MUİNİ ZALİMİN DÜNYADA ERBÂB-I DENÂETTİR!?

Sevgili okurlar.

Dünkü yazımızda da ifade etmeye çalıştığımız gibi mevcut sistemle yönetilen Türkiye’nin eksileriyle artılarını karşılaştırdığımızda ne yazık ki terazinin eksi kefesi, artı kefesine galebe çalmaktadır..

Yani, eksiler daha bir ağır basıyor..

Gerek sosyal, gerekse kamusal alanda “vahim bir çöküş” söz konusu..

Dün de ifade ettim...

Resmi kurum ve kuruluşların hangisine giderseniz gidin, büyük bir hantallık, büyük bir keyfiyetle karşı karşıya kalıyorsunuz...

Enva-i olumsuzluklar hâkim...

Temel neden ise mevcut sistem...

Bakınız, sevgili okurlar.

Mevcut sistem diyorum, mevcut iktidar demiyorum.

Zira iktidarlar da sistemin hegemonyasındadır.

Sistem de gizli locaların ithalat malı.

Kimse ama hiç kimse kırmızı çizgisini aşamıyor(!)

Çünkü milli bir çizgide yürümediği için toplum her gün biraz daha; “yıkımlarla”  karşılaşmakta...

Ağır bedeller ödemektedir...

Toplumsal huzursuzluk ve mutsuzluktan başlamak üzere ekonomiksel sıkıntılar zaten halk deyimiyle “gırtlağa” dayandı..

Boğdu boğacak..

Kalemler ne kadar yazarsa yazsın, vahim gidişatın önü alınamıyor hadiselerin, toplumsal dengesizliğin ardı arkası kesilmiyor...

“Freni patlamış kamyon” misali yokuş aşağı gidiyor...

***

Demokrasi diyoruz.

Uzaktan yakından demokrasiyle alakası olmayan uygulamalar mevcut.

Gerek gelip giden iktidarlar olsun, gerek ana muhalefet ve gerekse diğer muhalefetler olsun; “al birini vur ötekine!..”

Çok büyük bir tutarsızlık içerisinde yürümekte oldukları aşikârdır.

Nitekim hal-i alem orta yerde..

Türkiye seçim sath-ı mailine girmiş bulunmaktadır...

Siyasilerimiz seçim meydanlarında, yine yüksek ses tonuyla, halk deyimiyle “ahkâm” kesmeye başladı...

Tabi ne dediklerine, ne yaptıklarına, neleri söylediklerine, hangi vaatlerde bulunduklarına; kimsenin diyeceği yok!...

Siyasette bu bir mücadeledir..

Amma velâkin; birbiriyle kavga etmelerini, birbirini yalancılıkla, sahtecilikle, hıyanetlikle itham etmeleri, “kabul” edilir değil...

Türkiye’nin büyük çapta bir kavga ve gürültü içerisinde yürüyüp gittiğine “müsebbip” olmamaları gerekir...

Çünkü her türlü olumsuzluğun ceremesini bu halk veriyor..

***

Gerçek şudur ki devletleri ve milletleri temsil eden iktidarlar, illaki ülkenin bölünmez bütünlüğüne, milletin birlik ve beraberliğine, bununla beraber ülkenin her kesiminde huzurun, refahın ve mutluluğun var olmasına yönelik faaliyet göstermelidir...

Yönetim, hukuku ve adaleti temel ilke olarak kabul etmelidir..

Eğer ki ülke ve millet bu rotada değilse demek ki yanlış giden bir şeyler vardır...

Ya sistemdir, ya da sisteme hayat veren yönetimlerdir!...

Ne yazık ki mevcut sistem iktidara kim gelirse gelsin kısa süre sonra “kendine göre evrimden geçirerek”, bildiği rotanın bekçisi yapıyor..

Şöyle tarih sayfalarına baktığımızda, nice ders-i ibret içeren hakikatler söz konusu!

***

İşte Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü..

Osmanlının son döneminde yapılan kirli oyunlar nasıl ki Osmanlı devletini çökertti..

Bugün esamisi okunmuyor...

Mevcut Türkiye’mizdeki o sinsi yapının uzantıları tarafından ortaya konulan kirli tezgâhlar ve oyunlar, her on yılda bir kendini ikmale getirdi...

Milli iradeyi alaşağı etti…

İhtilaller, devrimler, muhtıralarla “sivil yönetimler” iktidardan al aşağı edildi..

Ve buna da, “demokrasi rayları düzeltildi” denildi..

İçten ve dışarıdan tertiplenen tuzakların bugün haddi hesabı yok...

Allah korusun..

Devletimizin, milletimizin geleceğine yönelik, “demokrasi” hiç de aydınlık arz etmiyor...

Tünelin uzunluğuna baktığında hep zifiri karanlık görünüyor.

Bir türlü sonu gelmiyor...

O tarihsel aydınlığa kavuşulamıyor...

Çünkü devletin bünyesinde kavga var, kirli tezgâhlar yapılıyor, kimin elinin kimin cebinde olduğu belli değil.

İktidara bakarsan, iktidar başka bir siyasi kulvarda oynuyor.

Muhalefete bakıyorsun, apayrı bir kulvarda iktidarı devirme tezgâhı peşinde.

Hile üstüne hile…

Ama olan ülkeye oluyor, millete oluyor, bu sistemi ayakta tutan, vergisini veren, sistemi besleyen bir milletin bütçesine oluyor.

Peki, sonuç ne olacak?

Elbette ki bu soruya verebileceğimiz cevap vardır...

Diyeceğimiz şu..

Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi.

Uzun ve karanlık bir tünelin sonuna doğru hiç de bir aydınlık belirtileri görünmediğine göre bu hal bizi 33 yıl devam eden, Osmanlının son padişahı Ulu Hakan Sultan Abdülhamid’in akıbetine doğru götürmüyor değil!...

O cennetmekân Sultan Abdülhamid Han, büyük bir dehaya sahip olmakla beraber, büyük bir iman kudretiyle de dopdoluydu.

Ama bir bakıyoruz ki, 30 yıl içerisinde etrafını saran, daha doğrusu devletin bünyesine sızdırılan ve bize ihraç edilen Siyonist mihrakların varlığı, Ermeni çeteleriyle Yahudi çetelerin işbirliği içerisinde, Sarayı ele geçirmek istediklerini görüyoruz...

Bir de bu yetmiyormuş gibi Paris’te, Londra’da okuyan Türk gençlerinin “dejenere” edilmesi, Türkiye’ye geri dönmeleriyle büyük bir ırkçılık taassubuyla her iki düşman unsurla işbirliği yapma halleri...

Bunlar, Sultan Abdülhamid’i yıkmak için adeta güç içine güç katarak 31 Mart Hadisesini icat ettiler.

Selanik’ten harekât ordusunu “Şeriat’ı isterük” gibi uyduruk sloganlarla İstanbul’a kadar yürüttüler...

İttihat Terakki’nin istek ve arzuları doğrultusunda nümayişler dizerek Yıldız Sarayının etrafını sarıp Sultan Abdülhamid’le savaşmayı göze alan kirli darbeci bir oluşumun kirli tezgâhıydı...

Selanik’te, Viyana’da Yahudi ve ermeni çetelerinin işbirliğiyle gençleri sokaklara indirerek darbe yapma teşebbüsünün baş tezgâhçıları, kirli ittifak çeteleriydi bunlar!.

Oraya bakıldığında 31 Mart 1909 olayından 1915’teki Doğu ve Güneydoğu’daki Ermenilerin ayaklanmaları, 1923’te İsmet İnönü’nün Lord Curzonla işbirliği yaparak Memalik-i İslamiye’yi İslam ülkelerinin büyük coğrafyalarını peşkeş ettirip Türkiye’yi ufak bir coğrafyayla baş başa bırakan “Lozan Hezimeti” ki buna “Lozan Zaferi” adını koydular...

Aynı o kirli oyunlar.

Yani Ermeni ve Yahudi çetelerinin belirttiği hedefler, illaki çeşitli darbelerle CHP’yi ön planda tutarak Türkiye’nin her tarafına elli yıldan beri PKK ve DHKP-C gibi daha nice çeşitli terör odaklarını gizliden gizliye oluşturarak milleti birbirine kırdırdılar..

Ulusalcı, vesayetçi, Kemalist, darbeci geçinen bir çete, meşru hükümeti indirmek için, dönemsel olarak hep harekete geçti...

Ve hala da o sinsi vesayetçi ve darbe sevici yapılar iştah kabartıyorlar...

Bu işlerin peşini bırakmayan ve figüran olarak kullanılan başta CHP olmak üzere HDP’nin ve onlara yandaşlık yapan diğer muhalefet partileri...

Elbirliği içerisinde, adeta 28 Şubat’ı yeniden hortlatırcasına yeni bir vesayetçi Batı Çalışma Grubunu ihdas etme planlarıyla Türkiye’yi karşı karşıya bırakma gayreti içerisinde bulunuyorlar...

Ancak ne var ki gelen giden iktidarlar, Sultan Abdülhamid Han gibi uyanık duramadılar.

Sultan Abdülhamid 30 yıl boyunca bu kirli tezgâhlarla başa çıkamayıp eninde sonunda uyduruk fetvalarla nasıl tahttan indirildi ve Devlet-i Âliye-yi Osmaniye’yi bu hain kirli piyonların eline bırakmak zorunda kaldı.

Nihayetinde Selanik devşirmeleri olan Ermeni çeteleriyle Yahudi Siyonistler hedeflerine ulaşabildiler.

O günün tablosu, çok düşündürücüdür.

Ki gerçekten endişeliyiz.

Türkiye “sırat-el müstakim” denilen dosdoğru milli tarihimize, kültürümüze bağlı olan istikametini, istikrarını çizmediği müddetçe, her an için mevcut gizli tezgâhlarla yüz yüze gelebiliriz..

Bizden dostça uyarı…

Şunu da kaydetmeden geçmek istemiyoruz.

Kendimize çekidüzen veremezsek, “Demokrasi” adı altında yapılan siyaset bugüne kadar bu millete bir şey verememiştir ve vereceğine de inanmıyoruz.

Sevgili dostlar.

Fazla başınızı ağrıtmayalım.

Bugünkü yazımızı Namık Kemal’in şu mısraıyla sonlandırmak istiyorum.

Dedik ya, sistem milli değildir, gidişat hiç de iyi değildir.

Milletin beklediği huzur ve mutluluk yoktur.

Siyasetin kavgası, millete zulümdür.

Yapılanlar, insafsızlıktır.

Bu itibarla Namık Kemal’in dediği gibi;

“Muini zalimin dünyada erbâb-ı denâettir

Köpektir zevk alan sayyâd-ı bi-insafa hizmetten”

En derin saygı ve sevgilerimle..