İSLAM DÜNYASINDAKİ DEVLETLER VE DERİN YAPI! (III)
Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten, ülkemiz olağanüstü hallerle karşı karşıyadır.
Düzen, bir türlü dikişlerini tutturamıyor.
Koalisyon kurma anlaşması üzere bir araya gelen AK Parti
Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Davutoğlu’nun CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu ile görüşmesi beklenmedik bir biçimde saat 14.00’te sona erdi.
30 günden beri her iki parti arasında yapılan koalisyon
maratonu da böylelikle son buldu.
O anlaşmada da bir türlü dikiş tutturulamadı.
Bakınız, Türkiye’nin durumu olağanüstü bir durumdur.
Halk çok tedirgin…
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki terör oldukça azgınlaşmış
ve Türkiye’ye yayılıyor.
Ama bu da unutulmamalıdır ki;
Bu sistemin hiçbir alanda dikiş tutturamamasının temel
nedeni; CHP’nin yıllardan beri Kemalist, Sosyalist anlayışın sabıkasıyla yola
çıkmış olmasıdır.
Son olarak da AK Parti’nin iktidar nimetlerinden
faydalanmak üzere “Bir koalisyon kuralım” esprisiyle yola çıkmıştır.
Ülkeyi yönetebilecek ciddi bir hukuk ve demokrasi
sermayesi güçsüzdür.
Hatta “hiç” sayılabilecek durumda.
Rasgele her kafadan çıkan ses, olayları daha da
belirsizliklere götürüyor, oldukça da muammalaştırıyor.
Peki, paylaşılamayan nedir?
Başbakan diyor ki “CHP’nin iki isteği bizde geçersizdir.
Dış politika ve eğitim konusunda anlaşamadık”
Aslında kamuoyu nezdinde; zihinleri fazla bulandırmamak
ve halkı tedirgin etmemek için bu konuşmalarla yetinmişlerdir.
Temelde ise dini vecibelerin yerine getirilmesidir ve bu
da “Milli Eğitimle olabilir” düşüncesine din konusunda büyük sabıkaya sahip
olan CHP yanaşamadı ve yanaşmak da istemiyor.
Anlaşılan budur ki insan temel hak ve özgürlüklerine
aykırı bu düzen ile bir yere varılamaz ve ülke oldukça gerilemeye doğru
götürülüyor.
Düzen, mutlak surette halkla ve hakkaniyetle ters
düşüyor.
Yıllardan beri ülke insanının ahlakıyla, inancıyla bağdaşmayan; İslam’ıyla, gelenek görenekleriyle, örf adetleriyle ters düşen bir düzen, Kemalizm’in, Laisizm’in, Atatürkçülüğün, çağdaşlığın gölgesinde yürüyerek bu ülke siyasetini bir yere taşıyamadı.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Bediüzzaman Hazretlerinin Hutbe-i Şamiye’de kullandığı
son ifadeyi dün sizinle paylaşmıştık.
Ve bu yazının içeriğini güçlendiren, İslam dışı
düzenlerin ne kadar hukuk dışı olup, ülkelere hayır değil uğursuzluk getiren
düzenler olduğunu kanıtlamak üzere geçmiş zamanlara yönelik hırsızlık ile
ilgili bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Dünkü yazımızda da ifade ettiğimiz gibi Üstat şöyle
diyor;
“Millet-i İslamiyenin sebeb-i saadeti ve mutluluğu yalnız
ve yalnız hakaik-i İslamiye ile olabilir.
Ve hayat-ı içtimaiyesi ve saadet-i dünyevisi Şeriat-ı
İslamiye ile olabilir.
Yoksa adalet mahvolur gider, emniyet zehru zeber olur.
Ahlaksızlık pis hasletlere galebe çalar.
İş, yalancıların, dalkavukların eline kalır.
Size bu hakikati ispat edecek binler delillerden bir küçük örnek olarak bu hikâyeyi nazar-ı dikkatinize havale ediyorum”
* * *
Dünden kalan yazımız şöyle devam ediyor;
“Bir zaman, bir adam geniş bir sahrada Bedevi Arap
çöllerinde yürürken, göçerlerin barınaklarından birinden geçer ve orada saygın
bir zatın evine misafir olur.
Bakıyor ki oradaki insanlar, mallarını, varlıklarını,
sermayelerini muhafaza etmeye hiç önem vermiyor.
Rasgele sağa sola koyuyorlar.
Hatta ev sahibi, günlük para kaynaklarını evin bir
kenarına açık olarak bırakıyor.
O Misafir ev sahibine diyor ki;
‘Siz eşyanızı kapalı bir yere bırakmadan, açık
bırakıyorsunuz. Hırsızlıktan korkmuyor musunuz malınızı rasgele her tarafa
atmışsınız’
Ev sahibi diyor ki;
‘Biz de hırsızlık olmaz”
Misafir;
‘Biz paralarımızı açık bırakmak yerine tam tersine
kasalarımıza koyduğumuz ve kilitlediğimiz halde, o kasalar bizim elimizde
olduğu halde, çok defa hırsızlık oldu ve kimse de başa çıkamıyor’ diyor.
Ev sahibi;
‘Biz emr-i ilahi namına ve adalet-i şeriyye hesabına,
kişinin yapmış olduğu hırsızlık suçundan dolayı elini kesiyoruz’ diyor.
Misafir hayretler içinde şunu diyor;
‘Hırsızlık olayı o kadar çok ki sizin ülkenizde rasgele
iki kişiyle karşılaştığında birisinin eli olmaması lazım.
Bizim memlekette hırsızlık çoktur, böyle olursa herkesin
hırsızlık suçundan eli kesilmesi gerekir ki halkın birçok yönüyle tek elle
yaşaması lazım gelir’
Ev sahibi diyor ki;
‘Hayır, hiç de öyle değil.
Ben 50 yaşıma girdim, hayat boyunca hırsızlık suçundan
sadece bir elin kesildiğini gördüm’
Misafir yine hayretler içinde kalıyor ve diyor ki;
‘Memleketimizde her gün 50 adamı hırsızlık yaptıkları
için hapse sokuyoruz, sizin buradaki adaletinizin yüzde 1’i kadar tesir
vermiyor.
O ev sahibi diyor ki;
‘Siz memleket olarak büyük bir hakikatten ve acip ve
kuvvetli bir sırdan gaflet etmişsiniz, terk etmişsiniz ve yanaşmamışsınız.
Bu nedenle adaletin hakikatini kaybetmişsiniz.
Maslahat-ı beşeriye yerine adalet ve hukuk perdesi
altında garezler, zalimane ve tarafgirane cereyanlar müdahale eder.
Hükümlerin tesirini kırar.
Onun için sizde şeriatın hükümleri bulunmuyor, hırsızlık
da çoğalıyor.
O hakikatin sırrı budur.
Bizde bir hırsız elini başkasının malına uzattığı
dakikada hadd-i şer’inin icrası (Şeriatın ve hukukun vermiş olduğu hüküm) ne
ise o hükmü yerine getirmek üzere elini kesiyoruz.
Zira hırsızlık suçundan dolayı el kesme şekli ve emri,
arş-ı ilahiden nazil olan Kur’anın hükmüyle gerçekleşmiştir.
Özelliğiyle, kalbin kulağıyla, kelam-ı ezeliden gelen ve
hırsız ve hain elin idamına hüküm eden “Maide” suresinin 38. ayetinin
hükümlerini icra ediyoruz.
Ayetin meali de aynen şöyledir;
“Yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir
müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah,
mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir”
Böylece imanı ve itikadı heyecana ve hissiyat-ı ulviyesi
harekete gelir, ruhun etrafından, vicdanın derin yerlerinden o sirkat meyline
hücum gibi bir haleti ruhiye hâsıl olur kişilerde.
Nefis ve hevesten gelen meyelan parçalanır çekilir, git
gide o istek ve arzu büsbütün kesilir.
Çünkü yalnız vehim ve fikir değil, belki manevi kuvveleri
akıl, kalp ve vicdan birden bire o hevese hücum eder, hadd-i şer’iyyeyi (İslam
hukukunun kurmuş olduğu hudutları) hatırlar.
O hissin karşısına çıkarak hırsızlık hissini mağlup eder.
Evet, iman hem kalpte, hem beyinde daimi bir manevi
yasakçı bıraktığından fena meyelanlar, histen nefisten çıktıkça ‘yasak’ der.
Evet, insanın fiilleri kalbin, hissin temayülatından
çıkar.
O temayülat, ruhun istihzasından ve ihtiyacatından gelir.
Ruh ise iman nuru ile harekete gelir.
Hayır işleri yapar, şer ve kötü işleri kendinden
uzaklaştırmaya çalışır.
Böylece kör hisler onu yanlış yola sevk edip mağlup
edemez.
Zira aklını başına alır, Kur’anın hükümlerini kendi
vicdanında toplar.
Hasıl-ı kelam.
İslam hukukuna göre ceza veyahut mükâfat hükümleri emr-i
ilahi ve adalet-i rabbaniye namına icra edildiği vakit, hem ruh hem akıl hem
vicdan hem insaniyetin mahiyetindeki latifeleri müteessir ve alakadar olur.
Bu hikâyenin gerçeğini Pazartesi gününe bırakıyoruz.
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı Cumalar.