İSLAM DÜŞMANLIĞI KANSER GİBİ YAYILIYOR!?

Evet, sevgili okurlar.

Sizinle olan son iki günlük sohbetimize başlık olarak kullandığımız; “TÜRKİYE KÜRESEL İĞRENÇ BİR OPERASYONLA KARŞI KARŞIYA”dır ifadesi, kapsam itibariyle günümüz kadar, tarihimizdeki “hadiselerin de” bir ölçüde, beyanıdır...

Ki, bu tespit odaklı ifademizi Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan da, yaşanan son hadiselere dair altını çizerek, kullanmaktadır...

Zaten olup-bitenler zımnen de olsa kanıtlamaktadır.

Bakınız, dünkü yazılı ve görsel medyada yer alan haberlerin başlıkları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünya kamuoyuna karşı beyan ettiği ifade; yer almaktadır...

Nitekim bizde bu ifadeyi görülen lüzum üzerine yazımıza başlık olarak kullandık...

 “İSLAM DÜŞMANLIĞI KANSER GİBİ YAYILIYOR...”

***

Başkan Erdoğan, bugün değil, gençliğinden beri bu misyonla yaşıyor ve bugün de yaşamaya devam ediyor.

Kati olarak emperyalist dünyanın İslam’a karşı ne kadar kin ve nefret sahibi olduğuna inanıyor...

Öyle inanıyoruz ki, o inancın paralelinde de mücadelesini tavizsiz sürdürüyor ve sürdürmeye de devam edecektir...

Başkan Erdoğan’ın bu minvaldeki tespitleri, hep yerli yerinde olmuştur...

Gerek halkı, gerekse inandığı davanın rotasında, hep doyurucu olmuştur...

Güven tesis etmiştir...

***

Başkan Erdoğan, Uluslararası Medya ve İslamofobi Sempozyumunda, dünyaya seslenirken, altı çizili önemli, mesajlar verdi...

Ve şöyle dedi;

“Karşımızdaki mesele İslam korkusu değil, İslam düşmanlığı.

Başta batı dünyanın pek çok yerinde İslam düşmanlığı hastalığı kanser hücresi gibi hızla yayılıyor.

Batı ülkelerinde kamu otoriteleri adeta bir İslam düşmanlığı yarışına girdi.”

Bu ifadelerinin satır arasını genişletirken, şunları da kaydetti Başkan Erdoğan.

“Küresel tehdit, bu düşmanlık artık anayasaya ve kanunlara dercedilmeye başlandı.

Bunlar artık İslam’a değil, kendi geleceklerine düşmanlık ediyorlar.

Dünyaya İslam’ın değil, İslam düşmanlığının küresel tehdit olduğunu anlatmalıyız.”

Sevgili dostlar...

Bu tespitlere, tarihsel vurgulara, küresel ve emperyalist, Siyonist yapıların İslam’a karşı hasımlıklarını ortaya koyan beyanlara katılmamak mümkün değildir..

Kim ne der bilmem..

Ama, İslam ve iman nokta-i nazarında hiç kimsenin katılmama gafletine girmemesi gerekiyor...

Çünkü, Başkan Erdoğan bir devlet büyüğü, bunları rastgele söylemiyor.

Nice tespitlere dayanarak bunları dile getiriyor...

Tabi, madalyonun bir de diğer yüzü var..

Denir ya, “iğneyi kendine, çuvaldızı karşındakine batır?”...

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tespitleri dedik ya tarihseldir..

Ve harfi harfine katılmaktayız...

Ancak, acizane zat-ı devletlerine bizden de bazı öneriler var...

Şöyle ki...

Batı dünyasının, haçlıların, Siyonistlerin, dış mihraklara bağlı tarihi düşmanlarımız tartışılmazdır...

İslam’a karşı besledikleri düşmanlık tarihseldir...

Ki, açık ve nettir.

İslam tarihi boyunca bu düşmanlıkları, hep devam ede gelmiştir..

Bize göre bu inanan bir ümmetin dikkatinden kaçmıyordur..

Zira “düşman, düşmandır” inancına sahip bir ümmet, her an için bunlara karşı uyanıktır.

Amma velâkin.

Gelelim iç meselelerimize.

Gönül arzu ediyor ki Sayın Cumhurbaşkanımızın “İslam düşmanlığı kanser gibi yayılıyor” ifadesi, yalnızca dış mihraklara yönelik olmamalı...

Zira bu düşmanlık dış mihraklarca ne kadar mevcut ise, içimizdeki ülkemizin en kılcal damarına kadar sirayet eden İslam düşmanlığını da görmemiz gerekir...

Bu yapı da, yıllardan beri devam ede gelmektedir.

Zaten anayasamızın dibacesinde bu yazıyor.

“Sekülar, laikçi, Atatürkçülük anlayışı, devrim ve inkılâplar” gibi bahaneler ve İttihat Terakki Cemiyetinin kuruluşuyla değişen yeni Türkiye’nin içine ekilip filizlenen küfür sisteminin mevcudiyetini kimse inkâr edemez.

Cumhursuz bir cumhuriyetin kuruluşundan sonra devleti ele geçiren CHP’nin Kemalist ve laikçi anlayışı bizim söylediklerimizin “delilidir?”...

Ve icraatlar, kanıtlamaktadır.

Her zaman burada kaydediyoruz ve diyoruz ki;

Gençlik çok büyük bir dejenerasyondan geçiyor.

Topluma bakıyoruz, dört bir tarafta buhran var..

Yakın aileler...

Ailelerimizin içindeki gençlerimiz...

Taşıdığımız işadamı unvanı çerçevesinde olaylara baktığımız da, hal-i durumun perişanlık arz ediyor...

Vahim bir gidişat söz konusu...

Çünkü, gençlik “bizim gençliğimiz” değil gibi...

Batının, batılın “gençliği” gibi...

İslami değerleri bilmeyen, yaşamayan nesil var..

Gençlerin vücutları dövme dolu..

Yüzde 60’ı, 70’i vücutlarını iğneliyor...

Dövme yaptırıyorlar...

Allah’ın yapısına razı olmuyorlar...

Kimi mekanlar..

Kimi yaşam alanları..

Kimi çevrelere baktığınızda, kadın erkek nerdeyse soysuzlaşıncaya kadar haya damarları çatlamış, milli kültürümüze hiç yakışmayan tavırlar içerisinde bulunuyorlar..

Bize göre en büyük İslamofobi tehlikesi içimizdedir.

Zira rejim olarak, sistem olarak hala da CHP’nin egemenliğini benimseyen, yaşayan bir rejimle yönetiliyoruz.

Okullarımızda İslam sevgisini, İslam muhabbetini, İslam terbiyesini enjekte etmiyoruz...

Eğer ki, enjekte etmiş olsaydık..

O kültür ve medeniyetle yetiştirmiş olsaydık..

Gençlik o terbiyeyle yetişmiş olsaydı..

Bin defa Avrupa, Batı dünyası, ne kadar İslamofobi derse desin havadır, laf-ı güzaftan ibaret olurdu?..

Çünkü tarih boyunca İslam dünyası gavurdan korkmamıştır, korkmaz da.

Gavurun düşman olduğunu bildiğini de kimse inkâr edemez.

Ancak en büyük tehlike, kendi içindeki çürümüşlüktür...

İslam’a karşı beslenen kindir, nefrettir...

Yıllar öncesine dayanan resmi kararlarla İslam’a karşı beslenen kin, nefret ve hatta İslam’ı “en tehlike unsur” olarak gösteren, zihniyetler ülkenin idaresine hükmedici oldular...

Daha bir kaç yıl öncesine kadar, İslam’a dil uzatan 28 Şubat’ın aktörleri yok muydu?.

Bunların oluşturduğu  darbeci anayasa ve yasaların uygulama biçiminde oluşan “yıkımlar” unutulamaz...

Zaten her şey A’dan Z’ye kadar tarih sayfasına geçmiştir.

Cumhurbaşkanımızın tespitlerini yerli yerinde görüyoruz, inanıyoruz.

Nitekim Cumhurbaşkanımız şu ifadeleri kullanıyor;

“İslam düşmanlığı tehdidine maruz kalan ülkeler bir araya gelerek güçlü bir iletişim ağı kurmalıdır.”

İşte çözüm bu...

Ki vaki mi bugüne kadar gelen giden devlet adamının böyle cesaret edip de gerçekleri dile getirip, kamuoyuyla paylaşmış?..

Ne mümkün?

Sayın Erdoğan’ın haricinde var mı?…

Öyle inanıyoruz ki, serzenişte bulunduğumuz “içimizdeki tehlikeyle” alakalı, zat-ı devletleri bizden çok daha iyi biliyor ve görmektedir!.

İstirhamımız şudur.

Devletin çok önemli kamu kurum ve kuruluşlarında, hatta bazı bakanlıkların bünyesinde yapılan keyfi uygulamalar, Başkan Erdoğan’ın “davasına” halel getirmektedir..

Ki, yapılanlar da rastgele değildir.

Hükümeti ve Cumhurbaşkanımızın davasını “gölgelemeye” yönelik gayretler olduğuna inanıyoruz...

İşte bu noktada, Cumhurbaşkanımızın ne yapıp edip bunlara el atması gerektiğini ifade ediyoruz...

Yıllardan beri AK Partinin bu memlekete vermiş olduğu emek boşuna gitmemelidir.

Dünkü yazımızda da söylediğimiz gibi gerçekten devletin bazı önemli kurum ve kuruluşları, bazı bakanlıklarıyla beraber kendilerini şaibeden kurtaramıyorlar...

Nitekim, dış ve iç medya 15-20 günden beri bunu konu ediyor.

Hele hele bu Adalet Bakanlığı bünyesindeki son yapılan üç bin yetmiş savcı ve hâkimlerin atama hususu…

Tabii elbette ki, devletin, hükümetin, kurumsal bir tasarrufudur...

Buna bir diyeceğimiz yoktur.

HSK’nın takdiri ne ise odur.

Yalnız, her zaman bu köşede satırlar arasında değindiğimiz çok önemli konular var.

Diyoruz ki;

Devletin çok önemli kurum ve kuruluşları…

Başta valilikler, yargı ve emniyet.

Bunlar devletin, ülkenin, milletin kılcal damarlarıdır...

Zaten kimse de inkâr edemez.

Bir kaziye-yi muhkeme durumundadır.

Ancak batıdan Doğu ve Güneydoğuya atanan bürokrat zevatın gerçek kimliğine, gerçek karakterine, gerçek inancına dikkat edilmesi gerekir diyoruz!.

Yaşam ve hayat biçimlerine dikkat edilmelidir...

Valiler, kaymakamlar, savcılar, hâkimler, önemlidir...

Görev atamaları, daha bir önemlidir..

Bakınız, HSK’nın bir önceki gün aldığı karar doğrultusunda olaya bakıldığında yukarıda bahse konu ettiğimiz şekiller ne yazık ki gerçekleştirilememiştir.

Örneğin; 6-7 ay önce İl Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınarak, merkez valisi oldu...

Yerine yeni gelen Vali..

İkili, aralarında mukayese yapıldığında, halkın Güzeloğlu’ya olan sevgisi ve çalışma takdiri daha bir ağır basmaktadır.

Yeni gelen Valimiz ise henüz tam manasıyla tespitlerimiz sonuçlanmamışsa da zahiri halde nerdeyse Sayın yeni Valimiz kamuoyuna kendini kanıtlayamamıştır.

Çok vakit geçmedi gerçi süreç daha azdır.

Ama “Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle yola çıkarsak, durum bundan ibaret.

Gelelim, Diyarbakır Cumhuriyet başsavcısı Ahmet Yavuz’la ilgili HSK’nın aldığı karar..

Sayın Yavuz,  iki yıldan beri Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yürütmektedir...

 Ki, bu görevi hakkıyla yerine getiren, makamını dolduran bir şahsiyet...

Başsavcı Yavuz Beyefendinin Diyarbakır Başsavcılığından alınıp Yargıtay Cumhuriyet Savcılığına atanması, gerçekten doğru ve samimi bir karar değildir...

Yanlış olmuştur...

Ki, Diyarbakır kamuoyunun da vicdanını rahatsız etmiştir.

Başarılı bir başsavcıydı.

Halka kuş bakışıyla bakan biri değildi...

Halkın içinden gelmiş biri olarak kendini kanıtlamış bir devlet adamıydı...

Keşke Diyarbakır’da daha fazlasıyla, görev yapması için karar kılınmış olunsaydı..

Diyarbakır kamuoyunun dikkatinden kaçmayan ve sorgulanan bir durum bu...

Zira eserleriyle belli olan çalışma şekli, dünkü Diyarbakır Söz Gazetesinde de manşetten verilmişti.

Halkın teveccühüne mazhar olan bir Başsavcı…

Diyarbakır’daki görev esnasında suçluya suçlu demiştir, suçsuz ve masum insanlara da sahip çıkmış bir hukuk adamı olduğunu, şehrin ahalisi yakından bilmektedir...

Ki, kamuoyu onu kabul etmiş bir bürokrat...

Ne diyelim, yeni görevinde kendilerine başarılar dilerken..

Kaybeden, Diyarbakır ve Yargı’nın toplumsal diyaloğu olmuştur?...

En derin saygı ve sevgilerimle.