İSTİBDAT, TAHAKKÜM EŞİTTİR CEHALET! (IV)
Evet, sevgili okurlar.
Malumunuz üzre dün bu köşede sizinle yapmış olduğumuz
sohbetin son bölümünde;
“Anılan bu süreçte nice sahte kahramanlar, nice uyduruk
kurtarıcılar, nesep ve hasep olarak Türklükle uzaktan yakından alakası olmayan
belirsiz bir kana sahip olmalarına rağmen, nice piyon kahramanlarla bu millet
karşılaştı. Bu anlattıklarımızı yarın ki sohbetimizde kanıtlayıcı belgelerin
küpürleriyle sizlere aktaracağız” demiştik.
Bugünkü daha çarpıcı olayları ve belgeleriyle size sunmak
için ifade etmiştim.
Fakat “Laiklik” tartışması ortaya çıktı ve birden bire
güncel olan gündemleri değiştirmekle tüm kamuoyunun dikkati Meclis Başkanı
Sayın İsmail Kahraman’a yöneldi.
Bu laiklik tartışması nedeniyle biz de bugünkü
sohbetimizin bir bölümünü “Laiklik” ve “Laikçilere” ayırmakla sohbetimizin
diğer bölümünü efsanevi 28 Şubat ile ilgili bu coğrafyadaki yapılan istibdat,
tahakküm cehaleti karanlığı içerisindeki uygulamalarına ayıracağız, hem de
belgeleriyle beraber.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği gibi dün Meclis Başkanı Sayın İsmail Kahraman,
bir söz söyledi.
Ne dedi? Şunları söyledi;
“Yeni Türkiye’nin yeni bir anayasayla tanışması gerekir”
dedi.
Yani dindar bir anayasanın oluşması gerektiğini söyledi.
Ve şöyle devam etti;
"Dediğimiz gibi bu anayasanın herhangi bir yerinde
Allah lafzına rastlanmıyor ama anayasalar inanca göre tasnif edildiğinde bu
1982 Anayasası da 1961 Anayasası da dindar anayasalardandır. Neden mi? Diyanet
İşleri Başkanlığı idare içerisinde vardır. Resmi tatiller, Kurban Bayramı,
Ramazan Bayramı, din dersi zorunludur ve inanca dayalı bir yapısı vardır. Yani
seküler değildir, dindar anayasadır. Laiklik tarifi de ona göre olmalıdır.
Laiklik zaten yeni anayasada olmamalıdır. Dünyada 3 anayasada laiklik vardır.
Bunlar Fransa, İrlanda ve Türkiye'dir. Tarifi de yok. İsteyen bunu istediği
gibi yorumluyor. Böyle bir şey olmamalı. Bir gazete benim için birlik olarak
benim için bir anayasa metni hazırladılar. Laiklikten hiç bahsetmiyor. Evet,
herkes dini inancında, bunu yaşamada ve ifade etmekte hürdür”
Sayın Kahraman’ı Meclis’teki bu konuşmasından dolayı
kamuoyu adına canı gönülden kutluyoruz, tebrik ediyoruz, destekliyoruz.
Konuşmasının harfi harfine, kelimesi kelimesine
katılmamak elde değildir, yerden göğe kadar haklıdır.
Bu konuşmaya ilk muarız olarak çıkan Kemalist, dayatmacı,
zorba, ceberuti ve küfri yöntemleriyle yıllardan beri Türkiye’ye manen
hükümranlık yaparak, CHP’nin vesayetçi anlayışı ancak İsmail Kahraman’ın bu
görüşlerine karşı çıkmış durumda.
Yıllardan beri bu memleketi yabancı emperyalist istibdat
anlayışıyla yönetmek isteyen CHP ve onun İslam inancından yoksun olan, lideri
durumunda olan Kılıçdaroğlu’nun yaptığı hezeyanlı ve saldırgan eleştirilerle,
artık uyanan bu milletin inancına çelme atamaz, gem vuramaz ve ileriye yürümek
isteyen tüm milletin ayaklarına da pranga atamaz. Laikliği yıllardan beri
Türkiye’ye yutturmaya çalışan bu dayatmacı tahakküme artık dur denmelidir.
Aksi takdirde Kılıçdaroğlu veyahut onun paralelinde
yürüyen bazı Kemalist laikçi geçinen hıyanet çevreleri, ne yaparlarsa yapsınlar
bu milleti inançlarından vazgeçiremezler.
Sayın Kahraman, yapmış olduğu tüm konuşmasında haklıdır,
geri adım atmamalıdır ve “Ben konuşmamın arkasındayım” demelidir.
Ama ne yazık ki AK Parti’nin Hükümet Sözcüsü Numan
Kurtulmuş gibi zevatın gerçeklerden çark edercesine, Meclis Başkanı sanki
yanlış konuşmuşçasına “Biz bu konuşmasının yanında değiliz, parti olarak bizim
dışımızda söylemiştir, bu görüş ancak kendi görüşüdür” deyip, korkaklık
göstererek Meclis başkanının yanında yer almaması bize göre utanç vericidir ve
yanlıştır.
Aslında laiklik denilen kavram, bir İslam dünyası için
kullanılması gereken bir kavram değildir, ancak bu kavram Hıristiyanlığa
yöneliktir. Zira laikliğin manası şudur ki; “Din işleri ayrı devlet işleri
ayrı” demektir.
Bilimsel olarak düşünülürse, Din hiçbir zaman devletten
ayrılacak bir olgu değildir.
Zira din, milletin ayrılmaz bir vasfıdır, bir
niteliğidir, bir rengidir.
Bir millet rengini değiştiremediği gibi dinini de
değiştiremez, Millet ise devletin ta kendisidir, devlet ise milletin de ta
kendisidir.
Biri diğerinden ayrı bir kavram ve olgu değildir.
Eğer din, devletten ayrı ise devletin de milletten ayrı
olması gerekir ki o zaman bu devlet gökten mi gelmiştir?
Oysaki devlet, milleti temsil eden bir varlıktır, millet
dışında hareket edemez. Çünkü devletin yaptığı her şey milli iradeye aittir,
milli irade ise milli inanç, milli kültür, milli tarihe dayalıdır.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Bu mevzu, gerçekten çok uzun, kapsamlı ve detaylıdır.
Bunun bilimsel açıdan ele alınması gerekir ki bunu da
yakın bir zamana bırakmakla dünkü sohbetimizin devamına gireceğiz ki 28
Şubat’taki tahakküm, istibdat ve cehaletin karanlık yönlerini anlatmakla
sohbetimize devam edeceğiz.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Dünkü yazımızın sonunda söylediğimiz belgeler; kirli,
iğrenç oyunu sahneye koyan bazı resmi üniformalılar tarafından hazırlanmıştır..
Hem de PKK diliyle yazılan, aynı zamanda PKK’nın ERNK
diye sahte mührünü kullanarak kirli vesikanın altına basarak, yasalaştırmak
isteyen ceberuti komitenin başında dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat
Çakar olmakla beraber efsanevi JİTEM İstihbarat Şube Müdürü Cemal Temizöz ile
birlikte dönemin 7. Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın iki kurmay
başkanlarının imzasıyla gerçekleştirilmiş ve böylece bizi sorumlu ve suçlu
durumuna sokmak istemişlerdir.
İşte o iki ayrı süreçte bu kirli fişlemeyi
meşrulaştırarak imza atan dönemin Kolordu Kurmay Albayı Erhan Tavşancı ile
Kurmay başkanı Reha Şatana imzalarını taşıyan bu garip ve utanç belgesi ne
yazık ki 7. Kolordu Komutanlığı gibi şerefli bir mekanizmanın organizesiyle
gerçekleştirilmiştir.
Biz bunun kesinlikle peşini bırakmıyoruz.
Amma velâkin bu da bir gerçektir ki birileri şimdi
çıkmış, tüm tarihi gerçekleri ters yüz ederek, hem de muhafazakâr bir hükümet
döneminde bunu yapmaya çalışarak, kirli olan simaları “Sütten çıkmış ak kaşık”
gibi göstermeye çalışılmaktadır.
Bu da bu halkın dikkatinden kaçmamıştır.
İşte o ibret levhalarının küpürleri;
Birinci Küpür; el yazısıyla yazılan bir yazı ki bu yazı
anılan isimler vasıtasıyla o günkü cezaevinde bulunan bir PKK itirafçısına
yazdırılmış bir el yazısıdır. Bu el yazısını yazan kişinin yakalanması üzerine
çok acayiptir ki kalem tutan başparmağını kestirmişler ve o insan şimdi Muş’un
Malazgirt ilçesinde yaşamını devam ettiriyor ve başparmağı da kesiktir. Onun
başparmağının kesilmesi de, kirli organizeyi hazırlayan komite tarafından
yapılmıştır, izi kaybolsun diye.
Bunu meşrulaştıran belge ise; dönemin Kurmay Albayı Erhan
Tavşancı ile Kurmay Başkanı Reha Şatana tarafından imzalanmıştır.
Bu her iki vesikayı da tüm kamuoyuna ders-i ibret olarak
sunmayı bir vatandaşlık görevi olarak telakki ediyoruz.
En derin saygı ve sevgilerimle.