KUR’AN GERÇEKLERİNE SARILMAK!? (II)

Dünden devamla, nerede kalmıştık diyerek sohbet serimizi sürdürüyoruz!.. Toplum olarak, özellikle de inanmış bir millet olarak, “yaşadığımız hal hiç de sağlıklı” olmadığı gibi, ne yazık ki “ümmet” olabilme vasfını da yitirmiş durumdayız.. İçi boş, şekli bir “inanmışlık” var.. İbadetleri bile; “desinler, görsünler” kabilinden, gösteriş riyakarlığıyla, icra ediyoruz.. İslam diyoruz, İslam’ın “İ’siyle” hem hal olmuyoruz... Müslüman’ız diyoruz, “Ne İslam’ın ne de İmanın şartlarını” yerine getirmediğimiz gibi; riayet de etmiyoruz…

***

Bakınız, manevi bir zaman dilimi çerisindeyiz! Mübarek Ramazan-ı Şerif’i idrak etmekteyiz.. Ki İslam âlemi için; “kutsal” manevi önemi büyük, hayır, bereket ve rahmet ayı.. Ama gel gör ki; “tam teşekküllü yaşamadığımız gibi, yaşayanı da yolundan alıkoyma adına” enva-i şirretlikler, yobazlıklar yapılıyor.. Sokaklar, caddeler, günlük hayatın gidişatına baktığınızda, inanmış bir kişi olarak hayıflanıyorsunuz.. Millet olarak ne ara, “benliğimizi, değerlerimizi, medeniyetimizi, kültürümüzü, inancımızı, iman şuurumuzu” kaybettik, diye kendimizi sorguluyoruz…

***

Evet, Cenab-ı Hakka her daim dua ediyoruz; “yaşanan ve yaşatılan felaketler” karşısında.. Allah tüm inanan Müslümanları bu ayın hürmetine, bereketine, manevi ruhuna, atmosferine, af ve mağfiretine eriştirsin.. Kötülüklerden, pisliklerden, inançsızlıktan, siyasi irtidattan korusun.. Yüce yaradana her elimizi açtığımızda, temennimiz ve duamız bu olmalı.. Çünkü perişanlık içerisinde yüzüyoruz! Niye diye sorarsanız? Benim vereceğim cevap, açık ve nettir!

***

O da şudur… Ülke ve millet olarak vahim bir “şuur” erozyonu ve yozlaşmasıyla, Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerimin yörüngesinden çıkmış, hatta karşı tezlere meyil etmiş haldeyiz! Bir asırdır, “bizi bizden eden” yabancı, ithal edilen yanlış bir sistem ve o sistemin aldatıcı siyasetiyle; “cebelleşip duruyoruz..” Tekçi, vesayetçi, jakoben anlayışı benimseyen sistem ve onun uygulayıcısı siyasetçiler hep aldattı. Ve ne hazindir ki, millet olarak da hep aldandık…

***

Asırlar boyu orta yerde, tek dayanak noktamızı temsil eden aba ecdadımızın kültürü, tarihi ve inanç değerleri var iken! En önemlisi de sarsılmaz, hakikatin rehberi Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim bulunurken.. İslam ümmetinin son peygamberi Hazreti Muhammed (S.A.V)’in yolu sabit iken.. İslam’ı büyüten, Müslümanları yeryüzünde yücelten bir geçmiş var iken.. Ne oldu da; tüm bunları arka plana atan bir yaşam tarzına, kendimizi mahkûm ettik… Sürekli bir iç bunalım yaşıyoruz…

***

Sistem ve siyaset! Demem o ki; tüm maceralarıyla toplumu inanç yörüngesinden çıkarmıştır… Hal böyle iken, ülke insanı ne yapmalı, kurtuluş çaresini nerede bulmalı? İşte bunun sorgulamasını artık; tüm içtimai koşullarda yapmamız gerekir… Bu hal, ne biçim bir hal? Memnuniyet veriyor mu? Toplumsal bir barış var mı? Toplumsal bir memnuniyet var mı? Toplumsal bir huzur ve selamet var mı?

Tarihi ecdat kültürümüzü yakalayabiliyor muyuz? Tüm bunlara verilecek cevap ne hazindir ki; “Hayır..” Çünkü millet olarak, zerresine muhtaç haldeyiz…

***

Büyük bir ahlaki yozlaşma var.  Peki, bu ahlaki yozlaşma bu milleti nereye kadar götürür, elbette ki felakete? Aile birliği, aile bütünlüğü söz konusu iken ne yazık ki bugün o anlayıştan fersah fersah uzaklaştırılıyoruz.  Maddi ve manevi badirelerden kendimizi kurtaramadığımız gibi gittikçe tehlikeli manevi çukurlara yuvarlanıp gidiyoruz.  Ahlaki çöküntüler o biçim, ulu orta cereyan ediyor..

***

Bakınız, mübarek bir aydayız…  Toplumun kaçta kaçı oruçlu? Gençlerin ne kadarı oruç tutuyor? Maalesef; tablo ürkütücü ve korkunç… Onun için diyoruz ki bu hal muhaldir.. Kurtuluş çaremiz bununla olamaz. Ya yeni hal, kendimize çekidüzen vermek veyahut da izmihlal,  yani yok olup gitmek.

***

Nitekim kâinat içerisinde Allah’ın görünmeyen sonsuz orduları vardır.  Elle tutulmayan, gözle görülmeyen, ama geldiği zaman da büyük şiddet uygulayan o musibetlerden, o badirelerden, o belalardan kendimizi koruyabilmemiz için aba ecdadımızın kültürüne sarılmamız gerektiğini, unutmamamız gerekir.. Yüce İslam dininin gerçeklerine sarılmalı, Kur’anla yaşayıp, onunla hemhal olmalıyız… Aksi takdirde beterin beteri bir halle yüz yüze gelebiliriz…

***

Görüyoruz.  Son dört beş aydan beri Türkiye’nin başına gelen deprem felaketleri, sel felaketleri, göç felaketleri, korku felaketleri…

Ne diyoruz; bu memleket nereye gidiyor? Hala mı, hata ve yanlışlarda bulunmaya devam edeceğiz? Düşünelim.

Sırat-ı müstakim denilen istikbalimizi, istiklalimizi ve her şeyimizi koruyan ve koruma garantisi altına alan yüce dinimizle; neden kendimizi diriltmiyoruz?

***

Biliyoruz ki, yüce dinin gerçekleri tümüyle Kur’andadır ve Resulullah (S.A.V)’in sünnet-i seniyyesindedir… Ona sarılmalı, onu yarınlarımıza rehber ve şiar edinmeliyiz..  Kendimizi otokontrol altına almamız lazım. Ona sarılmadığımız müddetçe depremler de gelir, seller de gelir, daha nice felaketler de gelir.

Bugün, Türkiye’ye İslam diyarı diyebilmemiz için bin tane şahit lazım.  Nereye bakıyorsun, nerdeyse fuhuş sektörü meşru hale gelmiştir…

***

Zina… Faiz.. Haram yeme… Hırsızlık… Rüşvet…Ne kadar gayriahlaki işler, kötülükler varsa ne yazık ki toplumun birçok kesimi onunla yaşıyor..  Haram yemekten zevk alıyor.  Tüm bunlar bize Kemalist ve laik bir Türkiye anlayışı diye yutturuldu; özgürlük, eşitlik, insan hakları ve demokrasi kavramları kullanılarak…

***

Uyuşturan bir politika ile yetinip duruyoruz. Terazideki iki kefede daima “zarar ve kötülük” ağır basıyor.  “İnanç ve ahlak” hafif kalıyor.  Ülke ve millet olarak, bölünmenin seyrindeyiz.. İşte Ortadoğu coğrafyası... Yanı başımızdaki komşu ülkeler.. İşte Suriye.. İşte karşımızda bir Irak.. Afganistan.. Denir ya, hal-i âlem ortada.  Bunlar da Müslüman ülkelerdi.  Ama heyhat! Bugün tümü virane olmuş ülkeler… Kan ve gözyaşı gölüne dönmüş…

***

Siyonizm’in, emperyalizmin “sömürgesi” altında.. Amerika’nın postalları hâkim... Sel gibi alıp götürüyor… Ülkeler virane.. Yöneticiler ise kukla… Peki, İslam dünyası bu hale nasıl geldi? Bilaistisna tüm bu ülkeler, İslam yörüngesinden çıktı, batıl bir kültüre, yönetim anlayışına ve siyasetine biat etti… Onu kendine, rehber ve kılavuz etti.. Halk deyimiyle, “kılavuzu karga olanın burnu …….dan çıkmaz!”

***

Ümmet şiarıyla, “artık yeter” deyip, kendimizi sorgulamamız gerekiyor.. Yetmez mi bu Allah’ın manevi tokatları? Bunların bize ders olarak yetmesi gerekmez mi? Kendimize çekidüzen verip dosdoğru kıblemize dönelim.  Dünkü sohbetimizde de söylemiştim.  7’den 70’ine kıbleye dönelim, çoluk çocuğumuzu, ailemizi okullardaki tedrisat ve yetiştirme planlarımızı aba ecdat kültürüyle tanıştırmamız gerekir.

***

Haykırmalıyız!?. Nerede Osman Gaziler, Ertuğrul Gaziler, Fatihler ve Yavuzlar.. Nerede, o büyük ecdatların o fütuhatları, kahramanlıkları nerede? Selçukludan tutun da Osmanlı dönemindeki ilerleyişimiz. Ve bir asırdır, cumhuriyet dönemindeki idari şeklimizi göz önüne getirelim; neden bu duraklama hali? Kâr damıyız, zararda mıyız? İşte bunun muhasebesini yapalım.. Aslında her şey açıktır.. Sebebi tarihimizden, kültürümüzden uzaklaşmamızdır.

***

Onun için sadece şekli olarak kendimizi Müslüman olarak gösteriyorsak bu yanlıştır, kurtarıcı değildir.  Bu itibarla batı kültürüne endekslenerek değil, Osmanlı kültürüyle, Selçuklu kültürüyle, Abbasi kültürüyle, İslam kültürüyle kendimizi donatmamız gerekir.

Aksi takdirde geride kalırız ve yolumuzu şaşırırız.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar..