HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ, TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER!?

Evet, sevgili okurlar.

Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, dün AK Parti Grup Toplantısında tarihi, çok kapsamlı anlam taşıyan bir konuşma yaptı.

Sayın Başbakanın konuşma üslubu genellikle demokratik hukukun üstünlüğüne yönelik olup, insan temel hak ve özgürlüğünü bünyesinde taşıyan konuşmalardır.

Bu anlamlı konuşmalarında, Türkiye’mizin geçmişine yönelik bir asır gibi bir zaman dilimine gönderme yapıyor, bir de ve en önemlisi de budur ki çağdaş, medeni dünya olarak geçinen haçlı emperyalist ve Siyonist dünyaya gönderme yapıyor.

Örneğin; Başbakan Erdoğan Almanya Cumhurbaşkanı Gauck’un ODTÜ’de yaptığı konuşmayı eleştirerek;

“KENDİSİNİ HALA RAHİP ZANNEDİYOR” başlığıyla şöyle devam etti;

 “Benimle konuştuğu şeylerden sonra, ODTÜ’ye gidip orada garip garip şeyler konuşuyor, Devlet adamlığının gereği neyse onu yapmak lazım. Herhalde hala kendisini rahip olarak zannediyor” dedi.

Başbakan Erdoğan, "Tarihle ve tarihin gerçekleriyle yüzleşme, Türkiye'nin yapacağı bir yüzleşme değildir. Bunu sadece bizim yapmamız yetmez. 100 yıl öncesine ait acıları, trajedileri diri tutan her devletin bu yüzleşmeyi yapmaları gerekir. 100-200 yaşında hiçbir millet, hiçbir devlet reform yapamaz. İstikbalini sağlıklı şekilde inşa edemez" dedi.

Yaklaşık iki saat birlikte olup, görüştüklerini ifade eden Erdoğan; "Beraber yemek yedik ve o yemekte bunları açık açık konuştuk. Kendilerine anlattık. İşin asıl sahibi biziz. Kendisine somut örnekler verdim. Bu somut örnekleri bir kenara koyup eğer Almanya'da sana anlatılanları gider orada konuşursan… 'İşte güçlü bir iktidar var, güçlü bir hükümetsiniz. Güçlü bir hükümet olarak bunlardan neden çekiniyorsunuz ?' dersen 'Böyle bir çekinme ve korku yok' bizde’ dedim.

Zira biz korkmayız, biz büyük devletiz, İstiklal Marşımızın millete ilk talimatı ‘Korkma’ talimatıdır.

Biz 12 yıldır lafta değil, fiiliyatta korkmuyoruz. Biz geçmişin ağırlıklarından, prangalarından, zincirlerinden cesaretle kurtuluyoruz.

Geçmişin korkularını tek tek söküp atıyoruz.

Allah’a hamd u senalar olsun, bizim kadim tarihimizde utanacağımız, korkacağımız, yüzleşmekten çekineceğimiz hiçbir hadise bulunmuyor” diye konuştu.

*  * *                                    

Evet, sevgili okurlar.

Başbakan Erdoğan, gerçekten dünyayı hizaya getirebilecek bir konuşma yaptı.

Buna rağmen Mısır’daki engizisyon mahkemesi 9 dakikada 683 idam kararı verdi.

Adeta kitlesel bir ölüm kararı veren bu mahkeme her ne kadar adalet cübbesini omzuna almış ise de bu cübbe adalet yerine idam darağacının sehpasını çeken değişik bir terörizmin cübbesidir.

Mısır’ın bu cübbeli terörü, cunta rejiminin Firavun rejiminin bünyesine taşıdığı bir zulüm cübbesidir, inkârcılık cübbesidir, insafsızlık cübbesidir, insan temel hak ve özgürlüğüne inanmayan, Mısır’daki Firavunların tarihine uzanan silsileli bir terör cübbesidir.

Mısır yargısı zalimin elinde her gün biraz daha maşaya dönüşüp, adeta Birinci Firavun Ramses’in temsilciliğini yapıyor.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Günümüzdeki mevcut çeşitli dünya emperyalizmi paralelinde yapılan mezalim, tüyler ürpertiyor.

Tüyler ürperttiği gibi hukukun namusuna tecavüz ediyor, hak ve hukukun varlığı diye bir şey Mısır’ın semtinden bile geçmiyor.

Anlaşılan odur ki tarihi Churchill’lerin, Napolyonların köleliğine yönelik görevlendirilmiş hain ajanların hareketidir.

Ve her gün biraz daha bizlere ve tüm dünyaya şunları hatırlatıyor.

Ve diyor ki evet, İslam’ın bünyesinde taşıdığı şeriatın ana esasları ve kanunlarının varlığı; insan temel hak ve özgürlük ve hukukun üstünlüğü için Allah tarafından yeryüzüne indirilmiş ve Efendimiz (s.a.v) tarafından yürürlüğe konmuş insanlığın yegâne teminatıdır ve hukukun üstünlüğüdür.

Ve bize şunları dedirtiyor;

Mütecaviz şerir ve Allah’ın varlığını inkâr eden bir kitlenin birlikteliğidir.

Burada başka söylenecek bir şey yok.

Zira demişler ya hali âlem meydanda…

Yüce İslam Hukukunun varlığı; insanlar arasına bir fitne unsuru olarak giren mütecavizane hareketlerin durdurulmasına yöneliktir.

Sevgili okurlar.

İnanın, eğer yüce İslam hukukunun varlığı olmasa, sözüm ona medeni dünya gittikçe vahşileşiyor, saldırganlığa geçiyor, insanlığın değerini ayaklar altına alıyor.

Bu nedenle bize seslenen o yüce İslam hukuku hep bize bunları anlatır.

Türkiye’nin de kendini geçmişimize yönelik cuntacı, vesayetçi, balyozcu Ergenekon varlığından kurtarmayan bir ülke olarak, bugün Mısır’dan anlayış olarak hiç farkı yoktur.

İnançlı ve yürekli milletimize karşı altı okçu CHP’nin paralelinde yapılan bunca darbeler, havadan sudan uçmuş, gitmiş ve onları temsil eden generaller de hak ettikleri yerlere kadar gittiler ve cezaevlerini boyladılar ve hala da içeridedirler.

JİTEM’in 27 Şubat’ta uyguladıkları ve dayatmaya yönelik zorbalık, ne yazık ki TSK’nın bünyesinde yapılıyordu.

Başta Adalet Bakanlığı olmak üzere HSYK gibi ve Genelkurmay Başkanlığı gibi devletin önemli kurum ve kuruluşları da onlara adeta göz yumarak, “Tavşana kaç, tazıya tut” anlayışıyla adeta şer ve fitne unsurlarına göz yumuyorlardı.

Size çok bariz ve önemli örnekler vererek anlattıklarımın her şeyini kanıtlayan bir belge paylaşıyorum.

Bu belge Türkiye Cumhuriyeti Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’na aittir.

998/153 esas sayılı dosyaya ait bir iddianame.

Bu iddianamenin küpürünü bu köşede ibret olsun diye siz değerli okurlarımıza sunmak istiyorum.

Gerçekten bu iddianame Türk Hukukunun, Türk Yargısının ve yargılama usulünün, daha doğrusu Adalet Bakanlığının ve o dönemdeki HSYK’nın bir yüz karasıdır.

Zira dayanaksız, tutanaksız, hiçbir yere dayandırmadan yalan, sahtekârlık ve şerefsizlikle hazırlanmış bir iddianamedir ki insanların tüylerini ürpertiyor.

JİTEM’in bünyesindeki millete yaşatılan devlet terörüne dayanarak hazırlanan bir iddianame nasıl ki hazırlanmış bir iddianameyse, meşhur Mutkili Başçavuş Ali Kaya’nın el yazısına dayalı sözde PKK’nın hazırladığı bir belge olarak uydurarak, bizleri mağdur etmek için bir yerde hazırlanmış bir iddianamedir.

Bu iddianame ne kadar Türk Yargısının skandalı ise, ona uymayan dönemin 4 Nolu DGM’nin beraat kararı da tarihi Türk Yargısının ve vicdanlı Hakim ve Savcılarının yüz akıdır ve şeref simgesidir.

Dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı tarafından hazırlanan o sahte iddianameyi adeta paçavraya döndürerek, hukukun yüceliğini korumuş ve Türk Yargısının namusunu kurtarmıştır.

Ama ne yazık ki bu tür sahteciliği yapan, dönemin görevlileri hakkında hala da herhangi bir soruşturmanın yapılması söz konusu olmamıştır.

İşte bizi üzen ve her gün biraz daha devleti, milletin gözünden düşüren, toplum nezdinde küçük düşüren bu tür acımasızlıklar ve mezalimlerdir.

Ve ne yazık ki dönemin uygulayıcıları hak ettikleri cezalarla karşılaşmamışlardır.

İşte sahtekârları ve sahteciliği koruyan sahte bir iddianame.

En derin saygı ve sevgilerimle.