LAİK CUMHURİYET NEDİR?!

Elbette ki “cumhursuz” bir Cumhuriyettir.. Üç günden bu yanadır, “Cumhuriyet” kavramı ekseninde, hasbıhalde bulunuyoruz… Özellikle, kavram ve tanım üzerinde konuşuyoruz.. Ve diyoruz ki, Cumhuriyet eğer ki “dinden, imandan, İslam hükümlerinden uzaklaştırılmış bir ideoloji olarak algılanırsa ve uygulanırsa” bilinmelidir ki, o Cumhuriyet “fazilet” denilen kimliğin sahibi değildir… Pek tabi ki “Cumhurun Cumhuriyeti de değildir..”

***

Olsa olsa, laikçilerin, statükocuların cumhuriyeti olur.. Nitekim laiklik yani sekülarist anlayış özü itibariyle “dinsizlik dini” demektir..  Gerek tarihi kitaplara bakın, gerekse geçmişi irdeleyin, kültürümüze de bakın.. Beni yanda, Türk Dil Kurumuna da bakın.. Hatta Google’a dahi bakın.. İstediğiniz ve bildiğiniz hangi kitap ve tarihi içeren mektubat olursa olsun bakın, bir tekin de “Laik Cumhuriyet” diye bir kavram ve tabir görmezsiniz.. Ki yoktur da.. Ne ilmi yönde ne de bilim yönünde, böyle bir saptama söz konusu değil…

***

Çünkü var olan şudur ki her şey “uydurma ve hileden” ibarettir.. Bir uydurma “sekülarist” anlayış, sahte bir “Kemalist ve Atatürkçü” düşünce ve ondan geçinen post modern hegemonların icat ettiği bir kavram olarak karşımıza çıkıyor.. Daha açık bir ifadeyle, Laiklik ve Cumhuriyet iki zıt kutup.. Biri diğerinin zıddıdır.. Her nerede varlık gösterirlerse; “ya ikisi birden yok olup gider, ya da biri diğerini yenmek zorundadır.?”

***

Ne hazindir ki, Türkiye yüz yıldan beridir “böylesi bir açmazın” cenderesinde, inim inim inlemektedir.. Bu millete yanlışlar, çelişkili fikriyatlar, tezat düşünceler, ilim ve irfandan uzak, inanç ve kültürden yoksun, batıla ve batıya dair “bir anlayış” enjekte edilip, duruldu.. Siyonizm’in ve Emperyalizmin uğruna…İşte bundan dolayıdır ki “Cumhuriyet” fazilet kimliğinden yoksun bırakılarak, “cumhursuz” bir yetime döndürüldü.. Gelişi güzel, atmasyondan ibaret keyfiyet içeren “kavramlar” kullanılarak, “ulvi değerlerine” halel getirildi…

***

Millet, yaşanan hal karşısında “muhasebe” içerisinde kendine bir yön çizme gayretinde bulunuyor ise de, “o statükocu” vesayetin oluşturduğu “kaotik atmosferden” dolayı ne önünü görebiliyor, ne de nereye gittiğini, nasıl gideceğini, yön bulma noktasında, “yolunu kaybetmişe” dönüyor… Tarihimize, kültürümüze, dinimize, şeriatımıza, kitabımıza uymayan sloganlarla, kirli ideolojilerle dopdolu yanlış fikriyatların millete yutturulması nedeniyle; “zihinler” dağınık… Aslında, tüm bu olup-biten yanlışlıklar serisi, bize çok şeyleri hatırlatıyor…

* * *

Dedik ya; Laiklik, Sekülarizm rejimi, batıl bir ideolojinin görüşüdür ve eseridir.

Bunun anlamı “toplumu dinden uzak” tutmaktır… Ki toplum dinden uzak tutulunca devlet denilen bir kavram kalmaz… Çünkü o toplum Devletini” tanımaz. Tanımadığı için de, toplum ve millet olamaz… Devlet de omuzladığı milli iradeyle ters düştüğü için, asli vasfını ve kimliğini idame edemez… O da devlet olamaz… Ki ikisinin zıt hal-i bertaraf oluşlarına delalettir…

***

Onun için, yeknesak olarak her iki kavramın birbiriyle zıtlaşmanın yerine, uyum içerisinde olması gerekir… Ve tabi ki, hangisinin hangisine uyması gerektiğini de düşünmek ve tartışmak lazım.  Mesela, cumhuriyeti mi laikliğe endeksleyelim, yoksa laikliği mi cumhuriyete endeksleyelim? Gerçekçi olmak gerekirse, hangisini hangisine endekslerseniz endeksleyin, ikisi de batıl olur.  Ancak müstakil bir kavram olarak kalırsa, işte o zaman bir anlam teşkil edebilir… Mana ve değer ölçüsünü bir yere koyabilirsiniz…

***

Cumhuriyet demek, cumhurun faziletini temsil eden bir ideoloji, bir sistem, siyasi bir yaşam şeklidir.

Yani milli ve yerlidir.  Zira cumhur var arkasında.

Şunun bunun getirdiği batıl ideolojilerden müteşekkil, dıştan ithal edilmiş bir anlamla donatılmış bir hali, hiçbir şekilde toplumla barışık olmaz..

Onun için hep ifade ediyoruz, sadeleştirilmiş, milli bir cumhuriyet gereklidir.. Cumhurun arkasında olduğu, dimdik ayakta duran yerli bir cumhuriyet ruhu geliştirilmelidir.  Yani cumhurun cumhuriyeti…

Elbette ki o zaman Cumhuriyet aziz bir kimlik kazanır… Elbette ki kutsal olur ve elbette ki fazileti yaşatır?

Ama sen bu kutsal kelimenin içine getirip “laiklik” kelimesini de ona izafe edersen, o nispet tamamıyla cumhuriyet kavramını da kirletir, manasız ve anlamsız bırakır…

İçi çürümüş bir ceviz kabuğunu andırır hale gelir…

* * *

Laikliğin hayat hikayesine bakalım.. Nerden geliyor, asli vasfı nedir?!

Yukarıda da açıklamaya çalıştık.

Laiklik; dinsizlik anlamına gelen, Fransa’dan ithal edilmiş bir kavramdır.

Fransa, kilise rezaletinden hurafelerinden engizisyon mahkemelerinden kurtulmak için dinden, kiliseden, hurafeden uzak tutmak kaydıyla “laiklik” denilen kavramı icat etti…

Yani nam-ı diğeri Almaniyet anlamını taşıyan bir kavram geliştirildi…

Onlar için geçerli bir kavramdır…

Zira kilise tamamıyla kıblesini, pusulasını kaybetmişti..

Dayatma ve sahte kilise hegemonyası ülkede söz sahibiydi…

Engizisyon mahkemesini sona erdirmiş bir kavram.

Ama o gömlek batıya, Avrupa’ya ait…

Papazların artık söz sahibi olmaması için, hayata geçirilen bir yönetim anlayışıydı…

Ancak İslam dünyası için, özellikle Türkiye için hurafe ve engizisyon mahkemeleri kurduran papazların hegemonyası söz konusu değildi ki?

Bizde İslam var, Kur’an var, cihad var, mücahede var, istikamet var, istiklal var, tarihi kültür var ve inanç var.

Her şeyden evvel bu saydıklarımızı pekiştiren, güçlendiren bir kelime-i tevhid var.

Bu kelime-i tevhid uğruna maddeten terakki etmek için büyük bir cihad kapısının açılması gerekir.

Her Müslüman, varlığını göstermek için bu yönde yol tutup gitmesi lazım…

Artık çürümüş laiklik anlamı ve anlayışı yerine sapasağlam bir iman mücevheratına sarılması gerekir…

O zaman, hiçbir şekilde laiklik kelimesiyle antilaik olan İslam kelimeleri birbiriyle pekiştirilmemiş olacak..

Bağdaş kuramamış ve kuramayacaklardır.

Zira birisi Allah inancına dayalı şeriat hükümlerini temsil eden ilahi bir nizamdır.

Diğeri ise papaların, papazların, kiliseleri temsilen meydana gelen bir kavramdır.

Bundan öteye hiç kimse gidemez.

***

Zira laik cumhuriyet deyince tek kelimeyle “Maide” suresinin 50. Ayetinin mealini hatırlatırız.

“Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?”

Bu paralelde gerçek müesses nizamın bünyesinde üç ana çizgi var bunlar ayrılamaz.

Bir; Devlet topluma karşı sorumluluğunu ve mesuliyetini yerine getirmelidir.. Devletin büyük insanlarının milli irade sorumluluğunu bünyesinde taşıması gerekir.

İki; Ümmetin vahdeti, birlikteliği, beraberliği şart… Yani tefrika değil, bölücülük değil, saçmaalık değil, milli birlik ve beraberlik gerekir.

Üç; Bu ümmetin birlikteliği hürmeti kemal-i ihtiram ile milli iradeyi temsil etme hali.

İşte hükmün gerçek müesses nizamı bundan ibarettir.

***

Ömer bin Abdülaziz, devletin en büyüğü, bir hutbesinde, şöyle der…

“Ey cemaat!

Sizin bildiğiniz Peygamber Muhammed (S.A.V)’den sonra bir peygamberin gelişi söz konusu değil.

Herhangi bir peygamber veya bir nebi gelmeyecek.

Kur’andan başka kitap da gelmeyecek.

Bilmiş olunuz ki kıyamete dek Allah’ın helal kıldığı şeyler bu mevcut helallerdir, haram kıldığı şeyler de mevcut olan haramların görünümüdür.

Bilmiş olunuz ki ben sizin içinizde herhangi bir kadılık, valilik veya hâkimlik yapmakta değilim.

Ancak ben mevcut olan hükümlerin infazcısıyım.

Ama size bir gerçek söyleyeyim.

Biz İslam dışı herhangi bir şeyi icat etmiyoruz, getirmiyoruz.

Ancak İslam’ın getirdiğine tabiyiz uymaktayız.

İslam ülkelerini yönetenlerin de kıyamete dek bu anlamla yola çıkmaları lazım.

Batı dünyadan ithal edilmiş yeniliklerden daha fazlasıyla İslam’ın ortaya koymuş olduğu gerçeklere iktiba etmek daha bir makbuldür.

Uyanmış olunuz ki hiçbir zaman Allah’ın ma’siyet ve günahlarıyla yaşamak isteyen hiçbir yönetime, idareye, devlete tabi olunamaz.

Ben size bu vaazı veriyorum ama en iyiniz değilim, en baskılı değilim, ben de sizin gibi Allah’ın bir kuluyum, Hz. Resulullah (S.A.V)’den her şeyi öğrenmişim ve arz ediyorum.”

Bunlar İslam halifesi olan Ömer bin Abdülaziz’in mübarek tavsiyeleridir.

En derin saygı ve sevgilerimle.