KANLI BİR MEDENİYETTE TOPLUMSAL HUZURUN YERİ!

Evet, sevgili okurlar.

Bugün yeryüzü ne yazık ki "insanların dökülen kanıyla" boğuşuyor.

Gıdasını insan kanından alıyor, neşû nemasını (oluşum ve gelişmeyi) ise sefalet, cinayet ve rezaletten alıyor.

Şu mevcut medeniyet-i sefihe denilen, toplumları alçalışın uçurum kenarına iten bu medeniyet, ne yazık ki insanlığa çok pahalıya mal ediliyor.

Gerçekten emperyalist, haçlı anlayışlar "kan emiyor" ve bir türlü doymuyorlar.

Zira maddeperestler ve engizisyonluk maiyesiyle oluşum ve gelişim bulan mevcut batı dünyasının medeniyet-i haziresi pek çok aldatıcı berraklığıyla, büyük bir cehaletle yaşayan bugünkü insanlık, onu besliyor.

Sihirbaz gibi rol oynuyor, din ve namus ve fazilet mukabilinde kendini satabiliyor.

Şaşalı, berrak, fantezi bir yaşam şeklini gösteriyor ve insanlara takdim ediyor.

Gerçekten de toplumların inancını, dinini, namus ve faziletini de rüşvet alıyor.

İslamiyet ise İslam dünyasından küsüp, sırtını döndürmüş durumda.

Hıristiyanlık dini ise, yani batı medeniyeti ise tüm hızıyla medeniyet denilen çağdaş gelişmeyi de kendine sermaye ediyor.

Ve böylece insanları adeta birer müstemleke kölesi olarak alıyor ve galebe çalıyor ve böylece söz sahibi oluyor.

* * *

Bugün görünmekte olan Ortadoğu, adeta kan ağlıyor ve üstün görünen sözde medeni dünya birbirine göz kırpıyor ve bıyık altından gülüyor.

Gâh IŞİD bahane oluyor, gâh Suriye’deki sosyalist Nusayrî rejim bahane oluyor, gâh PKK, gâh mezhepçilik, Sünni ve Alevilik, Kürt, Arap, Türk ırkçılığı ortada dolaşırken, batı dünyası buradan hızını güzel bir şekilde alıyor, ilerliyor da ilerliyor.

Oysaki orta yerde yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim var.

Tüm İslam dünyasını uyararak, 1400 seneden beri “Enfâl” suresinin 46. ayetini kendine birer meşale, düstur ve ilke ederek, tüm ümmete haykırarak, şöyle diyor;

“Allah’a ve Rasulüne itaat ediniz, Kurân’ı ve sünneti uygulayınız, tebliğine, teşriine riayet ediniz.

Birbirinizle didişmeyiniz, çekişmeyiniz.

Çekingen, korkak ve yılgın hale gelirsiniz. Manevî gücünüz, kamuoyundaki etkiniz ve itibarınız kaybolur.

Maddi gücünüz, kuvvetiniz, devletiniz, liderliğiniz elden gider. Sabırla mücadeleye devam edin. Allah sabrederek mücadeleye devam edenlerle beraberdir”

***

Evet, sevgili okurlar.

Bakınız, o yüce kitabımız Kur’an-ı Azimüşşan bize neleri öğretiyor, neleri emrediyor ve bize hangi yolda gitmemiz gerektiğini gösteriyor.

Biz ise tam tersine sırtımızı dönmüşüz, o yüce kitaptan nasibimizi alamayacak duruma girmişiz.

Yani ümmet olarak taşıyabileceğimiz bir vasıf bizde kalmadı.

Zira bir insanın öldürülmesi tüm dünya insanını öldürmüş gibi olma ilkesi artık unutturuldu, arka plana atıldı, hiç sayıldı ve gittikçe de kan revan içinde boğulup, çırpındıkça batıyoruz.

Zira İslam ümmeti vasfını artık ne derecede taşıyabiliyoruz ki?

Bu apayrı bir soru işareti.

Okuduğumuz “Enfâl” suresinin 46. ayetinin işaret ettiği gibi şöyledir;

“Tesanüt ve dayanışmanız bozulmasın”

Bu ayetin ciddiyete dayanan köklü ilkesi aramızdaki tesanüttür, cemaatleşme halidir.

Eğer bu tesanüt bozulursa, cemaatin tadı da kaçar, çorap ipliği gibi toplum çözülür gider.

Dikkat edin!

Üç tane bir ayrı ayrı olduğu zaman rakamsal olarak 1 değeri taşıyor, iki tane bir araya geldiği zaman 11 değerini alıyor, üç elif bir araya geldiği zaman 111, dört tane bir biraraya geldiği zaman 1111 oluyor ve ne kadar ilave edersen et, oldukça kıymet alır, değer alır, güç alır.

Ama birbirinden ayrılıp, ayrı ayrı parça halinde konulduğu zaman da hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmaz.

Tıpkı bir elin nesi var, iki elin sesi var.

* * *

Bu itibarla Bediüzzaman, hayat boyu tüm İslam ümmetine haykırarak, büyük tavsiyelerde bulunmuştur.

Uyarıcı haykırışları olmuştur.

Ama kime ve nereye kadar?

Bu nedenle bakın;

“Dinsizlik bir toplumda hükümran olduğu zaman, o dehşetli devirde ehli din, ehli iman, inanan kimseler, toplumun her kesiminde hor görünüyor ve itibarsız duruma düşüyor.

Hatta Kur’an dahi gönüllerden, sinelerden, toplumun arasından tamamen kaldırıp, yok edilme pozisyonuna giriyor.

Emperyalist Rusya gibi dini akideleri tamamen imha etmek durumuna düşülüyor.

Fakat millet-i İslamiye’ce, İslam toplumu var oldukça, gerçekten İslamiyet’e inanmışsa, o dinsizlik-imansızlık o toplumda işlev görmez.

Eğer mekteplerde yani Milli Eğitim camiasındaki ders programlarında usul ve esaslarına dayalı gençliğe Kur’an öğretmeyip, unutturursa ve Kur’anın ana hükümleri ortadan kaldırılırsa, o gençliğin ve o toplumun yekvücut olarak İslamiyet’ten alakası kesilmiş duruma girer.

Bu dehşetengiz fitne planları da zaten bunu hedefliyor.

Toplumumuzun ve inanan Müslüman toplumun ortasına sokulan bu fitneengiz dinsizlik cereyanı, işte koskocaman bir ümmeti birbirine düşürmüş, batı emperyalizminin birer maşası durumuna sokulmuştur”

* * *

Hiç unutmayalım ki hısmımız ve İslamiyet’in baş düşmanı İngiliz, Amerika ve Birleşmiş Miletler, diğer batı ülkeleri ile İsrail, hiç şüphesiz ki dindeki lakaytlığımıza pek fazla istifade ettiler ve hala da ediyorlar.

Bediüzzaman Hazretleri diyor ki;

“Diyebilirim ki Yunan düşmanı kadar İslam’a zarar veren içteki tehlike ve ihmalimizdir.

Bu dehşet saçan batı unsurları, bu dindeki ihmalimizden istifade edip, her gün biraz daha İslamiyet’i bizden uzaklaştırma planları içerisindedir.

Âlem-i küfür ve küfür dünyası, bütün imkanlarıyla ve medeniyetiyle, felsefesiyle, fen ve teknolojisiyle, misyonerleriyle, âlem-i İslam’a hücum ederek, maddeten, uzun zamandan beri galebe ettikleri halde âlem-i İslam’a dinen galebe edemediler.

Ve dâhildeki bütün İslamiyet’e aykırı düşen, bölünmüş gruplar ve mezhepçilik, büyük bir nitelikte ve nicelikte büyük bir azınlıkta olduğu halde, her gün biraz daha, dinimizdeki lakaytlığımızdan faydalanarak, palazlandıkça palazlanıyor ve bizi kukla gibi parmağında oynatıyor.

Oysaki bir İslam ümmeti olarak, gücümüzü, metanetimizi, salabet-i diniyemizi, sünnet ve cemaatle muhafaza etmemiz gerekirken, bir zamanlar ansızın tüm bunları unutarak geri plana bıraktık, bölünmüşlük durumuna düşüp, İslamiyet’i başıboş olarak rasgele kirli bir pazara soktuk.

Avrupa medeniyet-i habisesinden, (batı dünyasının habis medeniyetinden) süzülen ve İslamiyet’te tarih boyu medeniyetimizde ve coğrafyalarımızda hiç yeri olmayan bid’a ve fesat unsurlarını kendimize adeta birer düstur olarak, örnek olarak alarak, 24 saat onunla oturup kalkıyoruz”

Netice itibariyle anlaşılan budur ki İslamiyet dünyasına düşen tek kurtuluş çaresi, yepyeni bir İslam devrimi ile yeniden tanışmak ve İslamiyet’in tüm düstur ve ilkelerine boyun eğip, onunla yaşamak gerekir.

Bundan başka da çıkış yolumuz yoktur.

Buarada, yarın idrak edeceğimiz mübarek Kurban Bayramınızı da, tebrik ediyor.

Bu mükaddes zaman diliminin, özellikle Ortadoğu'ya, İslam dünyasına, "barışa, kardeşliğe, huzura, güven ve istikrara" vesile olmasını temeni ederim.

En derin saygı ve sevgilerimle.