KUR’AN GERÇEKLERİNE SARILMAK!?

Hiç kuşkusuz ki, “iman şuuruyla” olmalı.. Bir önceki sohbetimizde de ifade ettim.. Ki hep vurgulaya vurgulaya, dilimin döndüğü, kalemimin yazdığı kadarıyla ifade ediyorum.. Bu milletin “ümmet olabilme” noktasında tek kurtuluş reçetesi ve yol haritası vardır, o da “Kur’an-ı Kerimdir”.. Onunla hemhal olmalıyız, onun ipine sarılmalı, tüm içtimai hayatımızı onunla donatmamız gerekir…

***

Nitekim “Kur’an’ın ipine sarılmak, onunla yaşamak” emr-i ilahidir… Bakınız, Âl-i İmran suresinin 103. Ayeti, nasıl da emrediyor…?

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.”

Ayetin mefhumu muhalifi olarak, eğer Kur’ana sarılmazsanız yanlış yörüngelere girersiniz, pusulayı şaşırırsınız.

O zaman kâinat içerisinde Allah’ın görünmeyen orduları harekete geçer ve sizin başınıza musallat olur, sizinle mücadele eder.

Onun için şaşmamak lazım, unutmamak lazım.

Bu itibarla diyoruz ki;  İnanmış bir toplum olarak yaşadığımız hal hiç de iyi bir hal değildir.. Onun içindir ki dün olduğu gibi bugün de, yani nerdeyse iki asra yakındır kendimizi maddi ve manevi musibet ile belalardan, kötü badirelerden koruyamıyoruz..

Ne istikrar, ne istiklal ve ne de istikbal var? Ki hal-i âlem dün olduğu gibi bugün de meydandadır.

***

Sadece, son üç-dört ay içerisinde yaşadıklarımıza bir bakın!.. Ülke ve millet olarak, başımıza neler gelmedi ki?! Maddi ve manevi krizler, zayiatlar, felaketler… Ve toplumsal çürümüşlük.. Gayriahlâkî yaşam, biçimi… Vahim bir süreç yaşıyoruz.. Bu itibarla toplum olarak bizlerin, 7’den 70’ine yüce Kur’an-ı Kerimin etrafında kenetlenmemiz lazım… Onunla hemhal olmalıyız.. Yoksa, gaflet ve dalaletin derin çukurlarından kendimizi alı koyamayacağımız gibi, mevcut siyasal yaşamın neden olduğu badirelerden de kurtulamayız… Hep mahkûm oluruz…

***

İşte siyasetin kulvarındaki partiler!.. Bir kutuplaşma, bir hizipleşme, toplumsal bölünmeyi körükleyen dil ve anlayışla, kendilerini var etmeye çalışıyorlar.. Herkes benim doğru diyor.. Kimse ne hakikatin peşinde, ne de gerçek “doğrunun” ikmale gelmesinde samimi.. İki yüzlü, çatal dilli bir siyaset, söz konusu! Bilinen bir gerçek var.. Hiçbiri “haklı, doğru ve gerçekçi” olmamakla birlikte, hepsi “laik sistemin” üretimi.. Tabi AK Parti’yi mevcut durumdan kısm-i olarak, ayrı tutuyorum.. Neden derseniz?  AK Parti, kendini muhafazakâr olarak kanıtlayan bir parti… Ki parti liderinin de ehl-i kıble olduğuna inanıyoruz ve görüyoruz.

***

Ama karşısında olan, muhalefetteki partilerin bir kesimi hiç de öyle değil.. Özellikle, CHP… Ve onunla yol yürüyen diğer bileşenler…Doğru bir şiara, gerçekçi bir yola, anlayışa sahip olmadıkları gibi; “batı ve batıla endeksli yanlış bir yolda” oldukları, dün olduğu gibi bugün de biliniyor.. Kaldı ki icraatlarıyla da, kanıtlamışlardır… Zira bu anlayışın ve sistemin ceberut yapısından dolayı, Türkiye bir türlü iki yakasını bir araya getiremiyor… Sürekli bir handikap hakimiyeti söz konusu…

***

Halk deyimiyle; kimin ne yaptığı meçhul! Güne huzurla, istikrarla, mutlulukla, barış ve kardeşliğin duygu seliyle uyanmışlık yok.. İlla ki siyasi bir kavga, illa ki toplumsal bir keşmekeşlik, illa ki bir bölünmüşlük var.. Daha açık ifadeyle, Allah’ın ipinden hızla uzaklaşma hali var. Orta yerde, tarih boyunca bizi ve aba ecdadımızı doğru yola götüren yüce kitabımız var iken, “batıya ve batıla” odaklanmış haldeyiz.. İman şuuru kaybettiğimiz gibi, ümmet şiarından ve Kur’an-ı Kerimin hazinesinden fersah fersah uzaklaşıyoruz, uzaklaştırılıyoruz…

***

Ve bunun, baş müsebbibi de ne yazık ki siyaset kurumudur.. Kirli madrabaz siyaset, yüz yıldan beri bu millete kavgadan, gürültüden, istikrarsızlıktan başka bir şey vermemiştir. Biz de debelenip duruyoruz.. Ama hakikate odaklanıp, bir türlü kendimize çekidüzen veremiyoruz. Ekonomiden tutun da sanayiye kadar, günlük hayat akışı ile ahlaki değerlerimize kadar, toplumsal tavır ve davranışlarımıza kadar bir türlü, özümüze dönmediğimiz gibi, kendimize çekidüzen de veremiyoruz.. Ki vermekten imtina ettiğimiz içindir ki toplum olarak badirelerden kurtulamıyoruz.

***

Demem o ki; aklımızı başımıza alalım.  Mevcut Kemalist ve laikçi sekülarist anlayışın yörüngesinden artık çımalıyız.. Allah’ın ipine sarılalım ki milletçe aba ecdadımızın yeniden ruhunu canlandırabilelim.. Onların ruhunu yâd edelim.  Pırıl pırıl yepyeni bir gençlik yetiştirip, filizlenen bir gençlik oluşturalım.  Aksi halde, “deve kuşu misali kafamızı kuma gömdüğümüz sürece” denir ya, hal-i âlem meydanda ki “gafletin ve dalaletin” acı faturalarıyla yüz yüze geliriz…

***

Diyarbakır’dan bir örnek vermek istiyorum… Malum, 11 Ayın Sultanı mübarek Ramazan ayının içinde bulunuyoruz.. Diyarbakır’ın çok önemli semtlerinden biri olan, İç Ofisteki Sanat Sokağına bir bakalım…. Diyarbakır’ımız, insanlarımız ne hale düşmüş?

Ahlaki çöküntüler diz boyu.  Akşamdan sabaha kadar karayolları üzerinde adeta sofralar kuruluyor, arabalarla gayrimeşru aşk hayatları yaşanıyor ve kimse de sesini çıkarmıyor.

***

Sorsanız, yaşam özgürlüğü, demokrasi, insan hakları, özel hayat gibisinden sözler sıralanıp durulur… Sormak lazım, böylesi bir demokrasi, ülke ve millet için; “toplumsal bir felaket” değil mi?.. Ahlaki bir çöküntü değil mi… Lafa gelince, Türkiye bir İslam ülkesi.. Ve yaşayanları da, Müslüman… Ki öyledir.. Ama velâkin, Müslüman demek, sıradan bir isim takma formülü ve söylemi değildir. Müslüman, Müslümanca yaşaması gerekir… İslam’ın hakikatlerine sarılmak demektir.  Ama nerde?..

***

Ahlaksızlıktan, bölünmüşlükten, kirli siyasetten kurtulamadığımız içindir; kötülüklerin bağrında debeleniyoruz…

Hal böyle iken, işimiz nasıl rast gidecek? Sözüm ona yenilik, çağdaşlık, bilmem ne adını taşıyan yalancı isimlerle milleti kandırmakla bir yere varılmaz.  Namus peyman oluyor? Aile mefhumu kalmamış.. Gayriahlâkî oluşumlar diz boyu.  Polis görüyor da bir şey yapamıyor.  Kişisel hayat diyor, özel hayat diyor.  Böyle bir ahlaksızlığın özel hayatı olur mu? Eğer özel hayat ise kendi evlerinde yaşananlara özel hayat denir.

Apaçık fuhuş yapmak, içki kullanmak, esrar satmak vs. bunlara hiçbir zaman özel hayat denilemez.

***

Öylesine bir hale gelindi ki Türkiye’de, özellikle Diyarbakır’ımızda din adamlarının konuştukları hep havada kalıyor.  Diyanet İşleri’nden gelen öğütleri de toplumsal olarak kimse kale almıyor? Bu itibarla “artık yeter” dememiz gerekir.  Bir milli ruh lazım bize…  Milli ruh, aba ecdadımızın geçmişe yönelik yaşadığı bin yıllık kültürüne sahip çıkıp sarılmamızla mümkün… Bu milli bir görevdir.  Bunu yerine getirmemiz gerekir.

***

Bu mevcut sistemin, kirli siyasetin ve siyasetçilerin bize vermiş olduğu taahhüt, sözleşme, söz vermeleri hep kandırmacadan ibarettir.

Çünkü mevcut siyasi sistem İslami sistem olmadığı için, gayriahlâkî sistemle karşı karşıya kalmaktayız.

O zaman bunu düşünüp kendimize çekidüzen vermeliyiz.

En derin saygı ve sevgilerimle.