçaklığı temsil
eden terör odaklarının da aynı biçimde masum insanların kanının lekeleri de
kendini medeni dünya olarak adlandıran emperyalizm devletlerinin alnından da
silinmeyecektir.
Özellikle Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Mısır’da,
Libya’da ve diğer tüm İslam ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de mevcut terör
odaklarının kanlı saldırılarının kan lekeleri, bugünkü küfür sistemlerinin
alnından silinmeyecek ve o kan lekeleri tarih sayfalarında hep yer alacaktır.
* * *
İnanın, sevgili okurlar.
Hz. Hüseyin’in ve onunla beraber kalan diğer Âli Beyt ve
arkadaşlarının mel'un(lanetli) Yezidin zulmüyle dökülen kanı ne ise bugün
şiddet yağdıran zalim terörün eliyle dökülen kanlar, mevcut sistemlerin ve
antidemokratik hukuk dışı uygulamaların akıttığı kan da aynıdır.
Ve akıtılan kan tarih boyu tescil defterlerinden
silinmeyecektir.
Ama ne yazık ki emperyalist küfür ve zulüm dünyasından
esinlenerek başta Türkiye olmak üzere diğer İslam ülkelerinin de içinde
bulunduğu mezalim ve o mezalimin gölgesinde dökülen kanlar, yıkılan nice
ocaklar, hepsi hukuk dışı zulme dayalı İslam dışı rejim ve düzenlerin
himayesinde yapıla gelmiştir ve yapılmaya devam etmektedir.
Zira “Görünen köy kılavuz istemez” örneğiyle yola
çıkarsak, görüyoruz ki Türkiye’deki mevcut düzenin ve yüzyıldan beri süre gelen
bir rejimin gölgesinde bunca dökülen masum insanların kanının karşılığı
alınmadığı için buna hiçbir zaman demokratik hukuk sistemi denilemez.
Edepsizlerin yapmış olduğu edepsizliklerin yanına kar
kalmaması için İslam hukukunun gösterdiği ceza hukukunun tatbik edilmesiyle
adalet yerini bulur.
Eğer katilin, edepsizin, caninin, eşkıyanın saldırılarına
rağmen yapmış olduğu antidemokratik mezalim yanına kar kalırsa, hiçbir zaman o
hukuktan o insan temel hak ve hukukundan dem vurulamaz.
Onun semtinden bile geçilemez.
İnsan temel hak ve özgürlüklerini iddia edenler, İslam
şeriatının caniye, katile vermiş olduğu cezayı hukuk dışı bir ceza olarak
nitelendiren ve hukukçu olarak geçinen cahil, şekilci, hukuk hokkabazları
hiçbir zaman kendilerini o günahlardan da sıyıramazlar.
Eğer bir caniye verilen gerçek ceza söz konusuysa o ceza
mutlaka tatbik edilmelidir.
Bir şahsın veyahut bir örgütün yapmış olduğu cinayetler
silsilesine acıyarak hak ettiği kısastan vazgeçilerek, ölüm veya idam yerine
hapis cezası veriliyorsa…
İnanın, sevgili okurlar.
Bu; kamu hukukunu, yani amme hukukunu hiçe saymaktır,
hatta Allah hukukunu çiğnemektir.
Gerek bir teröriste olsun, gerek eşkıyalar zümresi olsun,
hak edilen ceza verilmiyorsa, hem de merhamet ve şefkat adı altında hak ettiği
cezalara çarptırılmıyorsa, bu demektir ki hukuk dışı cinayetler üstü yapılan
bir cinayettir.
Hem de hukuk adına, hem de rejim adına yapılan
cinayetlerdir ve terörün dik alasıdır.
Zira İslam hukukuna göre “Def’ül mefasit evla min celbin
menafi”
Yani zararlı ve bozguncu olan unsurların toplumdan
defedilip atılması, o toplumun menfaatlerinden daha evladır ve daha öncülük
kazanmaktadır.
Bu hukuki bir meseledir ve hem de ilahi hukuka dayalı bir
hukuk üstünlüğüdür.
Ama siyaset alanında bazı siyasi kirli, küfre dayalı,
Marksist ve Leninist inkârcı siyasi yapılanmaların gölgesinde bu işler
yapılıyorsa…
Ve devlet de demokrasi ve hukukun üstünlüğü adı altında
buna hak ettiği dersi veremiyorsa…
O devlet hiçbir zaman geleceğinden bir şey bekleyemez.
Gittikçe toplumu badireler çukuruna doğru itmektedir.
***
Yazımızı sonlandırırken, siz değerli okurlarımızı “Maide”
suresinin 15 ve 16. Ayetlerinin yüce mealiyle baş başa bırakıyorum.
Bu iki ayetin yüce mealleri aynen şöyledir;
15- “Ey kitap ehli! Artık size elçimiz (Muhammed)
gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip durduğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere
açıklıyor, birçoğunu da affediyor. İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir
kitap (Kur’an) gelmiştir”
16- “Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet
yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp
kendilerini dosdoğru bir yola iletir”
Demek anlaşılan budur ki Kur’an hükümlerine sımsıkı
sarılan bir toplum, milletiyle devletiyle beraber hidayet yolundadır ve
Allah’ın rızasına tabi olmak üzere daima müreffeh bir hayat kazanacaktır…
Küfrün karanlıklarından, nurun aydınlığına ve mutluluğuna
gidecektir.
Allah da o kullarına sirat-ı müstakim denilen dosdoğru
yolu iletecektir.
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı Cumalar.