İSTİBDAT, TAHAKKÜM EŞİTTİR CEHALET! (II)
Evet, sevgili okurlar.
“İstibdat, Tahakküm eşittir cehalet” başlıklı yazı
serimiz devam ediyor.
Zira bu kavram; gerek geçmişe yönelik olsun ve gerekse de
bugüne ve gelecek bakımından olsun "bünyesine taşıdığı çok önemli
meseleleri" içermektedir.
Özellikle Türkiye’miz başta olmak üzere tüm İslam
dünyasının içine düşmüş olduğu "hileli oyunları, zulüm, istibdat ve
cehaletle dopdolu, üstü kapalı geçmiş olayları" anlatıyor ve deşifre
ediyor.
Yazımızın bu başlığı özellikle geçmişe yönelik tüm olup
bitenlerin aynı zamanda kimliğini de ele veriyor.
***
Şu bir hakikattır ki; İnsanlık tarihinde dürüst geçinip,
münafık kimlikleriyle ülkeleri yönetenler, küfür sistemlerinden daha tehlikeli
olmuşlardır.
Zira, gerçek kimliğini gizli tutup, sahte ve aldatıcı
kimlikle milletleri idare eden nice münafıkların varlığını da kimse inkâr
edemez.
Bu yaratıklar, hayatları boyunca aldatıcı pozisyonlarla
nice milletlere, ülkelere, coğrafyalara zarar verdikleri ortadadır.
Öyle günleri olmuş ki tabiri caizse ağlamak isteyen
mazlum ve annesiz bir çocuk, üvey annesinin korkusundan ve şiddetinden ağlamak
istiyorsa dahi ağlayamamıştır..
Çünkü karşısında annesi olmayan, sahte ve mecazi bir
annenin şiddetiyle karşı karşıya olduğu için onu rahatlatan bir ağlama
gerçeğini bulamıyor, ancak içten içe hıçkırarak kendini rahatlatabiliyor.
Tıpkı müstebit, zalim düzenlerin düzenbazlarının uyguladıkları
mezalimin karanlık cehaleti gibi…
Milletlere edepsizce dayattıkları ceberuti uygulamalarını
hep tersyüz ederek kendilerini sapasağlam, demokrat, suçsuz, adaletli bir
kimlikle tanımlamaktadırlar.
"Sütten çıkmış ak kaşık" olarak kendilerini
gösteriyorlar.
Halkın dile getirmek istediği ızdırapları da baskıcı
yöntemlerle hep örtbas etmişlerdir.
Onun için hep ifade ediyorum; tarih hiçbir zaman yalan
söylememelidir.
Nitekim yaşanan ve yaşatılanlara baktığımızda,
"tarih" her şeyi gün yüzüne çıkarıyor.
Ne diyoruz, en büyük müfessir, olayları açıklayan
zamandır/tarihtir...
Çünkü zaman günü gelince her şeyi tüm açıklığıyla deşifre
ederek, geçmişteki yapılan karanlıkları illa ki ortaya koymaktadır.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Nerdeyse bir buçuk asır gibi uzun bir zaman dilimi
içerisinde İslam dünyasının başına gelip-geçen küfür dünyasının mezalimlerinin
yanı sıra, yine küfür dünyasının adına çalışıp gerçek kimliğini gizleyen ve
Müslüman olarak görünen nice Yahudi dönmeleri olmuştur.
Bu geçmiş zaman dilimi içerisinde yaptıkları ceberuti
uygulamalar paralelinde "kendilerine rakip olarak gördükleri" o
ülkelerin en itibarlı, en şerefli, en izzetli kesimlerini de "sinsi
planlarla" yok etmeye çalışmışlardır.
Tıpkı, Türkiye’mizdeki yapılan Kemalist, laikçi menşe-i
ceberuti uygulamalar gibi…
Nice nice Bediüzzaman’ları, Şeyh Sait’leri, İskilipli
Atıf Hoca’ları, Mehmet Akif’leri, Mustafa Sabri Efendi’leri, daha doğrusu kirli
listeye alınan 150 itibarlı ulemaları hain ilan etmekle memleket hâkimiyetini
ellerine geçirmişlerdir.
Hain dedikleri o 150 kişilik listenin başında Mehmet Akif
Ersoy da geliyor?
Nitekim Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de geliyor…
Bediüzzaman’lar, Şeyh Sait’ler, daha ismini burada
sayamadığımız ülkenin en izzetli, vakarlı fikir ve ilim adamları kimseler
olmuştur.
Bu uygulamalar Kemalizm adına yapılmış, laikçilik adına
yapılmış ise de aslında olayın perde arkası ve gerçek kaynağı müstevli
İngilizlerdir…
Çünkü İngilizlerin direktifleri paralelinde "bu
mezalim" icra edilmiştir.
Yalan söylemeyen tarih zaten bir bir bunları deşifre
etmektedir.
Bu işin kurtuluş çaresi yok.
Er ya da geç yapılanların kimsenin yanında kar
kalmayacağına inanıyoruz.
* * *
Bugün artık 21. yüzyılın ilk çeyrek asrında bulunuyoruz.
Bu gerçekler artık bir bir ortaya çıktığı gibi,
ülkemizdeki olayların da "birileri kendilerini ne kadar sureti haktan
gösterirse göstersin" hakikatlerden, kaçamazlar.
Zira yapılan kirli mezalim, hem de cehaletin ve Allah
kavramını tanımazlıktan gelerek, dinsiz, imansız, ateist, inkârcı rejimlerin gölgesinde
yapılanlar, bugün artık onların yanına kar kalmamaktadır.
Biz bunları buraya yazarken, tabi mesnetli, dayanaklı,
tarihsel olayları belgeleyerek konuşuyoruz.
Dün ulusal medyaya düşen bir haberi okuduk.
Katar’da bulunan çağımızın çok değerli İslam
allâmelerinden “Yusuf el Karadavi” kaynaklı bir haber.
Yusuf el Karadavi İstanbul’a gelerek Günen Hotel’de
düzenlenen “Teşekkürler Türkiye festivali”nde bu konuşmayı gerçekleştirmiş.
“Yusuf El Karadavi” yıllardan beri Dünya Müslüman Âlimler
Birliği Başkanı olarak bilinmektedir.
Yusuf El Karadavi; “Bugün teşekkürlerimizi sunma, var
gücümüzle ona destek olma günüdür” diyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı kastederek
bunu dile getiriyor.
Ve devamla İslam ve Arap dünyasını kast ederek şöyle
diyor;
“Türkiye bizim şerefimizi ve izzetimizi taşıyor, eğer
Türkiye’yi ayakta tutarsak, kendimizi ayakta tutmuş olacağız”
“ONU BİZ AYAKTA TUTACAĞIZ”
Hasta olmasına rağmen festivale katılan Karadavi,
salondakilere hitaben şöyle sesleniyor;
“Bugün buraya Müslüman ve Arap halkları adına geldik.
Bugün teşekkürlerimizi sunma, var gücümüzle ona destek
olma günü.
Eğer Türkiye’yi ayakta tutarsak, kendimizi ayakta tutmuş
olacağız.
Bugün Türkiye için, İslam günü için buradayız,
Müslümanlar için buradayız.
Türkiye’ye teşekkür borcumuzu yerine getirmek için
buradayız, Bugün tüm teşekkürlerimizi Türkiye’ye sunma günü.”
El Karadavi, konuşmasına şöyle devam ediyor.
“Nerede mazlum varsa, Türkiye orada”
Türkiye’nin savaştan kaçan mültecilere sınırsız hizmet
sunduğunu söyleyen Karadavi;
“Türkiye, bizim şerefimizi ve izzetimizi taşıyor.
Türkiye tarih boyunca İslam hizmetkârı olan nadir
ülkelerden birisidir.
Eğer bir mazlumun yardıma ihtiyacı varsa, Türkiye onun
yanında olmuştur.” diyor.
***
Günümüzde bariz şekilde kendini gösteren olay Türkiye
halkı bugün İslam için büyük bir şans olmakla beraber, var gücüyle İslam’ı
mezalimden kurtarmak için çabalamaktadır.
Yusuf el Karadavi gibi bir İslam düşünürü, hem Türkiye,
hem de Türkiye’nin başında bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında
böyle güzel konuşmalar yapıyorsa ve ümitle bakıyorsa, bu geçmişe yönelik tüm
İslam dünyasının Haçlı emperyalizminin elinden çektiği acılardan bir nevi
kurtuluş sesidir.
İslam dünyası bugünkü Türkiye’yi kendine bir lider olarak
görüyorsa, demek ki geleceğini tayin etme çabası yönündedir.
Gerçekten, Osmanlının yıkılışının yegâne sebebi;
İngilizlerin hileli, hain planları başrol oynamıştır ve Osmanlıyı oldukça
İslam’dan uzaklaştırma gerçeğiyle, bir İmparatorluğu çökertebilmişlerdir.
Ama artık İslam uyanmıştır.
Kimin elinin kimin cebinde olduğu gerçeği çok iyi teşhis
edilmiştir.
***
Yüz yıldan beri Osmanlıyı dışlayarak, başka yöntemlerle,
hem de demokrasi adına, hem de insan temel hak ve özgürlüğü adına yola çıkarak
sözde kurulan bir cumhuriyet rejiminin altında yapılan antidemokratik hukuk
dışı mezalim, Türkiye insanını inim inim inlettiği gibi, aynı minvalde İslam
dünyası da başsız bırakılmıştır.
O dönemde, İngilizler tarafından başa getirilen nice
piyon, ajanların yönetimleriyle İslam dünyası sözde kahramanca yönetilmek
istenilmiş.
Ama bugün ortaya çıkan bu kirli manzara ki başlık olarak
kullanmış olduğumuz “İstibdat, tahakküm eşittir cehalet” kavramı bunu ele
veriyor.
Zira gerçekten bir ülkede antidemokratik, insanlık dışı,
hukuk dışı uygulamalar varsa, kesinlikle ilme, bilime, medeniyete dayalı değil,
kapkaranlık bir cehaletin sonucu itibariyle bu uygulamalar gerçekleşiyor.
Bundandır ki artık Müslüman Arap dünyası da yıllar sonra
olsa bile, geç de kalsa bugün bu gerçekleri dile getiriyorsa, demek ki
gerçekten Türkiye bugün iyi yerlerdedir ve iyi ellerde yönetiliyor.
Bu yazının devamı yarın.
Türkiye’de özellikle bu coğrafyamızda 28 Şubat’taki
zifiri karanlıklarla olup biten olayları bir bir deşifre ederek yazımıza devam
edeceğiz.
En derin saygı ve sevgilerimle.