İSLAM DÜNYASINDAKİ DEVLETLER VE DERİN YAPI! (II)

Evet, sevgili okurlar.
Malumunuz üzre, son birkaç yüzyıldan beri dünyayı ilgilendiren güçler, bu coğrafyada güçlülüğünü, hükümranlığını acımasızca sürdürmektedir.
Güçsüz milletler, ne yaparlarsa yapsınlar…
Güçlü, silahlanmış batı dünyanın zalim güçlerine karşı ne kendi dilleriyle, ne coğrafyalarıyla, ne de tarih ve kültürleriyle hiçbir cihette bu mezalim yağdıran güçlerle başa çıkamazlar.
Zaten hâli âlem meydanda…
Kimse bunu inkâr edemez.
Ekonomiksel olarak hâkimiyet, bugün doların elinde…
Lügat ve lisan İngilizce…
Herkes İngilizce öğrenmeyi tercih ediyor.
Neredeyse anadilini son plana bırakıp, İngilizceye yöneliyor.
Gerçekten de İngilizce dili bugün hâkimiyetini tüm beşeriyetin üzerine özellikle Asya, Avrupa, Afrika ve Ortadoğu’nun güçsüz kalmış milletleri üzerine hükümranlığını sürdürmeye devam ediyor.
Aynı zamanda da sömürüyor.
Ortadoğu devletçiklerini kendine birer sömürü mekânı yapmıştır. Tıpkı ormandaki zalim, acımasız yırtıcı hayvanların güçsüz hayvanların üzerine yaptığı despotizm gibi…
Geçmişe yönelik, yani 1770’li yıllarda Avrupa hurafeye dayalı kilise hegemonyasından kurtulmak için laikliği yeni çağdaş bir medeniyet olarak ileri sürmüş, onunla tanışmış ve aynı o batıl, hain girişimini İslam dinine karşı yapmaya devam ediyor.
Başta Türkiye ve Mısır olmak üzere Sekülarizm’ini zorla dayatıyor, İslam ve Kur’an medeniyetini geri plana bırakmak üzere kilisenin üzerindeki laiklik dayatmasını tüm İslam dünyası üzerine de yapmaktadır.
Böylece Kur’anından uzaklaşan ve yozlaştırılmış bir dünya ile tanıştırmak istiyor. 
Oysaki mezalime dayalı bu medeniyet, başka milletler nezdinde bilimsel olarak hiçbir zaman medeniyet sayılmaz.
Demokrasi de olamaz.
Olsa olsa vahşetin, canavarlaşmanın, zorbanın iskeletine medeniyet ve demokrasi kılıfını giydirmiş makyajlı cansız bir iskelete benzer.
Hâlbuki çağdaş bir medeniyet tarifine bakıldığında; 
Medeniyet; insanlığın vazgeçilmez yegâne bir sıfatıdır.
İnsanlığın varlığından nitelendirilmiş bir niteliktir.
Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak isteyen insanlığın olmazsa olmazıdır.
Bu sıfat insanlığın üzerinden kaldırıldığı zaman, artık insanlık cevherini de beraberinde götürür.
Terör, anarşi ve vahşet, toplumların başına musallat oluyor.
Tıpkı bugünkü Türkiye’mizin ve bazı önemli komşularımız olan İslam ülkelerinin başına geldiği gibi.
Sözde çağdaş medeniyetin hazırladığı demokrasi iskeletinin ne yazık ki uzaktan yakından medeniyetle alakası yok. 
Bilakis insanlığın cansız kadavraları üzerinde oynanmakta olup, o cansız bedene makyaj giydirerek acımasız vahşeti medeniyet göstererek, yüz binlerce insanın cesetleri üzerine yürüyorlar.
Öyle bir hal alıyor ki insanları kafile kafile, grup grup, kavim kavim ve aşiretler halinde bir hayvan sürüsü gibi yürütüyor ve yönetiyor.
Hem de yalın kılıcını göstermek suretiyle onların başına sallaya sallaya, onları köleleştirme istidadına sokuyor.
Bu itibarla diyoruz ki;
Bugün batı dünyasının Doğu dünyası üzerindeki yapmış olduğu hâkimiyet ve sözde medeniyet hegemonyası bir türlü dikiş tutturamıyor.
Onlar kendine ne kadar medeni dünya diyorsa desin, çağdaş teknolojik bir dünya varlığından bahsediyorlarsa etsinler…
Masum, mağdur ve güçsüz Doğu insanının üzerine zulüm devam ediyor.
Adaletin gölgesinden geçilmiyor.
Tıpkı Ortaçağ dönemindeki derebeyliğin varlığı ile hurafeye dayalı kilisenin karanlık cehaleti gibi…
İşte Avrupa’yı, haçlılığı, bu makyajlı giysiyle kendini ne kadar medeni dünya olarak gösterirse göstersin, yol kesen eşkıyalar gibi batı dünyası İslam dünyasının yolunu kesiyor, soyuyor, soyduruyor ve gerekirse onları toplumsal vaziyette kendi varlığının idamesi için birer kurban haline getiriyor.
Her Allah’ın günü görüyoruz ki Suriye’den, Afganistan’dan, Irak’tan kaçan göçmenler Akdeniz kıyılarında kendi özbeöz ülkelerini terk edip, ocak ve barınakları başlarına yıkılıp kafile kafile hava ile şişirilmiş botlara bindirilip, denizin ortasında sulara gömülüp gidiyorlar.
Bunlar da hep İslam’a intisap etmiş insanlar.
Tarih boyu İslam’ın başına musallat olan batı dünyasının bu kirli bulutları ne yazık ki hep zehir saçıyor.
İslam dünyası da sözde demokrasi, hukuk, adalet mefhumları ile yola çıkıp kendi milletini birer kandırmaca kavramlarla teselli ediyorsa da heyhat ne yazık ki hiç de öyle değil.
Tam tersine medeniyet olarak gösterdikleri bu vahşet, tek dişi kalmış canavar.
Bakınız, merhum Akif şöyle diyor; 
“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, 
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. 
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, 
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?”
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Bediüzzaman Hazretleri kandırmaca Avrupa’nın Medeniyetini İslam Dünyası üzerinde makyajlamasına şöyle diyor;
“Avrupa medeniyetiyle müptela olan İslam dünyası ne yazık ki kendi hürriyetini, benliğini, varlığını, hamiyet-i diniye ve milliyeyi tamamıyla yitirmiş durumda.
Biz Müslümanların indinde (yanında) din ve milliyet, kavmiyet bizzat müttehittir (birdir, bölünmez bir değerdir).
Hiçbir zaman milliyetçilik din kavramından ayrılamaz.
Milliyet deyince İslam dini akla gelir.
Her ne kadar zahiri ve arızi olarak bu iki kelime arasında bir ayrılık var ise de hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Bilakis din, milletin hayatı ve ruhudur.
Her ikisine ayrıcalık vererek farklı bakıldığı zaman, kesinlikle hamiyet-i diniye avam tabakası ile havas tabakasına şamil oluyor”
Tabiri caizse burjuvazi ile proleter arasındaki hukuksal ve dini olarak hiçbir üstünlük söz konusu olamaz
* * *
Evet, yine Üstat Bediüzzaman ilave ederek şöyle diyor;
“Millet-i İslamiyenin sebeb-i saadeti yalnız ve yalnız hakaik-i İslamiye ile olabilir…
Ve hayat-ı içtimaiyesi (toplumsal ve sosyal dengesi) ve dünyevi saadeti ise ancak şeriat-ı İslamiye ile olabilir.
İslamın ana kural ve çizgileri paralelinde kazanılabilir”
Demokrasi yutturmacasıyla değil. 
İslam’ın ve İslam hukukunun bulunmadığı bir yerde adalet mahvolup gider.
Emniyet ve güvenlik zehr u zeber olur, alt üst olur.
İşte bugünkü halimiz ortada. 
Güneydoğu Anadolu’da yaşanmakta olan dram… 
Nerede ise devlet görevlileri artık mesai yapmaktan dahi bıkmak üzere…
Çünkü işyerine gidildiğinde, “acaba akşam sağ evime dönebilir miyim” endişesi içerisindedirler.
Demek ki yegâne kurtuluş İslam hukukundadır.
Ruhsuz batı dünyanın imansız demokrasisinde değildir.
Ahlaksızlık, pis hasletler nerede ise artık toplumların üzerine galebe çalıyor.
İş, yalancıların dalkavukların elinde kalmış durumda.
Size bu hakikati ispat edecek binler delillerden bir küçücük numune olarak bu hikâyeyi nazar-ı dikkatinize sunuyorum.
Devamı yarın.
En derin saygı ve sevgilerimle.