İSLAM DÜŞMANLIĞI KANSER GİBİ YAYILIYOR!? (II)

Evet, sevgili okurlar...

Sohbetimize dünkü başlığımız olan “İSLAM DÜŞMANLIĞI KANSER GİBİ YAYILIYOR” ifadesiyle, devam ediyoruz..

Dün de belirtiğimiz gibi bu ifade, Başkan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a aittir.

Sayın Erdoğan dün de Demokrasi ve Özgürlükler Adası’nda Partisinin Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda, tarihsel bir konuşma yaptı...

Tarihimizi anlattı..

Tabi üzerine “şal” çekilen tarihi “irdeleyerek” gün yüzüne çıkardı...

Gerçekler bilinmeli..

27 Mayıs 1960’taki demokrasiye, insanlığa, hukuka, milli inanca pranga atan mezalimin oyun kurucusunun, İsmet İnönü olduğunu deşifre etti...

Hem Türkiye kamuoyunu, hem de dünya kamuoyunu dile getirdiği gerçeklerle, bir kez daha aydınlattı...

Ki böylece kamu vicdanını da rahatlattı..

Tabiri caizse “kral çıplak” dedi...

Çünkü bugüne kadar gelip-giden siyasi liderler...

Ülke yönetimini elinde tutanlar..

Özellikle muhafazakar iktidarlar, “tarihe kara leke” olarak geçen 27 Mayıs’ın “darbelere” giden yolu açan kapı olduğunu, ifade etmiş değil...

İsmet İnönü...

CHP anlayışı..

Ve batıya ve batıla biat edici içteki yapıların nasıl da, “tahrip” edici olduklarını, deklare etmiş değil...

Dünkü konuşması, tespitleri kelimesi kelimesine, harfi harfine, “hakikatlerin” beyanıydı...

Halk deyimiyle...

Hiçbir babayiğit bugüne kadar ortaya çıkıp “bu öyle değil” demiş değildi..

Erdoğan’dan başka...

Şöyle ki...

1946 seçimlerinde İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde yapılan seçimlerin, “açık oylama gizli tasnif” ile yapıldığına ilişkin, mezalimi dile getirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, kürsüde şunları aktardı..

“27 Mayısçılar yıllar sonra yaptıkları açıklamalarla CHP yöneticileri ve dergi ile gazetelerin kendilerini kışkırttıklarını ifade etmişlerdir. İsmet İnönü'nün TBMM'de yaptığı konuşmayı paylaşmak istiyorum: 'Buraya gelirken Meclis binasını kuşatmış bir tabur asker gördüm. Başlarında genç bir binbaşı vardı. Sizler benden korkuyorsunuz ama binbaşıdan da korkuyorsunuz. Korktuğunuzu, ona güvenmediğinizi ispat etmek için bir teklifim var. Çağırın binbaşıyı beni götürmesini söyleyin, buna itaat edecekmiş. Bir teklifim daha var; binbaşıyı ben çağırayım Meclis'i işgal ettireyim.' Biz bu üslubu nice CHP yöneticilerinden duymaya devam ediyoruz.”

***

Baskıcı rejime bakar mısınız?...

Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Meclis kürsüsünde “Meclis’i” tehdit ediyor....

“Darbe” çağrısında bulunuyor...

Ki o tehditten sonra darbe yapıldı...

Bir Başbakan ve iki tane Bakan “idam” sehpasına çekilerek, infaz edildi...

Onlar şehitler...

Ve onların katili de “bir devlet adımıdır?”...

O da İsmet İnönü’dür...

Devlet adamı diyoruz!.

Zira İttihat Terakki Cemiyetinin ordusu içinde yetişmiş ve onun gibi birçok masonik kafaların hazırladıkları projeyle; “milli iradenin” temsiliyetiyle, seçilmiş iktidar alaşağı edildi...

Varlıkları tümüyle milli olmayıp kültürümüzle, tarihimizle, milli inancımızla ters düşen bir hıyanet şebekesi gibi, faaliyet gösterildi...

Plan ve proje tümüyle dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon tarafından hazırlandı...

Osmanlı devletinin derinliğine yerleştirilen Moiz Kohen’ler gibi devşirme dönmeler, “figüran” olarak kullanıldı...

Bu habis planın öncülüğünü de, rol paylaşımcısı da İsmet İnönü olmuştur...

Ne yazık ki şerefli Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Türk ordusunun bünyesinde aynı anlayışı taşıyan nice darbeci, vesayetçi, hıyanet erbapları da görev aldılar...

Tüm bu hakikatler, inkâr edilemez.

Ki Cumhurbaşkanı Erdoğan sık sık bunları dile getirmektedir...

Dün de detaylı olarak aktardı..

Tespitlerinden dolayı Cumhurbaşkanımızı tebrik ediyor, kutluyoruz..

Ve kendisine dua ediyoruz.

***

Ancak, bazı gerçekleri de görmek lazım...

Vesayetçi “anlayışlar..”

Dışa bağımlı şer yapılar..

Demokrasiye..

İnsan Haklarına..

Ülkenin ve milletin özgürlüğüne..

Bağımsız...

Milli ve hür iradeye “göz dikenlerin” dün olduğu gibi bugün de var olduğu tartışılmaz gerçektir...

AK Parti iktidarı döneminde; kaç kez “vesayet” girişiminde, bulunulduğu herkesin malumudur..

Onun için, “korkuları, kabusları” görmeme adına, uyanık olunmalı..

Ve tabiatın kanunuyla, olup-biteni irdelemek lazım..

Malum, doğa kanunu gereğince zarar veren bir pislik söz konusu ise ve tespit edilmişse, tavizsiz ve zaman kaybetmeden, “temizlenip” atılması gerekir...

Kökünün kurutulması lazım...

Ki o pislik, çevreye zarar vermesin...

O habaset o ihanet, o öldürücü zehir bir daha yeşermesin, varlık göstermesin...

İşte bu anlayışla yola çıkılmalıdır...

Bu minvalde diyoruz ki Cumhurbaşkanımıza düşen görev; anayasanın kendisine vermiş olduğu sınırsız yetki çerçevesinde yıllardan beri bu milleti inim inim inleten antidemokratik hukuksuzluğu meşru zeminde kökünden söküp tez elden atması lazım.

Ki bu millet Cumhurbaşkanının ve AK Partinin sayesinde yeni bir çağ atlasın.

Teru taze, bir hukuk ve demokratik sistemle yaşasın.

Tüm günlük hayat akışlarını gerçek hukukun üstünlüğüne dayandırarak millete artık rahat bir nefes aldırtmalıdır.

İl Başkanları Toplantılarında veyahut miting meydanlarında, televizyonlarda, yazılı ve görsel medyada bunları dile getirip de sadece millete teselli verme şekline dönüştürülmemelidir diye düşünüyoruz.

Öncelikle ve özellikle mevcut yargı sistemine el atmalıdır.

Büyük ve geniş çaplı bir yargı reformu getirilmelidir.

Mevcut yargı sistemi artık çağdaş bir Türkiye insanını doyurmuyor...

Güven vermiyor..

Mutlu etmiyor...

Caydırıcı da değildir...

Özellikle ve öncelikle “İş mahkemelerindeki” yargılama şekline ve mevzuatına el atılmalıdır.

İş Kanunu, açık ve net olarak diyoruz ki CHP’nin zamanında sözde işçilerden yana oluşturdukları sosyalist, komünist, Marksist işçi sendika ağalarının görüşleri ve ideolojileri paralelinde hazırlanmış, “zulümkâr”  bir İş Kanunudur.

İşçi potansiyelinin oyunu almak için yapılan bir hıyanet kurgusudur.

Keza birçok hukuk mahkemeleri…

Keza idari mahkemelerin bazı keyfi uygulamaları…

Ceza hukuku uygulamaları…

Yani tüm mevcut yargılama sistemi hiçbir zaman demokratik değil, hukukun üstünlüğü paralelinde yürümüyor, o inancın paralelinde de uygulanmıyor.

Cumhurbaşkanı,  öncelikle ve özellikle Türk hukuk sistemine ve yargılama şekline “neşter” atmalıdır...

Yepyeni bir hukuk ve yargılama sistemiyle “Adaleti taçlandırarak” Anayasayla ikmale getirmelidir...

Türk İş Mahkemelerinin bazı hâkimleri, üzülerek söylüyorum ki yargılama anında açıkça yanlı davranıyorlar, bağımsız ve tarafsız yargılamaya gölge düşürülmektedir.

Hukukun “H” harfini anlamayan bazı yeni hâkimler, şablonlaştırılmış bir yargılama şekliyle davacı tarafın birini iki etmez, istek ve arzuları doğrultusunda yargılama yapıyor...

Hatta dinlenmesi gereken tanıkları dahi konuşturmakta imtina ediyor...

Hâkim yönlendirme yaparak şaşırtmaca oynarcasına tanığı davacı tarafa çekmek için, akla ziyan sistemi işletiyor...

Bizatihi biz bunu müşahede ettik, görüyoruz.

İşveren, istihdam yaratan iş çevrelerine nerdeyse hırsızlık ve dolandırıcılık gözüyle bakılıyor.

Kıytırık, yalancı tanıkların beyanlarıyla devletin resmi belgelerini yok etmeye çalışıyorlar.

İnsanın aklına gelen tek kelime;

Bu da Türkiye’nin makûs kaderi mi diyelim, kara bahtı mı diyelim?

Her nedense Baroların bünyesinde yetişen rantiyeci, cepçi, sahtekâr bir lobinin varlığı söz konusudur.

Dava simsarlığı yapıyorlar...

Çalışanı çağırıyorlar...

“Bütün masraflar benden, sen bana vekalet ver, ben şu şu davayı ve şu şu iş çevrelerini sorgulamak üzere senin hakkını alacağım” gibisinden kandırmaca senaryolarla, Türk adaletini, Türk yargıçlarını kendi kirli rantı uğruna kullanabiliyorlar ve kullanmaktadırlar.

Bu itibarla bir iş çevresi olarak, hatta bir medya grubu olarak kaleme almış olduğumuz konular, tümüyle gerçeklere dayalıdır, mesnetlidir, dayanaklıdır.

Evet, son olarak bu ifadeyi kullanmadan geçmiyorum.

Bu hukuk sistemi, bu yargılama şekli ve bu baroların bünyesinde yetişen rantiyeci lobinin elinden Türkiye ne zaman kurtulacak?

Bunu sormamak elde değil.

Cumhurbaşkanımızın tüm bu aktifliğine rağmen, nasıl ki "İSLAM DÜŞMANLIĞI KANSER GİBİ YAYILIYOR” ifadesini kullanmışsa bize göre sadece İslam düşmanlığı değil, rant uğruna, hem de yanlış yasaların gölgesinde Türkiye ve Adalet düşmanlığı da yapılmaktadır.

Mademki anayasa değişikliğine gidiliyor.

Mademki “büyük bir ittifakla bu anayasayı değiştirelim” diyor.

Aynı zamanda Türkiye’nin hukuk sistemine de el atılması gerekiyor.

Hukukun herkese lazım olduğu gerçeği de unutulmamalıdır.

Bu hukuk sisteminin; neidüğü belirsiz, eski zamandan kalan yıpratıcı bir sistem olduğunu kimse inkâr edemez.

Bu millet artık buna dayanamıyor, bir an evvel buna bir çare bulunması gerektiği çığlığını atıyor?.

İşte bu çerçevede anayasanın değişikliği kaçınılmazdır.

En derin saygı ve sevgilerimle.