MİLLİ VE YERLİ OLMAYAN SİYASET, KARGAŞA GETİRİR!?

Ne yazık ki öyle...

Yüz elli yıla yakın zaman dilimine baktığımızda, “milli ve yerli” olmayan bir siyasetin girdabında cebelleşip duruyoruz..

Çünkü vücut bulan siyaset, “dış orjinli” batıl, seküler, inkar ve asimilasyona dayalı, jakoben fikriyatı önemsiyor..

Dün olduğu gibi bugün de hal-i durum aynı rotada gidiyor...

Hazin olan da şudur ki “değişmiyor?”..

Direnç gösteren “müesses” bir nizam var.. Ve o nizam, toplumsal barışı, kardeşliği, birliği, dirliği, gelişmeyi, zenginliği, yeniliği, küresel bir güç olmayı, her daim engellemiş..

Pranga vurmuştur..

Yeri ve zamanı gelince de fütursuzca “vesayetini” ikmale getirmiştir..

Ve bunu yaparken de; kendini “devletin ve milletin” tek koruyucusu olarak, demokrasi, insan hakları, özgürlük, eşitlik gibi “kavramları” kendine maske yapmıştır..

Değerli okurlar..

Yıllardır bu sütunlarda, “dile getirip” sizlerle paylaştığımız memleket meselelerinin ana temasında, işte bu hakikatin beyanı vardır..

Tavsiye ve beklentimiz hep şu olmuştur..

Toplumsal barışın sağlanmasıdır.

Birliğin, dirliğin ve beraberliğin perçinlenmesidir..

İnancın ve dini değerlerin bir bütünlük içerisinde, yaşamın her alanında “vücut” bulmasıdır..

Eğer ki ülkenin siyaseti bu rotada yol alırsa, istikrarı ve istikbali sağlar..

Aksi takdirde; mevcut halin girdabından kurtulmamız mümkün değil..

***

Demem o ki...

Siyaset anlayışımız, devlet politikamız ve siyasi partilerimiz bağımsızlık ve istikrarlı bir siyaset ilkesiyle yola çıkıp milleti kargaşaya, bölünmeye, kavgaya, tefrikaya sürüklememelidir...

Milli birliğimizi ve beraberliğimizi, kardeşliğimizi her şeyden üstün tutmaları gerekir..

Oy avcılığı adına, kişisel rant ve istikbal adına hareket etmemesi lazım..

Milli menfaatleri her şeyin üstünde tutması, ana ilke olmalıdır..

Elbette ki bunun reçetesi de, bin yıllık geçmişimizin kültüründe ve tarihinde yazılıdır..

Var olan teşhisin tedavisini orada aramalıyız..

Yani o büyük aba ecdatlarımızın yaptıklarını örnek alarak yola çıkmamız gerek..

Yoksa milli gerçeklerden uzak, dayanaksız, mesnetsiz, dıştan ithal edilmiş siyaset anlayışıyla, hüküm ve kaidelerle ülke yönetilemez, yönetilmek istense dahi, “istikrarı” sağlayamaz...

Her şey, aldatmacadan ibaret olur.

Zira hal-i âlem meydanda.

Siyasetimizin, politikanın, gelen giden iktidarların ve muhalefetin, özellikle ana muhalefet partisinin silsileli olarak bugüne kadar yaptıkları her şey “milli ve yerli” olmanın ötesinde, ülkenin ve milletin aleyhine olmuştur..

Denir ya;  “Görünen köy kılavuz istemez..”

İşte bu vecize sözle yola çıkarsak, son birkaç aydan beri toplumumuzun çektiği sosyal sıkıntılar, bunun bariz örneğidir!...

Ekonomiksel sıkıntılar, ahlaki çöküntüler, fuhuş ve uyuşturucunun Türkiye’de sektörel hale gelmesinin temeli ve kökeni batıya bağımlılığımızdandır..

Zira kendi benliğimizi kendimizde aramak yerine, AB’den, Amerika’dan veyahut diğer batıl ülkelerden ithal etme anlayışıyla yola çıkmış durumdayız.

O da bize bir fayda vermemiştir.

Toplumsal olarak vereceği gibi bir beklenti içerisinde de değiliz.


***

Sevgili okurlar..

Siyasetin; gerek iktidar olsun, gerek muhalefet olsun, her ne kadar şekli olarak kavgaları söz konusuysa da tümüyle koltuk meselesidir.

Siyasi gelecek meselesidir.

Milli çıkar ve bütünlüğümüzden uzak bir siyaset anlayışıyla ne yazık ki memleket karşı karşıyadır.

Deveye sormuşlar;

“Boynun eğridir, niçin?”

Demiş;

“Nerem doğru ki?”

Gerçekten iktidar bir dilden okuyor, muhalefet ayrı bir dilden okuyor.

Büyük manasız ve anlamsız bir çekişme, ülkeyi kargaşadan, kavgadan, terörden bir türlü arındıramıyor, bilakis daha bir boğucu hale getiriyor...

İşte doların aşırı derecede yükselmesi..

Türk lirasının dolara karşı erimiş olma hali..

Yıllardan beri devletin kuruluşundan bugüne kadar faizle kalkıp oturan bir millet ve bir devlet haline gelmemizin girdabı...

Tüm bunların vücut bulduğu ortamda ekonominin sahil-i selamete (selamet yoluna) koyulabilinmesi mümkün mü?..

Değil..

Olmadığı için de her şey mecrasından çıkmış, yokuş aşağı freni patlamış kamyon misali, iniyoruz!?..

Ve ne hazindir ki tek çaremizin birlikteliğimizi, beraberliğimizi, bütünlüğümüzü korumamız, tarihten, geçmişimizden, aba ecdadımızın bıraktığı mirastan, çözüm aramamız gerekirken bunu yapmıyoruz..

Yapmak isteyenleri de engelliyoruz..

Bunun yerine kendimizi tarihi düşmanlarımıza bağlı kılarak, onlardan medet umarak, kurtuluş çaresi arıyoruz...

Ki bu da facianın ve rezaletin dik alasıdır.

Onun için iki yakamız bir araya gelmiyor.

Kendi iç meselelerimizi, milli varlığımızı, bölünmez bütünlüğümüzü bir türlü sağlayamıyoruz, yakalayamıyoruz.

Nedenlerden biri de; kendimize güvenmiyoruz...

Tarihi düşmanlarımıza “bel bağlıyoruz!...”

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Âcizane bu köşede her zaman ifade etmeye çalıştığımız gerçek; milletimizin, devletimizin, ülkemizin bu badirelerden kurtuluş çaresi ancak ve ancak İslam anlayışıyla olabilir diyoruz!

İslam’a saygı ve sevgi göstermekle olabilir.

Aksi takdirde yaşanan hal-i duruma söylenen ve yapılan her işlem havanda su dövmekten öteye gitmez!.

* * *

Bakınız, burada bir ayet-i kerime sizinle paylaşmak istiyorum.

Yüce Allah, tüm insanlığa, özellikle ümmete şöyle sesleniyor;

“Fettekû(A)llâhe mâ-steta’tum”

Teğâbun suresi 16. Ayet;

 “O halde, elinizden geldiği kadar Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! (Anlatılanları) dinleyin ve (dinlediklerinize de) itaat edin! Kendi hayrınıza (Allah yolunda ve ihtiyaç sahipleri için) infakta bulunun! Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden kendini kurtarabilirse asıl kurtuluşa ve saadete erenler işte onlardır.”



***
 

Sevgili dostlar.

İşte Kur’an bize bu şekilde sesleniyor.

Bizim gerçek yolumuza devam edebilme şansını yakalamamız için, Kur’anın bize tavsiye etmiş olduğu ana çözüm, gerçek ve kurtuluş yolunda gitmemiz gerekir.

Bir kez daha, gerek iktidar partisi olsun ve gerekse muhalefet olsun, âcizane tavsiyemiz;

Birbirinizle kavga etmek yerine, yekvücut olarak İslam gerçeklerine sarılıp onunla siyasetinizi icra edin...

Emanetinize dostça sahip çıkın.

Aksi takdirde size tevdi edilen en yüce emanet olan toplumsal ahlakı “batılın” girdabına kaptırıp, yok olmasına vesile olursunuz..

Toplumsal İslam inancını yaşatmalısınız..

Hep ifade ediyorum..

Bu millet emanetlerini ehil olan kimselere teslim gerekir...


***

Sevgili okurlar...

 “A’râf” suresinin 96. Ayeti ile “Nisa” suresinin 58. Ayeti ve “Mâide” suresinin de 65 ve 66. Ayetlerinden örnek vererek bugünkü sohbetimizi burada sonlandırmak istiyoruz.

“A’râf” suresinin 96. Ayeti;

“Eğer o memleketlerin ahalisi iman edip Allah'tan sakınsalardı elbette üzerlerine yerden gökten bereket kapıları açardık. Ama gerçeği yalanladılar ve biz de yaptıklarından dolayı onları kıskıvrak yakaladık.”

İşte bu ayet bize neleri hatırlatıyor ve nasıl uyarıyor?.

Ayetin hulasası:

O yüce Allah diyor ki;

Eğer o ülkenin insanları Allah’a iman edip takvalarını muhafaza etmiş olsaydılar ekonomiksel sıkıntılar yerine, ekonomiksel bolluk getirecektik.

Gerek göklerden, gerek yerden bereketleri yağdıracaktık.

Onlar bunu yapmadıkları için kendilerini ekonomiksel sıkıntılardan, faizlerden, ribadan ve kur artışından kurtaramazlar.

Ayet bunu açıklıyor.

“Nisâ” suresinin 58. Ayeti ise mealen şöyle;

“Allah size, mutlaka emaneti (ve işleri) ehil ve emin olan ellere teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adalet (ve hakkaniyet)le hükmetmenizi emreder.”

Bu ayetteki geçen bu iki cümle bize göre bugünkü Türkiye’mizin ve hatta tüm İslam dünyasının düştüğü badirelerin temel gerçeğidir ve ümmetin üzerine kapanan zırhlı kapının yegâne anahtarıdır.

İşte emaneti teslim etme ve adaleti gerçekleştirme görüntülerimiz ortada zaten.

“Mâide” suresinin 65 ve 66. Ayeti ise bakınız ne diyor bize;

“65- Eğer Ehl-i Kitap (gerçekten) iman edip (Allah'a karşı gelmekten, fitne ve fesat çıkarmaktan) sakınsalardı, elbette kötülüklerini örter ve onları nimetlerle donatılmış cennetlere koyardık.

66-Ve eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve onlara Rableri tarafından indirilmiş olanı (Kur'an-ı) dosdoğru uygulasalardı gökyüzünün ve yerin tüm nimetlerinden yararlanırlardı. İçlerinde tutumlu (ılımlı) bir topluluk vardır, ama onların çoğunun yaptıkları şeyler pek çirkindir.”

Pek çirkindir ve tek tip bir yaşam şeklidir.

Bu da ithal malıdır.

Kamuoyu adına diyoruz ki;

Kamuoyunun vicdanına elem vermemek için lütfen devlet idarelerine, yani kamu kurum ve kuruluşlarına, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya, özellikle Diyarbakır’ımıza “militan” takımından yöneticileri göndermek yerine, milli ruhu bünyesinde taşıyan, helalini helal olarak, haramını da haram olarak bilen görevlileri ve yöneticileri gönderin..

Halkı rahatlatmak, barış ve kardeşliği getirmek yerine ırkçılığa, rüşvete ve kişisel ranta dayalı siyaset militanları gönderilirse memleket zarar görür, iktidar partileri de milletten herhangi bir sonuç alamaz...

Ki yıllar yılıdır Diyarbakır başta olmak üzere Güneydoğu bölgesinde yaşanan hal bundan ibarettir..

Lâkin çözüm üreten yok…

En derin saygı ve sevgilerimle.