MİLLETİN İNANCI ÖN PLANDA TUTULMALIDIR!?

Yasama da, Yürütme de, Yargı da işleyiş ilkelerini, “Milletin İnancından” almalıdır.. O ruhu taşımalı.. Aksi takdirde, ne milli ve ne de yerli olabilir.. Olsa olsa, batıla ve batıya endeksli, “ucube” bir yapı oluşur ki, hal-i alem orta yerde kendini idame ediyor.. Denir ya, görünen köy kılavuz istemez.

***

Nitekim mevcut duruma karşı, yıllar yılıdır hep ifade ediyorum.. Hem de altı çizili ve vurgulayarak dile getiriyorum.. Siyaset kurumu, eğer ki “milletin inancını, değerlerini, kutsallarını ön planda tutmuyorsa” bilelim ki, işleyiş ruhunda “Salih bir” amel yoktur.. Ne kadar suret-i haktan kendini gösterirse göstersin; milletiyle, devletiyle barışık değildir..

***

Ülkenin son bir asırlık zaman dilimi içerisindeki “siyasi seyirde” yer alan siyaset kurumu, hiç de sağlıklı bir işleyiş içerisinde olmamıştır.. Tarihe dair çevrilen her sayfada bir ihanetin, bir vesayetin, bir darbenin “vücut bulduğunu” görüyoruz.. Millete rağmen, millete dikte edilen “batı ve batıla” odaklı anlayışın, felsefenin hükümran edildiğine vakıf oluyoruz…

***

Sistemin, ülkenin ve milletin al-i menfaatine yönelik ortaya koyduğu iyilikleri ve kötülükleri adil teraziye koyduğumuzda, ne hazindir ki “kötülükler ve mezalimler” galebe çalmaktadır.. Ağırlıkta, millet aleyhine hükümler söz konusu.. Ki bu tespiti salt ben yapmıyorum… Manen kamuoyu nezdinde de bu yaşananlar tespit edilerek, onaylanmış durumdadır…

***

Dönemsel olarak, siyaset kurumu “milli irade” tarafından, sorguya alınmışsa, demokrasinin membaı olan, sandıkta gerekli dersi ve uyarıyı vermişse de; “feraset zafiyetiyle”, bildiğini okumuştur.. Mevcut karakterini değiştirmediği gibi, “suret-i haktan” kendini göstermekten de imtina etmemiştir… Zaten kimsenin de “ayranım ekşidir” demesi beklenemez…

***

Netice itibariyle, milletin nam-ı hesabına seçilip, Meclis’e giden ve siyaset kurumu içerisinde faaliyete başlayan bir çok isim zikredebilirim ki tek gayesi, hedefi, anlayışı ve felsefesi, “koltuk ve çevre edinme ve para kazanmadan” öte değildir.. Derdi bu, başka da bir şey yok.

***

Bakınız, bir ay sonra Meclis’in ekseriyeti değişecek.. Nerdeyse, yüzde 65 oranında Milletvekili yenilenecek.. Yeni isimler, yeni parti üyeleri olacak.. Keşke kontrol mekanizması devreye sokularak, gelen de giden de “ne getirdi, ne götürüyor” diye kontrol edilebilinmiş olunsaydı.. Kim çullu, kim çulsuz!

***

En önemlisi de, kim milli, yerli, vatanperver, millet sevdalısı, dini inançlara sahip, ecdadını tanıyan, bilendir? Ya da hangisi değildir.. Neyse, “zaman en büyük müfessirdir” gerçeğiyle maskeler düşüyor..

Hele hele bir de halk tarafından kendilerini suret-i haktan gösteren birileri kontrol altına alınsa… kendini vatanperver, Atatürkçü, laik olarak gösteriyorlarsa da hiç de öyle bir gerçek yoktur. Derinden derine irdelenirse çok pis kokular ortaya çıkar. Özellikle muhafazakâr ve suret-i haktan kendilerini gösterenler, zaman tünelinde faizden tutun da her türlü kirlenme halleri bir bir deşifre olmaktadır.? Kaldı ki kendi kendilerini ele veriyorlar.

* * *

Hasılı kelam; milli ve yerli inanca dayalı bir siyaset olmadığı müddetçe kesinlikle o siyasetçi kim olursa olsun, “Salih bir amel” beslemiyor, yaşamıyor?!.. Onunla bir yere varılamayacağı gibi ülke de millet de “iki yakasını bir araya” getiremez.. Kaldı ki, kendisi de, “sağlıklı” olmaz…

***

Onun içindir ki; Neyzen Tevfik bakın ne diyor;

“Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;

Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! Dediler...

Künyeni almak için, partiye ettim telefon:

Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!”

***

Neyzen Tevfik’in bu maceralı sözlerine mazhar olmak istemeyen zevat kim olursa olsun, mutlaka milli kültür paralelinde kendini donatması gerekir… O paralelde, siyaset kurumunu ve işleyiş rotasını belirlemeli.. Ama diyeceksin ki değişir mi? Maalesef, dün olduğu gibi bugün de pek değişme, değişime uğrama, özüne dönme gayret ve hevesinde değil…

***

Hani diyorlar ya;  “Ar damarı çatlayınca utanmadığın takdirde istediğini yap.”

Bir Hadis-i Şerif’in yüce mealini sizinle burada paylaşalım.

“Allah’tan korkmadığın, milletin örf ve adetlerini de hiçe saydığın takdirde istediğini yap. Çünkü o zaman çığırından çıkıyorsun, yörüngeni şaşırıyorsun, normal insan vasfından çıkmış oluyorsun, utanç damarını çatlatmış oluyorsun…”

***

Onun için nereye gidersen git, nerede olursan ol, yaptığın işi, üstlendiğin görevi, bulunduğun makamı unutma… İster milletvekili ol, ister bakan ol, ister başbakan ol.

Ne olursan ol, istersen allame-i cihan ol.  İllaki kendini milli ruhtan uzak tutmaman gerekir.

***

Milli hâkimiyetten, milli egemenlikten, milli kültürden, milli tarihten uzak duramazsın.

Ve bunu da ikmale getiren, dindir, inançtır, ibadettir, tarihtir, ecdadın bıraktığı milli kültür ve medeniyettir… Her yerde ve her ortamda, yaşatmalısın…

Bilesin ki, başın göklere de değse illaki insansın. Milletin görev verdiği bir şahsiyetsin ki o görevi hakkıyla yerine getirmelisin.  Aksi takdirde geride kalırsın.  Onun içindir ki yıllardan beri bu sütunları, bu inançla, bu misyonla donatmaktayız. Dilimizin döndüğü, kalemimizin yazdığı kadar; hakikatleri haykırıyoruz…

* * *

Sevgili dostlar.

Mübarek Ramazan ayının son günlerine gelmiş bulunuyoruz…  Çok önemli mana değerini taşıyan bir süreçteyiz.  Acizane tavsiyemiz bu süreç ihmal edilmemelidir.  Gecemizi namaz kılarak, gündüzümüzü de oruç tutarak geçirmeliyiz. Bu son on günün içerisinde bilelim ki, mübarek Kadir Gecesi vardır.  Kadir Gecesini de hiçbir Müslüman kaçırmak istemiyor.. Çünkü bu gecede, çok büyük bir hazine vardır… O hazineyi elde etmeliyiz, şeytanın eline vermemeliyiz.. Sımsıkı ona sarılmalı ve o geceyi hakkıyla yaşamalıyız.

***

Ama göl gör ki, yer küresindeki İslam dünyası ne yazık ki çok büyük bir gaflet içerisinde yürüyor.  Kabe’nin etrafında yüz milyonlarca insan dolaşıyor, ama bakıyorsun ki hep manasız.. Zira geçmişte deve seyriyle bir ayda ancak ulaşılabilinirdi, ama bugün uçakla iki saatte ordasın.. Ama manadan ırak şekilde…

***

İşte, Mescid-i Aksa’nın, Kudüs’ü Şerif’in hal-i pür melali ortada.. Herkes duyuyor, görüyor, Siyonizm’in zulmünü.. Ama dünya, başını yorganın altına gömüp uyuyor.

İslam dünyasının hali böyle mi olmalıdır? Hayır, kesinlikle böyle olmamalıdır… İslam dünyası büyük bir “cihad ruhu” ortaya koymalıdır…

***

 Lakin o cihad gerçekleşmediğinden dolayı, bugün İslam’dan bahsetmek abesle iştigal haline geldi… Kudüs, İslam dünyasının ortasında.. Ki o Harem-i Şerif bugün yıllardan beri Siyonist İsrail’in elinde inim inim inliyor.  O güzelim Mescid-i Aksa’nın insanları onların baskısına uğruyor ve İslam dünyası da sadece seyretmekle kalıyor.

***

Dolayısıyla sadece buradan bile İslam dünyasının ne kadar kirli bir çukura düştüğünü görebiliriz. Eğer gerçekten İslam ve Cihad ruhu yaşıyor olsaydı, Hz. Selahaddin-i Eyyubi’nin yüreğini bünyesinde taşıyor olsaydı, İslam dünyası ittifakla Siyonizm’i ezip geçmişti..  Haçlı emperyalistlermiş, Amerika imiş, Siyonist İsrail imiş, hepsi dersini almış olacaktı?…

***

Ne yazık ki İslam dünyası, o dik duruş omurgasını kaybetmiş durumda… Sadece özel olarak ibadet yapıyor.  İbadet de yapılmalıdır ama usulü kaybedersen o füruat da geçerli sayılmaz. Sen İslam’ın ana kaidesini, külliyesini, usulünü kaybettiğin zaman neye sahip olabilirsin ki? Bize göre koskoca bir HİÇ diyebiliriz bugünkü manzara karşısında.. Güçsüzlükle karşı karşıya bırakmıştır kendini. 

***

Ki, İslam’ın zirvesi Cihad’dır.

Cihad ruhunu taşımayan bir toplum, ne kadar ibadet yaparsa yapsın o ibadet geçerli olamaz. Sadece füruatta kalır ve yetmez.  İllaki usule döneceksin.  Kur’anın dediği gibi;  her halükarda Kur’ana sarıl ve canınla, malınla cihad et.

* * *

Bundandır ki sık sık hatırlatıyoruz.

Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri Tarihçe-i Hayat’ta aynen şunları söylüyor.

“Ey âlem-i İslâm! Uyan, Kur'ân'a sarıl, İslâmiyete maddî ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol!

Ve Ey Kur'ân'a bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı!

Kur'ân'a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu'cize-i mânevîsi olan Nur Risalelerini mütalâa etmeye çalış. Lisanın, Kur'ân'ın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun mânâsını neşretsin; lisan-ı hâlinle de Kur'ân'ı oku. O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun.”

***

İşte bakın Bediüzzaman yüz sene evvel nasıl uyarıyor ve şöyle devam ediyor;

“Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!

(Yani Selahaddin-i Eyyubi’nin torunları ahvat ve cemiyeti)

Beş yüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur'ân'ın sabahında uyanınız. Yoksa Kur'ân-ı Kerîmin güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.

Kur'ân'ın mecrâsından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz. Yoksa toprak gibi sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur'ân-ı Kerîmin saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-i İslâmiye sularını akıtınız.”

En derin saygı ve sevgilerimle.