İSLAM’IN BAKIŞ AÇISIYLA ADALET!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımızın başlığını bugün de kullanıyoruz.

Taşıdığı anlamı biraz daha geniş tutmakla beraber, “ülkenin siyasi” seyrine de odaklanmak istiyoruz!...

Zira güncelliğini koruyan gündem; Türkiye’deki “hukuksuzluktur?!”

Yani, Adaletsizliktir.

“Keyfiyete dayalı antidemokratik uygulamaların” gemiyi azıya vurması!...

Peki, yaşananların odak merkezi neresidir?

Dahası, “hukuksuzluk ve adaletsizlik” en çok nerede yaşanıyor?

Cevap olarak diyoruz ki;

“Hukuku” ayaklar altına alan uygulamalar, başta Adalet Bakanlığı bünyesindeki “adli mekanizma” dâhil olmak üzere...

Cezaevleri..

Ve benzer mahpushaneler..

Islah evleri...

Yaşanan ve yaşatılan “insanlık dışı” muameleler..

Beri yanda “savunma erkini” temsil eden barolara mensup rantiyeci, vurguncu kendilerini “avukat” diye tanıtan şebekeler!

Halk deyimiyle; “nereye bakarsanız bakın; değişmiyor?!..”.

Elbette ki bu “hukuksuzluk ve adaletsizlik” hal-i perişanlığı, bugüne münhasır değil...

Diyebiliriz ki bir asırdan beridir, “katmerli katmerli” geliştirilerek, bu ülke insanına, devletine ve milletine yaşatılmaktadır...

Bu işin “yıkım” harcı CHP’nin “seküler ve Kemalist”, İslam dinine olan “hasımlık” ve inanmama politikasını dikte etmesiyle, başladı!...

Tek parti şeflik ve dipçik dönemiyle gelişip, palazlandı!...

Halka rağmen halkı yönetme politikası..

Tek kelimeyle özetlemek gerekiyorsa;

Denildiği gibi “nereden tutarsan elinde kalır” misali, “Hukuk ve Adalet” prangaya vuruldu!...

O günden bugüne!...

Vaziyet, “Devenin fiziki” yapısı gibi..

Hani, Deveden sormuşlar; “Boynun neden eğridir?” diye...

Deve de; “Nerem doğru ki” demiş.

Evet, gerçekten besmelesiz bir yönetim şekli, Allahsızlığa dayalı bir dayatma sistemi, tıpkı mevcut müesses nizam gibi her alanda antidemokratik, adl-i ilahiden yoksun bir “Hukuk ve Adaletsizlik” anlayışı hâkim...

Yasalar da, kanunlar da, yönetmenlikler de; “milletin” değerleriyle örtüşmüyor...

Tabiri caizse; “sarhoş kafaların” oluşturdukları bir hukuk nizamnamesi gibi; her şey dizayn edilmiş!

 

***

 

Dünkü yazımda da belirtmiştim.

Hele hele şu kutsanmış “İş yasası...”

İşveren açısından adeta “bir vesayet..”

Şablonlaştırılmış...

Ki iş mahkemelerinin keyfi kararları ve yargılama şekli!

Bir bütünlük noktasında; “arıza!”

İnanın, sevgili dostlar.

Dünya hukuk literatürünün hiçbir yerinde olmayan bir yargılama şekli söz konusudur!..

Açılımını yaparsak...

İş mahkemelerinin tümüyle olmasa bile bazı hâkimleri yanlı ve bağımlı kararlardan bir türlü kendilerini arındıramıyorlar...

Taraflı ve bağımlı kalmaktadırlar...

Hukuk dışı keyfiliğe dayalı kararlar veriyorlar.

Kanıtlayıcı birer delil durumundaki devletin resmi belgelerini hiçe sayıyorlar..

Adalet cübbesini sırtına geçirmiş adliye koridorlarını aşındıran rantiyeci, çıkarcı avukatların istek ve talepleri doğrultusunda, hareket edilmektedir...

Birçok önemli davalar “yanlış kararlarla” sonuçlandırılıyor...

Ne yaparsan yap, nasıl savunma yaparsan yap.

İlla ki oldubittiye getirilen böylesi hukuksuzluklar, antidemokratik dayatmalar icra edilmektedir..

Hal böyle olunca der demez, eğer Adalet Bakanlığı bünyesindeki iş mahkemelerinde böylesi kararlar ve uygulamalar söz konusuysa ki söz konusu, o ülkede hukukun üstünlüğünden nasıl bahsedebilirsin ki?

Bu işler nasıl çözülür arayışına girilebilinir ki?

“Git derdini Marko Paşaya anlat” misali...

Nerdeyse istihdamı yaratan gücü zayıflatmak için, işsizliği körüklemek için, işçi adını taşıyan bazı yoz beyinli, “nerden ne koparırsam kardır” anlayışıyla hareket edenler vardır...

Sebepsiz yere zenginleşmek için bu tür uygulamalarda bulunuyorlar...

Öyle inanıyoruz ki, ülkenin dört bir yanında “aynı sıkıntı” söz konusudur..

Ve yine inanıyoruz ki sorumlu, etkili ve yetkili makam ile mercilerin dikkatini de çekmiştir; “böylesi” çarpık işleyiş!

Bir örnek vermek istiyorum...

Düşünün, İş Mahkemesi bankadan ödenen işçi ücreti dekontunu geçersiz sayıyor...

Resmi belge olmasına rağmen!

Düşünün.

Bordrolarda yazılan ödemeler geçersiz sayılıyor...

SGK’nın belirttiği ödeme ve tutar geçersiz sayılıyor.

“Tüm alacaklarımı aldım, hiçbir alacağım kalmadı” ifadesiyle işçinin ıslak imzası olmasına rağmen, “tutanak” geçersiz sayılıyor.

Peki, mahkemeye göre, geçerli olan nedir?

Geçerli olan...

Davacının avukatlarının hazırladıkları kıytırık, uyduruk, hem de işverenle hasımlı, davalı olan bir adam olmasına rağmen tanıklığını geçerli kılıyor...

Böylece “işveren” suçlu muamelesi görüyor..

Nerdeyse “hırsız gözüyle bakılıyor..”

İşte dünya hukuk literatürüne aykırı hukuk dışı uygulamaları arayıp bulmak için mevcut CHP patentli iş kanunu ve iş mahkemelerinin uygulamalarına bakmak yeter de artar bile...

Mevcut sistemin hukuksuzluğa dayalı bir sistem olmasının bir cüz’ünü buraya aldık.

İkinci şıkkına bakıldığında…

Yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkenin kültürünü, inancını, örf adetlerini, terbiye ve haya alanının tümünü altüst ederek Sekülarizm ve Kemalizm gibi dayatmalarla çürütülmesi memleket için çok tehlikeli badirelerdir.

Zira bir memleketin kültürüyle, tarihiyle, örf ve adetleriyle, inancıyla, gelenek ve görenekleriyle oynandığı zaman, “O devlet ve O Millet” huzuru, istikrarı, güveni tesis edemez...

Her şey antidemokratik hukuk dışılığın kalıbı içerisinde; kendini kaybeder..

Totaliter bir kimlik kazanır..

 

 

***

 

 

Hep ifade ederim...

Bu nesil, bu gençlik memleketin vazgeçilmez birer parçasıdır.

Bu unsurlar, Fransa’nın, İngiltere’nin, ABD’nin vs. batı emperyalizminin veyahut Siyonizm’in kültürüyle yetiştirilmemelidir...

Ama ne hazin ki yetiştiriliyor..

Hem de İslam anlayışından hızla uzaklaştırılarak..

Enva-i olumsuzlukların yaşanır olmasının temel nedeni de; “neslin” değer ölçülerini kaybetmesidir..

Onun için de ülkesine fayda getirmediği gibi tam tersine zarar vermektedir..

 

***

 

Beri yanda, Siyaset...

İcra edilen dil; “maddiyat” odaklı..

Maneviyatı yok etmiş bir hali yaşıyor siyaset!..

İnsanların dikkatini ve teveccühünü maddiyata çevirmektedir...

Bu da der demez gençlik için, ülke insanı için, “dini değerlerin” yekûn vaziyette, “yok” edilmesine, “katliama” uğramasına neden olmaktadır..

Ki bunu da “manevi bir katliam” olarak görmek gerekir!...

Zira İslam terbiyesiyle, kültürüyle yetişmeyen bir gençlik ne kendi ailesine, ne yakın çevrelerine, ne milletine, ne de devletine hiçbir zaman yararlı bir varlık olamaz!?..

Ve gerçek yolunu da belirleyemez!...

 

* * *

 

Bakınız, sevgili okurlar.

Diyoruz ki;

Toplumsal bir izmihlal, bir inhiraf (yoldan çıkma), ilim ve hidayetten uzaklaştırma şeklinin ana gerçeği; iki çıkmaz yola girmektir!...

Birincisi: Yanlış kültürle gençliğini itikad ve inançtan uzaklaştırma, saptırma hali.

İkincisi: İnanç ve itikadıyla pekiştirilen amel (ibadet hali), medrese, cami ve cemaatten uzaklaştırma dayatması.

Bunlar hiçbir zaman dostane bir iş olmadığı gibi yol da değildir...

Toplumun birlikteliğini muhafaza etmeye yönelik bir eylem de değildir.

Tam tersine o toplumu gerçek hedefinden saptırıp başkasının nam-ı hesabına çalışma piyonluğudur, ajanlığıdır, satılmışlığıdır.

Ki bu da, “devletine ve milletine” ihanetin de ötesidir!..

En derin saygı ve sevgilerimle.