HAK İLE BATILIN AYRILIŞ GÜNÜ?!

Evet, sevgili okurlar.

Dört gün boyunca başlık olarak kullandığımız ifade aynen şöyleydi;

“HAK VE HAKKANİYET TAKARRÜR EDİNCEYE KADAR..”

Cümlenin sonu yazılmamış bir şekliyle başlık olarak kullandığımız bu ifadenin son cümlesi sonuç itibariyle; mukadderdir.

Yani “Hak ve hakkaniyet takarrür edinceye kadar mücadelemiz devam edecektir.”

“Mücadelemiz devam edecektir” ifadesini kullanmadık..

O’nu mukadder olarak bıraktık.

Gizli olarak kaldı...

Deşifresi “mücadelemiz devam edecektir..”

Bugünkü yazımıza da “HAK İLE BATILIN AYRILIŞ GÜNÜ?!” ifadesini kullanıyoruz!.

“Hak ile batılın ayrılış günü” gelinceye kadar, hakkı hak olarak tanımaya çalışacağız, batılı da batıl olarak...

Düşünün, sevgili okurlar.

Bir ülkede “hak ile batılın” birbirinden ayrılış gerçeği bulunmadığı takdirde batıl kesinlikle galebe çalar..

Hükmü üstün olur, herşeye galip gelir...

Eğer ki, “sistem ve yönetim” batıla endeksli ise!...

Maneviyatı ve hakkı “gözeden” değilse!..

Sistem otomatikman “batılın hükümranlığını” işletir!...

Ve böylece toplum hakkın, hakkaniyetin yörüngesinden çıkar...

Batılın, haksızlığın, haram yemenin çukuruna sürüklenmiş olur!..

Toplum inanç meşalesiyle kendini ala-yı illiyinde (en yüksek mertebede) görüyor ise de, bir bakıyorsun ki o makamdan, o üstün seviyeden batılın cazibesiyle alaşağı oluyor...

Çukura, itiliyor ve düşüyor..

Bölünme, parçalanma, yaralanma kaçınılmaz bir hale geliyor..

Ki, toplum da bundan büyük ıstırap duyuyor.

Batıla inanan hegemonyanın kucağına itiliyor..

Kendini “batılın” batağında buluyor...

Oradan da, kendini kurtaramıyor..

Netice itibariyle, bu seviyeye düşen bir toplum, bir ülke, bir insanlık potansiyeli, kendini batılın girdabından hiç bir şekilde kurtaramaz!...

Toplum, insanlığın üstün seviyesinden esfelis-safilin seviyesine düşmeye mahkûm olur..

Zira başta söylediğimiz gibi iki tane zıt kutbun çakışması var...

Demem o ki...

Hakkın galibiyeti yerine batıl galibiyeti eline alırsa, o ülkede hak ve hakkaniyet yerine “batıl ve sapıklığın” galibiyeti söz konusu olur.

Ki hal-i âlem meydanda.

“Görünen köy kılavuz istemez” örneğiyle yola çıkarsak...

Bakınız yaşananlara...

Uykudan uyanır uyanmaz insanlar eline kumandayı alıp televizyonu açtığında, ekranlarda çok acı haberlerle karşı karşıya kalıyor..

Dehşetli görüntüler..

Nitekim, akşam da, televizyonların ekranlarında baktığınızda manzara değişmiyor..

Yine karşınızda, kan, gözyaşı, şiddet ve terör var!?..

Ürpertici olaylar yaşanıyor.

Vicdanlar titriyor, sızlıyor.

Ama yapılacak bir şey yok.

Zira “hak ve hakkaniyeti yitiren bir toplumun” yaşam biçimini gösteriyor...

Batıl ve inançsızlıkla tanışmanın ve yaşamanın sonucu!...

Kendini kaybeden bir toplum vür...

Varlığını yitirmiştir.

Sağlam zemin üzerinde yürümüyor, sürekli kaygan zeminde!...

Düşme ve yok olma tehlikesinden kendini kurtaramıyor.

Fazla uzatmaya gerek yok.

Başınızı ağrıtmayalım.

Tüm anlattıklarımızı özetlemek gerekiyorsa…

Bizim bölgede özellikle Diyarbakır’ımızda ve hatta Türkiye’nin birçok önemli yerinde toplum, aile çürümüşlüğüyle ğırtlağa varmış...

Aile çürümüşlüğüyle, aile dağınıklığıyla, cinayetlerle, katille, oluk gibi akan kanla, gözyaşlarıyla karşı karşıya kalan bir toplum ve ülke haline geldik!...

İnanın, sevgili okurlar.

Üç gün üst üste yazılı medyada, Diyarbakır’ımızın yerel ve bölgesel basınında ve ulusal medyada çıkan haberler, gencecik insanların kendi eliyle intihar etmeleri gibi olaylar ardın sıradanlaştı..

Dile kolay Silvan’da iki ayda 20’nin üzerinde insan “intihar etti!”

Yaşananlar; korkunç!...

Üzülmemek, etkilenmemek elde değil...

Ama elden bir şey gelmiyor.

Çünkü, “yaşanan çaresizliğe” çare olacak, mekanizma bir türlü işlemiyor...

Onun için de, elden bir şey gelmiyor..

Bizimde elimizde kalan tek şey var.

O da, yazmaktır, çizmektir, gerçekleri toplumla paylaşmaktır.

Zaten görevimiz de bu.

İlk aklımıza gelen soru.

“Bu şanlı Osmanlı ecdadının torunları ne oldu da bu hale düştü?...” Sormak  istiyorum!...

Çok kısa süre içerisinde cihana hâkim olan cihanşümul bir devletti, Osmanlı!...

Ama “her yokuşun bir inişi vardır.

Her yükselişin de bir alçalışı vardır” misaliyle yola çıkarsak, zirvede tekâmül eden bir devlet nasıl olur da yüz yüz elli sene içinde inişe, alçalışa düştü?

Ve o şanlı kahraman ecdadın yaramaz mirasyedileri nasıl olur da bugün ahlaksızlığın, çürümüşlüğün, sahteciliğin, küfrün derekesine düşmüş yuvarlanıyor!?

Ama bu da bir gerçektir ki toplumsal sıkıntıların başını çeken intiharlar, aile çöküşleri, karı-kocanın birbirini katletmesi, babanın evladını, evladın babasını öldürmesi, tüm bunların yegâne müsebbip unsur “ekonomiksel sıkıntıdır..

Haram yeme sıkıntısıdır..

İslami ilimlerden uzaklaştırılmış halinin sıkıntısıdır.”

Başta ifade etmeye çalıştığım gibi bakıyorsun ki gencecik fidan gibi bir insan intihar ediyor..

Kafasına silahı alıp ateş ediyor..

Öbürü en yüksek katlardan kendini aşağıya attıyor!

Bakıyorsun ki diğeri babasını öldürüyor, annesini katlediyor.

Koca karısını, karı kocasını öldürüyor.

Tüm bunların temel sebebi İslam’dan uzaklaşma haliyle ekonomiksel sıkıntı ve toplumu faizcilik ve tefecilik girdabına çeken serbest faiz sistemidir.

Batıl yollardan, haksız yollardan güçlü olanın güçsüz olana galebe çalmasıdır.

Elinden zorla malını almasıdır...

Uzaktan seyreden sistem ve sistemin uygulayıcılarının halidir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Yüce kitabımız Kur’an bize neleri anlatıyor?

“Nisa” suresinin 29. Ayetinde şöyle buyuruyor;

“Ey inananlar! Birbirinizin mallarını (hırsızlık, gasp, kumar ve faiz gibi) haksız yollarla yemeyin. Karşılıklı rıza ile yapılan bir ticaret yapmanız ise elbette meşrudur. Sakın kendinizi öldürmeyin (mahvetmeyin)! Allah size pek merhametlidir.”

***

Bakara suresi 188. Ayet ise mealen aynen şöyledir;

“Birbirinizin mallarını (hırsızlık, yolsuzluk, kumar, gasp ve dolandırıcılık, tefecilik ve faizcilik gibi) haksızlıkla yemeyin ve başkalarına ait meşru malları bilerek (yalancı şahitliği ve çek senet hilesi gibi) haksız yollarla elde etmek için (rüşvet vererek ya da baskı yaparak) hukuki hilelere başvurmayın!”

**

Yani faizcilik ve tefecilikle zorbaca mağdur ve borçluların malına el koymayın, onları da kendi nefsinizi de öldürmeye sebebiyet vermeyin.

İşte buyurun sevgili okurlar.

Kur’an.

O yüce ilahi kitap.

Bunları bize öğütleyerek söylüyor ve bizi uyarıyor.

Ama denilebilecek ki toplum olarak “biz nerede, İslamiyet nerede, inanç nerede?”

El hak!?..

Toplumumuzu laikçilik ve sekülarist anlayışlarla yıllardan beri CHP’nin batıl ve inançsız anlayışının hâkimiyetiyle yönettiğimiz içindir...

Toplum, bugüne kadar gelmiş ...

Böylesine girdaplı bir esaretin içine düşmüştür..

Ki, kendini kurtaramıyor olmasını kime şikâyet edelim?

Peki, gelen giden muhafazakâr iktidarlar ne yaptılar?

Bugünkü mevcut AK Partinin iktidarı ne yapıyor?

Bunu soruyoruz.

Buna ne gibi bir çare arayışı içine girmiş?

Toplumu bu tür badirelerden kurtarmak için kurtarıcılığı niye üstlenmiyor?

Niye fiiliyata geçip de toplumu bu girdaplı badireden kurtaramıyor?

Hani millete söz vermiştiler?

Bu yazı serimiz devam edecektir.

En derin saygı ve sevgilerimle.