İSLAM DÜNYASINDA TERÖR!
Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği gibi dünkü sohbetimize başlık olarak
kullandığımız “İtilaf devletleri büyük ittifak içinde” ifadesi yerli yerinde
bir ifadedir.
Zira mevcut olan gerek Türkiye’de olsun, gerek
Ortadoğu’da olsun, gerek tüm İslam dünyasında olsun…
Terörün perde arkası, gizli şirk ordularıdır.
Küfür dünyasıdır.
Kendini medeni dünya olarak adlandıran emperyalist
haçlılardır ve sömürücü Siyonist İsrail’dir.
Özetlemek gerekirse, tek kelimeyle diyebiliriz ki;
Bugün değişik isimlerle olsun, değişik bahanelerle olsun,
ne olursa olsun, terörün perde arkası; MOSSAD, CIA, Masonluk, Gladio, Mafya ve
terör örgütleri arasındaki bilinmeyen ilişkiler.
İşte bu ilişkilerden yola çıkarsak, ümit ediyoruz ki
belki Türkiye devleti olarak bir nebzecik de olsa terörle mücadele de hedefine
ulaşır.
Bu samimiyet ister, ciddiyet gerekir, yüreklilik ister…
Bu da gerçek mana da milli ruhu taşıyan, sadakatle
devleti yöneten milli iradeyle mümkündür?
Milli irade ruhunu taşıyamayan hiçbir iktidar terörle
mücadelede başarılı olamaz.
Kandırmacalarla, yanıltmalarla, halkı yanlış
yönlendirmelerle ülke bir yere varamaz, tam tersine her şey geri teper ve şer
odaklarının bekledikleri bulanık hava gerçekleşir.
* * *
Evet, şer odakları dedik.
Tabii ki bilinen PKK terör örgütü bir şer odağıdır.
Ne kadar o şer odağı ise ona karşı mücadele vermeyen
Kemalist anlayış da o kadar şer odağıdır.
Yıllardan beri gizliden gizliye de olsa bu şer odaklarını
bünyesinde barındıran, gittikçe büyüten mevcut sistem de o kadar tehlikelidir
ve şer odağıdır.
Kim ne derse desin?
Bu ülkenin terörle mücadele de başarı elde edilebilmesi
için, bugünkü mevcut “demokrasi putuyla” değil, faşizan Kemalist anlayışla
değil, dinsiz, inançsız, sekülarist anlayışla değil, yepyeni bir Türkiye,
yepyeni bir anlayışla sağlayabilir.
O da bin yıllık aba ecdatlarımızın ruhi direniş
anlayışıdır ki; bu memlekette bu ülke insanı rahatlıkla nefes alabilsin.
En büyük önderin yüce Kur’an olması lazım.
Bin yıllık aba ecdatlarımızın yeni ruhunu canlandırıp,
şahlandırmakla olabilir.
Milli irade ruhu şahlanmadığı müddetçe, bu parlamenter
sistemiyle bize göre beklentilerimiz boşuna olur ve zaman kaybetmekten başka
bir şey de olmaz.
Ateş bacayı sarmış!
Hala da biz İttihat Terakki Cemiyetinin birer uzantısı
durumundu olan batıl cumhuriyetçilikle, Kemalizm’le, Laisizm’le, CHP’nin katil
ve yanlış ideolojileriyle bu ülkeyi yönetiyoruz.
Çünkü bu batıl yolda giden siyasetin yanında yavru paketler
de çıkar ki bu yavru paketlerin içinden yeni yeni partiler çıkar.
İster HDP olsun, ister başka parti olsun, ister PKK
olsun, ister DHKP-C olsun, ister DAEŞ, olsun. Her ne olursa olsun…
Bize göre zaman kaybediliyor.
Zaman kaybetmeden herkesin birleşerek yola çıkması
gerekir.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Dünkü yazılı ve görsel medyanın sayfa ve ekranlarına
bakıldığında, insanın tüyleri diken diken oluyor…
İnsanı ruhen sarsıyor, kalben cerahat kusuyor.
O kadar üzüntü, o kadar stres, o kadar heyecan…
Her Allah’ın günü askerin, polisin, Anadolu’daki ana baba
kuzularının cenazesi geliyor ve dini merasimler neticesinde toprağa veriliyor.
Kimse kimsenin yarasına merhem olmuyor.
İş, sadece görüntülerde kalıyor.
Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde 11. gündür sokağa çıkma
yasağı devam ediyor.
On binden fazla halk evini barkını terk ediyor ve diğer
şehirlerdeki yakınlarına sığınıyor.
Daha dün, bir teğmen ve bir polis memuru şehit edildi.
***
İnsanın aklına ilk gelen şu acaba Suriye’nin yavru bir
örneğimi oluyor Silvan?
Devlet o kadar zaafa mı düştü?
Böylesine sorular akla gelmiyor değil.
Ama hatırladığımız kadarıyla, bundan 60–70 yıl önce
Silvan ilçesi o kadar ulema, âlim kesimleriyle dopdoluydu ki, her mahallede iki
üç tane medrese, Kur’an, Hadis, Tefsir okutan müderrisler, âlimler ve hocalar
vardı.
Silvan sanki Kâbe’nin veya Medine’nin birer mahallesi
durumunda görünüyordu.
Zira içinde fıkıh, hadis, tefsir dersleri veren Seyda
Molla Hüseyin-i Küçük isimli bir İslam âlimi vardı.
Seyda Molla Yakup Uyanık vardı.
Seyda Molla Hamit Efendi vardı.
Her birisi Kur’an ilminin uzman ulemalarıydı.
Tabiri caizse Silvan halkı 7’den 70’e onlara
tapıyorcasına ellerini öpüyordu, dualarını bekliyordu, yaşlı oldukları halde
onların yakın hayranları tarafından sırtına alıp Cuma namazı için camiye
getiriyorlardı.
Sevgi, muhabbet, dostluk son safhadaydı.
1953’lü yıllardaydı, bugün gibi hatırlıyorum.
Ergenlik çağında genç biri olarak, bende orada ilim
tahsil ediyordum.
Ama ne yazık ki o gün mevcut sistem, cumhursuz bir
cumhuriyet anlayışının hükümetleri tarafından, yani faşizan bir Kemalist unsur
tarafından kaş yapayım derken göz çıkarılıyordu.
Birer mürşit durumunda olan o büyük âlimler ve
medreseleri, daima tarassut ve murakabe altındaydı.
Polisin ve jandarmanın takibinden düşmüyordu.
O günün cami ve medreseleri, polis ve jandarmanın
kontrolünden kurtulamıyordu.
İnkârcı, batıl bir eğitim sistemiyle okutulan ve
yetiştirilen o dönemin kuşakları ne yazık ki bugün artık silahlanmış durumda.
Devletle, milletle savaşıyor ve PKK adına sözde
kendilerini kurtarıcı ilan edebiliyorlar.
Ve çağdaş medeniyet diye kendini nitelendiren, hele hele
cumhuriyetçi Kemalist bir anlayışla yola çıkan, gelen giden hükümetler ne yazık
ki bu ülkeyi böylesine şer odaklarından kurtaramıyor.
Bu yörede halkın anlayışında hâkim olan bir gerçek
vardır. O da şudur;
"Bu ülkenin, bu coğrafyanın bugünkü hale düşmesinin
yegâne sebebi batıl bir rejim altında eğitilen gençliktir."
İşte bu anlayışla eğitilen bir gençliğin elinden ancak bu
gelir.
Kimi kime şikâyet edersin ki?
* * *
Sevgili can dostlar!
Fazla uzatmayalım, sizi de rahatsız etmemek kaydıyla,
tarihi küçük bir örneği size sunmak istiyorum.
Günün birinde iki arkadaş yola çıkıyor.
Yolları devam ederken, büyük bir nehrin kıyısına
gelirler.
Ama su geçit vermiyor ki geçsinler.
Arkadaşın birisi diğer arkadaşına diyor ki;
“Gel burada biz kendi imkânlarımızla bir kayık yapalım,
bu kayığın üzerine ağaçtan sırık atalım ve o ağaçların üzerine de tulumları
şişirip atalım.
Böylece kayık olur biz de karşıya geçeriz”
Böyle bir teşebbüse girişiyorlar.
Diğer arkadaş diyor ki;
“Ben bu işe girişmem, pek güvence vermiyor, ya bu
tulumların havası suyun içinde sönerse o zaman batarız ve ölürüz”
Diğer arkadaşı “Ben yaparım ve geçerim” dedi.
Kendiliğinden kalkıp bu yola başvurdu, tulum getirip
üfürerek şişirir, ağızlarını bağlar ve sırıklarla kayık yapar.
Üzerine atılan sırıklarla kayık meydana gelir, biner ve
suyun ortasına gelir.
Bağladığı o tulumların ağzı gevşer ve hava söner, sönünce
şişkinlik de düşer, şişkinlik düşünce de adam batar.
Batmak üzereyken, arkadaşını çağırır;
“Aman kurtar beni, batıyorum” der.
Arkadaşı diyor ki;
“Yedâke ev keta ve fu ke nefeğ”
Sen o tulumları ağzınla şişirdin, elinle bağladın.
Ben sana yardımcı olamam, ne yaptınsa kendi elinle
yaptın”
* * *
Evet.
Meselemiz bundan ibaret.
Bugün başımıza gelenlerden dolayı kimseden şikâyetçi
olmaya hakkımız yok.
Gerçeği konuşmak gerekirse yüz yıllık mazimize göz
atmamız lazım.
Bazı önemli hıyanet şebekelerinin vasıtasıyla nereden
nereye geldik ve daha bundan sonra da ne olacak?
Bakınız!
Daha dün Manisa'da, tüm dünya kamuoyu önünde iki masum
bayan paralelci yaftasıyla, eli kelepçeli gözaltına alınıyor.
Bu bir ibret vesikası.
Anlayan anlar…
Allah sonumuzu, encamımızı hayreyleye demekten başka
yapacak bir şey yok.
En derin saygı ve sevgilerimizle.
Hayırlı Cumalar.