IRKÇILIK ÜZERİNE BİNA EDİLEN SİYASET, SİYASET DEĞİLDİR!

Evet, sevgili okurlar.

Türkiye’deki mevcut siyaset, "kargaşa ve kavgadan" kendini kurtaramadığı gibi; olup-biteni de körüklüyor?

Ne yazık ki çırpındıkça batıyor.

Toplum da, bir türlü günlük endişeden, korkudan kendini kurtaramıyor.

Gerçekten, ekonomiksel günlük hayat akışları nerdeyse durma noktasına geldi.

Ticaretin durması, alış-verişin olmayışı, esnaf, tüccar ve iş çevrelerini vahim derece oe mağdur ediyor.

İktisadi durgunluk büyük tehlikeler arz ediyor.

Banka faizleri başını almış gidiyor.

Piyasadaki tefecilik, uygulaması büyük çapta revaçta…

Kimin eli kimin cebine giderse, güçlü para babaları güçsüz yoksul insanların kanını kuruturcasına perişan ediyor.

***

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, iktisadi ve ticari durgunluk gerçekten çok büyük tehlike arz ediyor.

Bunun sebeb-i mucibesi ise açık ve nettir.

Siyaset alanında yürüyen siyaset kahramanları (!?) ister iktidar olsun, ister muhalefet olsun, halka hizmet yerine "rant ve şöhret" peşinde koşmakta yarışıyorlar.

Irkçılık, bölgecilik, particilik, bölücülük, had safhada…

Bu durum, toplumu tedirgin etmekle beraber, zehirli bal lokması gibi topluma yutturuluyor ve toplum da ne yazık ki böylesine siyaset madrabazlığına kanıyor.

Kandıkça da çırpınıyor, çırpındıkça da batıyor.

Ülkemiz tüm ücra köşelerine kadar, özellikle bölgemiz her gün masum insanların dökülen kanıyla karşı karşıyadır.

***

Irkçılık palavrası…

Yüzyıl önce İttihat Terakki Hükümetinin gizli entrikalı oyunlarıyla, jön Türklerin himayesiyle batı dünyasından ithal edilmiş, devletin ve siyasetin bünyesine sokulmuş "mayın" gibidir..

Nitekim, çok kısa bir süreç içerisinde 33 senelik bir Osmanlıyı yöneten ulu hakan Sultan Abdülhamit alaşağı edildi..

Para karşılığında ucuz fetvacılardan fetva çıkararak; “Bu padişah devleti yönetemez" durumuna gelmiştir denilip, Abdülhamit’i tahtından ettiler.

Ve böylece Devlet yörüngesinden çıkmış oldu..

Ki, dört-beş sene içerisinde dünya savaşının duvarına çarparak, darmadağın edildi.

Ve o günkü devlet, bugünkü devlet.

İşte hali pür melalimiz ortada.

***

O gün; Arap, Türk, Kürt, Ermeni, Boşnak ırkçılığıyla ortaya çıkan büyük bölünme unsurları yine İttihat Perverlerin gölgesinde oldukça büyütüldü…

Büyüdükçe de palazlandı ve koskocaman bir İslam dünyasını paramparça etti.

Bilindiği üzre İstanbul-Medine arasında, devlet demir yolu hattı inşa edilmişti..

Şam, Ürdün, hatta Suudi Arabistan hudutlarına kadar dayanmıştı..

İşte bu tren hattı o dönemde teröristlerin, eşkıyaların vasıtasıyla havaya uçuruldu.

Ve Devlet Demir Yolu'nun bu hattı kullanılamaz hale getirildi.

Hedef; "İslam ülkeleri arasındaki" bağlantıları kesmek..

O tarihlerde Hac seferleri dahi nerdeyse durdurulmuştu..

Tüm bu sinsi saldırılara rağmen; İslam ümmetinin kalbinden ve ruhi cevherinden İslamiyet’i sildirememişlerdir.

Herkes, buna rağmen İslamiyet’e sımsıkı sarılmış ve İslam dinini Kur’an himayesinde günümüze dek, büyük aktifliğiyle devam ede gelmiştir.

Ama “Su uyur, düşman uyumaz” misali…

Batı dünyası, o gün ne kadar çalışmışsa ve o projeleri ne kadar uygulamaya koyabilmişlerse bugüne kadar tüm aktifliğiyle aynı o uzantı devam ediyor.

Zaten İslam dünyası da bu serüven içerisinde bölük pörçük haline geldi.

***

Evet..

Fesat, bozgunculuk, dinsizlik, haçlı ve siyon emperyalizmin uşaklığı son haddine ulaştı.

Özellikle Türkiye’mizde; particilik, politika, siyaset ve demokrasi "adı" altında yapılıyor.

Ve ne hazindir ki günümüz toplumunda; toplumsal alaka, kardeşlik ve iman bağı nerede ise kopmak üzere…

İslam kardeşliği ortadan kaldırılmış gibi…

Kur’anın ana çizgisinden birisi de “İnnemel mu’minune ihvetûn..”

Müminler ancak kardeştirler.

Bu kaziyeyi muhkeme siyaset yoluyla arka plana atılmak istenmek üzere rafa kaldırılmıştır.

İslam dini müminler arasında kardeşliği, uhuvvet-i İslamiye damgasıyla ortada yürürken, siyaset yoluyla bu arka plana atılmış, nerdeyse toplumun kalbinden, beyninden, ruhi duygularından silinlmek üzere!..

Bu Kur’an gerçeğini siyaset yoluyla ortadan kaldırma aktifliği her gün biraz daha devam etmektedir.

Oysaki İslam kardeşliği, yüce kitabımız Kur’anın hükümleri gereğince, hangi dilden, hangi ırktan, hangi coğrafyadan olursa olsun, ümmetin bireyleri arasındaki kardeşliğin gereğiyle büyür..

Çünkü, İslam kardeşliği tanışmadır, inkârcılık değildir, ulaşmaktır, alakayı birbirine bağlamaktır, kesmemektir.

Sevişmektir, kucaklaşmaktır, nefret dili kullanmamaktır ve nefretle birbirine bakmamaktır.

***

Zira Efendimiz (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor;

“La tahasedu”

Birbirinizle çekişmeyiniz.

Haset, kin ve buğz beslemeyiniz.

Biri diğerinizden arkanızı çevirmeyiniz ve bölünmeyiniz.

Allah’ın gerçek kulu olunuz.

Tüm bunlara rağmen, emperyalist batı dünyası nerede ise bir asırdan fazladır, İslam ülkeleri arasında, özellikle Türkiye coğrafyasına sokmuş olduğu bölücülük fitnesini, kardeşlik ipinin çözülmesi için oldukça kirli plan ve projelerini dün olduğu gibi bugün de uygulamaktadır.

***

Bu itibarla çağımızın büyük Îslam Âllamesi Said-i Nursi Hazretleri, her ne kadar bugün kendisi hayatta değilse de, eserleri hayattadır.

“Mektubat” isimli kitabının 16. Mektubunun 1. nüktesinde şöyle diyor;

“Bana diyorlar ki Niçin siyasetten çekildin?

Hiç yanaşamıyorsun.

Elcevap: Dokuz on sene evveldeki eski Sait bir miktar siyasete girdi.

Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu.

Ve netice itibariyle o yol, müşkülatlı problemli bir yol ve bana fuzuli gelen lüzumsuz bir hizmet yolu olarak gördüm ve çekildim.

Her bir hizmet yapmak isteyen insanın hedefine ulaşmasına mani bir yoldur.

Çoğu yalancılık ve bilmeyerek Ecnebi parmağına alet olmak ihtimali var.

Hem siyasete giren ya muvaffak olur (başarır) veya muhalefette kalır.

Eğer muvaffak olsa memur ve mebus olmadığım için, siyasetçilik şahsen bana fuzuli gelir ve hedefimden beni alıkoyar.

Eğer muhalif bir siyasete girsem, ya fikir ile veya kuvvet ile karışacağım.

Eğer fikir ile olsa bana ihtiyaç yok.

Çünkü benden daha iyileri bekledikleri bazı kasıtlı hedeflere ulaşmak isteyenler var”

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Üstat şöyle devam ediyor;

“Bana diyorlar ki sana Said-i Kürdi derler, belki sende ırkçılık ve asabiyet fikri söz konusu olabilir.

O ise işimize gelmez.

Ben de derim ki onlara;

Hey efendiler!

Eski Sait ve yeni Saidin yazdıkları meydanda, eserleri orta yerde.

Şahit gösteriyorum ki ben “El İslamiyetu cebbetil asabiyyetel cahiliyete” ferman-ı katisiyle yani İslamiyet cahiliye unsuru olan ırkçılığı kökten kurutmuştur, karşısındadır, kabul etmiyor.

Eski zamandan beri menfi milliyet ve ırkçılığa Avrupa’nın bir nevi Frenk illeti olduğundan bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım.

O Frenk, kendi pis illetini İslam milleti içine atmış, ta tefrika versin, parçalansın, yutmasına hazır bir lokma olsun diye.

O Frenk illetine karşı tedaviye çalıştığımı ve bana temas edenler biliyorlar.

Madem hakikat budur, hey efendiler!

Rasgele bir hadiseyi bahane edip bana sıkıntı vermeye sebebiniz nedir acaba?

Bana ırkçılık ve Kürtçülük isnadınız boşunadır”

Aynı şekilde devamını yarın sizinle paylaşmak üzere, bugün burada son veriyoruz.

Ancak buna ilaveten yüce İslam dininin insanlar için getirmiş olduğu huzur, her türlü siyasetin üstündedir.

Kasıtlı olarak aramıza batı dünyasından Roma hukuku ve demokrasi adı verilerek ithal edilen bir hukuk sistemi de İslam dışı bir sistem olduğu için, İslam dini buna yer vermez.

Ve bugünkü tefrika, bölünme, kargaşa ve terörün ana dayanak noktası da burasıdır.

Yani sekülarizm anlayışıyla Kemalizm ve materyalist dinsiz imansız bir felsefe ve ideolojilerle bu toplum bu siyasetle bir yere varamaz.

Bir İslam ülkesinde hiçbir zaman bunlar revaç bulamaz, geçerli sayılamaz.

Onun için toplum, bundan her gün biraz daha zarar görüyor.

Kan akıyor ve gözyaşları dökülüyor.

Bu konuları yarın tüm detayıyla sizinle paylaşacağız.

En derin saygı ve sevgilerimle.