MABEDİMİN GÖĞSÜNE DEĞEN NAMAHREM EL!

 


Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi önceki gün sabah saat 10.00 sularında Diyarbakır’ın göbeğinde, Fatihpaşa Mahallesinde bulunan ve Fatihpaşa Camii olarak bilinen, nam-ı diğeri Kurşunlu Cami PKK terör örgütü tarafından bombalanarak ateşe verilerek yakıldı.

Şunu biliyoruz ki, camiye atılan hiç bir bomba, hiç bir kurşun, direk camiye atılmamıştır.

Tamamen tüm İslam dünyasına atılmış, ciğerinden vurmuş birer hain kurşunlardır.

İhanet şebekelerinin yıllardan beri Türkiye’de İslam’a yönelik hem de resmiyet altında yaptığı ihanet ve küçük düşürme hareketleri, hiç unutulamaz!

Her ne kadar belirli camiye yönelik yapılan bu saldırı konuşuluyorsa da ilk değil.

Başta Mescid-ül Haram dahil olmak üzere!

Ravzayı Mutahhara’nın içinde bulunduğu Medine Camisi…

Ki, Mescid-i Aksa’nın da bugün fiilen Yahudi işgali altında olması…

Dördüncü harem-i şerif durumundaki Cami-ül Emevi’den tutun da yeryüzündeki diğer İslam’ı sembolize eden tüm mabetler…

Yıllar yılıdır hep haçlı emperyalist dünyanın hedefinde olmuştur.

Ve hala da hedefindedir.

Tarihe bakarsak...

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ittihat terakki cemiyetinin bir uzantısı durumunda olan ve 1924’ten sonra devleti eline geçiren CHP hükümetinin, Türkiye’nin birçok camilerini ahıra çevirdiğini görürüz.

At tablasına ve hatta askeri koğuşlara dönüştürmesi…

Ki bununla yetinmeyerek, bir kat daha fazla Türkiye’deki tüm medreselerin kapatılması…

Kur’an ilminin ortadan kaldırılması…

Ve o medrese ulemalarına ağır suçlamalar getirilerek, başta sürgün olmak üzere örfi idare mahkemelerinde, yani sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmaları, idam edilmeleri…

Hepsi, çeşitli yöntemlerle işkenceye tabi tutuldular…

***

Cumhuriyet tarihi boyunca İslam’a karşı beslenen hem de resmen beslenen kin, nefret saldırıları yetmiyormuş gibi artık günümüzde, Diyarbakır’ımızda yeniden fiilen PKK terör örgütü denilen silahlı yapı organize edilerek, Kurşunlu Cami ateşe verildi.

Zaten bir ay önce de Dört Ayaklı minare hedef alındı…

Günümüzde hiçbir yerde yapılamayacak bir şekilde 1500’lü yıllarda yapılan minarenin temeline de roketli saldırı düzenlenmişti…

Minarenin ayakları isabet almıştı..

Ki o saldırı sonrasında, Diyarbakır Baro Başkanı merhum Tahir Elçi ve bazı baro üyeleri oraya giderek, durumu protesto etmişti..

Tahir Elçi, PKK’ya “hendek kazılmasın, operasyon yapılmasın” diye basın açıklamasını yaparken, terör örgütünün veyahut meçhul olarak adlandırılan hangi yönden geldiği belirsiz kör bir kurşunla öldürüldü.

Tabiatıyla, ister Diyarbakırlı olsun, ister bölge insanı olsun, ister Türkiye’nin neresi olursa olsun…

İster millet, ister devlet, ister iktidar, her ne şekilde olursa olsun, halkımızı, ülkemizi derinden yaralamış durumdadır bu olup bitenler..

Bize göre, PKK terör örgütü tarafından Kurşunlu Camiye atılan ateş o camiye değil, inanan herkesin kalbine, beynine atılmış birer kurşundur ve kor ateşidir…

İnanan tüm İslam camiasını sırtından vuran hain bir hançerdir.

Diyarbakır’ı hedefleyen bu ihanet şebekelerinin saldırıları bize göre PKK’nın tek başına bunu yapabilecek bir gücü yok.

* * *

Başta ifade etmeye çalıştığım gibi…

90 yıldan beri yani cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar devletin resmiyeti altında kanunlaştırarak, yasaların, yönetmenliklerin himayesi altında İslam’a yapılan maddi ve manevi baskı bugünkü Kurşunlu Caminin ateşe verilmesine yönelik saldırıdan daha beterdir.

Her ne kadar resmiyet, gelen giden iktidarlar bunu görmemişler veyahut görmezlikten gelmişlerse de böylesine örtülü geçiştirme söz konusu olmuş ise de aslında yakın tarihimizdeki geçmişe yönelik İslam’a karşı olup bitenler bugün nihayet bu faciayı doğurmuştur.

Eğer o günlere yönelik İslam’a karşı beslenen kin ve yüce İslam dininin şer’i hükümleri devlet eliyle ortadan kaldırılmamış olsaydı, gençliğimiz İslam terbiyesiyle, Kur’an ahlakıyla, Milli Eğitim okullarında yetiştirilmiş olsaydı, bugün ne PKK olacaktı, ne DHKP-C olacaktı, ne Ergenekon terörü olacaktı, ne DAEŞ olacaktı, ne de Hizbullah olacaktı?

Hele hele tüm bu hıyanetçi oluşumların başını çeken, hala da mevcudiyetini koruyan Kemalizm de olmazdı?…

Faşizan unsurlarının varlığıdır ve onlardan doğmuş olan, birer veled-i gayri meşru durumunda olan Bolşevizm, komünizm gibi daha neler neler bugün bu memlekette yer alamayacaklardı.

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten bu olumsuzluklar, İslam’a ve inanan herkesin kalbine atılan birer kor ateşidir…

İslam’ın namusuna yönelik, eşkıyalıktır.

Her ne kadar fiilen bugün PKK bu işi üstleniyor ise de bize göre PKK da bazı çevrelerin maşası durumunda bir oluşumdur ve tek başına da değildir.

Her zaman anlatmaya çalıştığımız gibi bunun dayanak noktası; din düşmanlığı üzerine kurulan cumhuriyetin tevellüt etmiş olduğu, yani doğurmuş olduğu birer ihanet şebekeleridir.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Elbette ki bu saldırı Diyarbakır’ımızı derinden sarsmıştır.

Devleti de milleti de derinden yaralamıştır.

Bize göre Allah’tan korkmayan saldırganların bu tür saldırıları nerdeyse halka alışkanlık getirir.

Birkaç gün herkesin ağzında dolana dolana bayatlar gider.

Ama unutmayalım ki her Allah’ın günü ana baba kuzuları bu uğurda şehit oluyor, nice ocaklar söndürülüyor, askerinden tut polisine kadar ve az da olsa sivil halka kadar.

Her neyse…

Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, bu suç ne kadar eşkıya bir örgüte yöneliyorsa da aslında suçun temel unsuru Türkiye’deki resmiyete dayalı din düşmanlığıdır.

Yıllardan beri devletin birçok önemli kurum ve kuruluşlarının bünyesinde başta Türk Silahlı Kuvvetlerimizin bünyesinde barındırmış olduğu Kemalist bazı anlayışlar ile CHP’nin yüce İslam’a karşı atmış olduğu irtica ve mürtecilik iftiralarının bir uzantısıdır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

İktidarda bulunan Ak Partinin şu 13 senelik geçmiş zamanı dışında acaba 90 yıl içerisinde devletin hangi resmi bütçesinden, camilere, medreselere, Kur’an kurslarına harcanan bir bütçe olmuştur?

Ama bu milletin gençliğine, körpe damağlı çocuklarına ilhatçılığı, laikçiliği, dinsizliğe yönelik Kemalizm anlayışı oluşturulması için ve gençliği materyalist birer gençlik olarak yetiştirilmesi için devletin tüm imkânları seferber edilmiş, bütçe hazırlanmış, mantar gibi her tarafa okullar yapılmıştır.

Biz okulların birer eğitim ve öğretim merkezi olması karşısında değiliz.

Ama bu okulların içinde gerçekleşen bir eğitim sisteminin kaçta kaçı İslamiyet’i hakkıyla anlatmıştır?

Resmen birer mecburi ders haline getirilmek istenmiştir.

Kur’an tedrisatı yapılmış mı?.

Hayır.. Ki binlerce kez hayır diyebiliriz..

Hani demişler ya; “İstisnalar kaideyi bozmaz”

Her ne kadar bu hükümet döneminde ilahiyatlara, imam hatip okullarına az da olsa hareketlilik getirilmiş ise de hiç de sadra şifa verilebilecek bir çalışma gerçekleştirilememiştir.

Zira yasalar, kanunlar ve devletin bünyesinde oluşa gelen temel unsur olan Kemalizm anlayışı buna geçit vermemiştir.

Yıllardan beri İslam’a kalmayan iftiralar atıldı.

Elbette ki böylesine bir anlayış yüzünden bu tür iğrençlikler kaçınılmazdır.

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten olay çok vahimdir.

Ama devletin ve parlamentonun ittifak ederek, böyle bir karanlık mezalimin üstesinden gelmemek de bize göre vahametin dik alasıdır.

Yazımıza başlık olarak kullandığımız “MABEDİMİN GÖĞSÜNE DEĞEN NAMAHREM EL!” ifadesi merhum Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal marşında dile getirmiş olduğu mısra'ından iktibas edilmiştir.

Akif şöyle diyor;

“Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:

Değmesin ma'bedimin göğsüne nâ-mahrem eli.

Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli...”

İşte Akif’in yüz sene önce Allah’a bu yalvarışı ve yakarışı sanki bugün başımıza gelen olayların geleceğini haber veriyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.