KÜRT BÜYÜKLERİNDEN VECİZELİ SÖZLER! (II)

Evet, sevgili SÖZ okurları…

Değerli, can dostlar.

Dünkü sohbetimizin paralelinde bugün yine aynı tarzda daha geniş çaplı can alıcı konuları ele alacağız.

Yani 110 yıl önce Bediüzzaman Hazretlerinin Şam’daki “Cami-ül Emevi” de irad etmiş olduğu hutbenin muhtevası ve ondan iki sene önce, yani 1909’da “Volkan, Serbesti ve Mizan” isimli bu üç gazeteye vermiş olduğu röportajda, “31 Mart 1909’daki Selanik dönmelerinin yapmış olduğu bir senaryo ile ayaklanan harekât ordusu askerlerine” karşı yapmış olduğu konuşma metnini aynen aktarıyoruz.

“Ey şanlı asakir-i muvahhidin! (Ey tevhit dinine mensup olan şanlı asker!)

Ve ey bu millet-i mazlumeyi ve mukaddes İslamiyet’i iki defa büyük tehlikeden tahlis eden (kurtaran), muhteşem değerli kahramanlar!

Cemal ve kemaliniz (mükemmeliyetiniz ve gücünüz) intizam ve inzibattır, muntazam bir ordu şeklidir.

Bunu da hakkıyla en müşevveş (karışık) bir zamanda gösterdiniz ve hayatınız, kuvvetiniz itaattir.

Sizin yaşamlı gücünüz, her şeyden evvel komutanlarınıza itaat etmektir, başkaldırıp yanlış harekete girmemektir.

Bu meziyet-i mukaddeseyi (kutsal üstünlüğünüzü), en ufak amirinize karşı bile gösterdiniz.

Otuz milyon Osmanlı devletiyle (o gün otuz milyondu Türkiye), üç yüz milyon İslam’ın (İslam dünyası da üç yüz milyondu) namusu ve korunması sizin içinizdeki ihtilaf değil, ittifak ve itaatinize bağlıdır.

Sancağınız, tevhid-i ilahi sizin cesaretli ve yürekli gücünüze bağlıdır.

Sizin o mübarek elinizin gücü de birbirinize itaattir ve disiplin ruhudur.

Sizin zabitleriniz (komutanlarınız), birer müşfik (şefkatli ve merhametli) babalarınız durumundadır.

Kur’an, Hadis ve hikmet tecrübesiyle sabittir ki haklı amirinizin emrine daima itaat etmeniz farzdır.

Malumunuzdur ki otuz üç milyon nüfus, yüz sene zarfında böyle iki inkılâbı yapmadı.

O itaatten neşet eden hakiki kuvvetiniz, umum millet-i İslamiye’yi medyun-u şükran eyledi (size teşekkür etmeye zorladı).

Bu şerefi hakkıyla teyit etmek, komutanlarınıza karşı itaatkâr olmanızdır.

İslamiyet’in namusu da o itaatkârlıktadır.

Müşfik pederlerinizin durumunda olan zabitlerinizin şefkat ve merhamet kucağına sığınınız.

‘Şeriat-ı Garrâ’ bu şekilde emrediyor.

Zira zabitler (komutanlarınız) birer Ulü’l emirdirler.

Vatan-millet menfaatinde hususen askeri disiplin paralelinde Ulü’l emir olan büyüklerinize itaat farzdır ve kaçınılmazdır.

‘Şeriat-ı Muhammedi’nin (s.a.v), muhafazası da ancak bu disipline edilmiş ruhla gerçekleşebilir.

Ey tevhit inancına mensup olan askerler!

Fahri âlemin, kâinatın yegâne önderi Efendimiz (s.a.v)’in fermanını size tebliğ ediyorum.

Disiplininizi bozmayın ve itaatkâr olun ki şeriatın hükümlerini tatbik eden Ulü’l emre itaatkârlık farzdır.

Sizin Ulü’l emriniz ise komutanlarınızdır.

Askerlerin ocağı, cesim ve muntazam bir fabrikaya benzer.

Çarkların biri intizam ve itaate serkeşlik etmekle, çalışmamaya girerse o fabrika tümüyle alt üst olup, yok olmaya mahkûmdur”

* * *

                             

Evet, sevgili okurlar.

Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin, Kürdistan’ın Sarp Dağları’ndan, Van-Hakkari Dağları’ndan çıkıp İstanbul’a gitmesi, Sultan Abdülhamit zamanında olmuştur.

Onun gidiş gayesi de yine bu coğrafyada birer ilim ve irfan dağıtan “Medresetûzzehra” adlı büyük bir üniversite kurmasıydı.

Bu yöre insanını, bir cehlistanın zifiri karanlığından çıkarıp imanın ve İslam’ın parlayan nurunu kazandırmak ve memleket için, ülke için birer tane uygun, ağır başlı, Allah’tan korkan bir neslin yetiştirilmesiydi.

Ta o günlerde böylesine düşüncelerini irat etmiştir ve halkı İslam’ın ana çizgisine davet etmiştir.

Yine Kürtlerin büyük ulemalarından Molla Ahmedê Cizîrî’nin Divan’ının ikinci beytinde Hz. Muhammed (s.a.v)’e Kürtçe şöyle diyor;

“Ervah-ı mukaddes (Kutsal ruhlar), şeb-i kadran teduxazın (kadir gecelerinde seni istiyorlar)

Nura teye misbahê, dıkendili haram da”

“(Senin ruhun, mescid’ül haramda yanan kandillerin birer lambası ve aydınlatıcısıdır)”

Demek istiyor ki sen olmazsan kâinat söner gider.

Sen o Peygamberlik vasfıyla kâinatı aydınlatırsın ya Resulullah.

Yine o büyük Üstat Molla Ahmedê Cizîrî şöyle diyor;

“Mim matla’i şemsa, ehed ayine sıfat kir”

“Senin isminin başındaki Mim harfi, bir mucize olarak Allah’ın sıfatlarını kendinde gösteren bir ayinedir.

“Lamıh jı arap berkı lıfahhari acem da”

“Doğduğun yer olan Arap Yarımadasından Acemistan denilen İran kisrasının saraylarına yansıdı”

* * *

Evet, günümüzdeki Kürtleri yanlış felsefeyle, batık ve batıl ideolojilerle, İslam anlayışından uzaklaştırmaya çalışan dünya emperyalist baskıcı anlayışı, ne yazık ki bugün bu yörede, bu coğrafyadaki masum insanların kanını çok ucuz buluyor, acımasızca kan döktürüyor.

Ta ki petrolü ele geçirebilsin diye.

Şeyh Ahmedê Xanî ise şöyle diyor;

“Hındî selewatan hemî

Li Resulê me yê ümmî”

“Kâinat içerisinde varlığını gösteren bütün salâvat ve selamlar, ümmi olan Peygamberimize olsun.

“Ji paş hamd û selewatan

Ev çend kelime ne ji luxatan”

“Salâvat ve selamdan sonra değişik lügatlerden biz birkaç kelimeyi pekiştirerek telif etmek istiyoruz.

Bu da Kürtlerin okul çağındaki çocukları için”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Anlaşılan budur ki Kürdü olsun, Türkü olsun, Arabı olsun, Acemi olsun, yüce İslam dinine mensup olan nice büyük ulemanın varlığı tarih boyunca söz konusu olmuştur.

Bu millete, hatta tüm insanlığa hizmet etmek üzere İslam’a davet etme amacıyla, hep İslam kültürüne yönelik büyük anlatımları vardır.

Bu yüce insanların ve onlardan daha öncekiler gibi, Selahattin-i Eyyubi’lerin kahramanca haçlı küfür emperyalistleriyle çarpışarak, İslam davasını neşretmişlerdir ve yaymaya çalışmışlardır.

Biz de o büyük insanların birer evlat ve torunları olarak aynı yollarını izleme mecburiyetindeyiz.

Eğer o insanların yollarından saparak, başka bilinmeyen meçhullere doğru yol alıp gidersek, milletçe pusulamızı şaşırmış oluyor, kıblemizi kayıp ediyor, emperyalizmin mezalim pençesinden kurtulamıyoruz.

Ve nitekim bugün Afganistan’dan tut, Pakistan’a kadar, Libya’ya kadar, Irak’a kadar, Mısır’a kadar, Suriye’ye kadar bugünkü acımasız emperyalist “Keferetül fecerelerin” petrol üzerindeki yapmış olduğu kavga, işte bu coğrafyaları tümüyle esaret altına almış durumdadır.

Aklımızı başımıza almamız gerekiyor.

Siyasi çıkar uğruna yola çıkan bazı ideolojik karanlıklara bu milleti daha ne zamana kadar süreceklerini bilmiyoruz.

Yalnız, öğrenmek için de merak ediyoruz.

Zaten konuşmalarından da herkes kendini ele vermektedir.

Uzağa gitmeye de hiç lüzum yok.

Bu toplum, Müslüman olma hasebiyle hiç zaman kaybetmeden aklını başına almalıdır ve İttihad-ı Muhammedi etrafında saf tutmalıdır ve o davaya sımsıkı sarılmalıdır.

Aksi takdirde yok olup gitme tehlikesi kaçınılmazdır.

En derin saygı ve sevgilerimle.