MÜNAFIKÇA BİR SİSTEMİN UYGULAMASI?! (III)
Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği gibi bu köşede her zaman sizinle paylaşmak
istediğim gerçek; memleket meseleleri hakkındadır.
Ülke nerede ise bir asırlık süreç içerisinde büyük bir
keşmekeşlikle karşı karşıya olup, toplumun nerede ise her kesimine ulaşmış
fitne unsurlarının varlığı söz konusudur.
Gerek ekonomide olsun, gerek teknolojide olsun, gerek
ahlaki durumlarda olsun, gerek milli şuur, ilke ve prensipleri hakkında olsun.
Milletçe nerede ise benliğimizi yitirmiş bir duruma
geldik.
Yanlış ideolojilere hizmet etmekle karşı karşıya kalan
bir toplum olduk..
Büyük endişeler içerisindeyiz!
“Her an için bu fitne benim de kapımı çalabilir”
korkusuyla yaşayan bir toplum haline geldik.
Bunun sebebi mucibesini araştırıp bulmak için; kahin
olmaya gerek yok.
Orayı burayı da karıştırmaya da hiç lüzum yok.
Zira Türkiye’nin 7’sinden 70’ine kadar herkes artık
neredeyse siyasal ve sosyal oluşumları çözmüş ve vakıftır.
Neden ve sebeplerini de
biliyor?
Bilinen odur ki toplumu bu hale sürükleyen ana sebep ve
temel unsur, rejimin yanlış uygulamalarıdır.
Sistemin yanlış değerlendirmeleridir.
Devletin tüm kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesinde olup
bitenlerin "menfaate" dayalı olmasıdır.
Hele hele devletin yasama, yürütme ve yargı unsurlarının
büyük bir çelişki içerisinde yürümesi, çalışması apayrı bir garabettir.
Halkın yekvücut olarak kuşku ile bu sisteme baktığını ve
bu sistemin yanlış uygulamalar içerisinde olduğu hakikati gün gibi aşikârdır,
her şey ortaya çıkmıştır.
Bu nedenledir ki yıllardan beri koalisyonlarla kurulan
hükümetlerin sonuçları hep badireli geçmiştir.
Eninde sonunda darbeci vesayetçi güçlerin eliyle alaşağı
edilmişlerdir.
Ve nerede ise 13 yıl boyunca koalisyonsuz bir iktidar,
Türkiye’yi yönetirken çok güzel işler yaptıkları halde ne yazık ki 2011
seçimlerinden sonraki iktidara gelen Ak Parti, her nedense tüm bilinmeyen
yönleriyle beraber çok büyük badirelerle karşı karşıya geldi.
Partinin içindeki ehliyetsiz insanların söz sahibi
olmaları, ne yazık ki partinin bu kez yenik düşürülmesi, birden bire 10 puan
aşağıya çekilmesi, bir ibret levhası olması gerekir.
Bize göre partinin zirvesindeki büyük zevat, bazı
kimliksiz kişilerin münafıkça çalışmalarının etkisinde kalmasındandır.
Bu nedenle parti içerisinde atılan yanlış adımlar, halkı
partiye karşı adeta soğutmuş ve çok kötü kuşkularla partiye bakılmaya neden
olunmuştur?
Bu nedenledir ki bu kez hükümet artık tek parti iktidarına değil, koalisyon iktidarına muhtaç olmuş, malum ve menfur medyanın göz kırpmalarıyla, bazı vesayetçi odaklara neredeyse davet çıkarıyor ve aynı fitneyi televizyon ekranlarında harıl harıl gösteriyor.
***
Halkın meclisten beklentileri açıktır..
İster tek parti iktidar olsun, ister koalisyon olsun,
ister muhalefet olsun, her ne olursa olsun, nerede olursa olsun, halkın tek
isteği var..
TBMM üyelerine seslenerek şöyle diyor;
“Beyler, lütfen artık yeter.
Önderiniz; milli dayanışma ve inanç şuuru olsun.
Pusulanız; şeair-i İslamiye olsun.
Kıbleniz; İslam hukuku olsun.
Kardeşlik olsun.
Uhuvvet-i İslamiye ve iman kardeşliği paralelinde
birleşmenizi istiyoruz..”
Münazaa, münaşakaya, kargaşaya ve zaman zaman bazı
partilerin zımni hareketlerin teröre davet çıkarması, keza o paralelde darbe
vesayetine bir hizmet yapılma tehlikesi söz konusu olabilir.
Bu nedenle diyoruz ki;
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Enfal” suresinin 46.
ayetinin ilk bölümünü meclise altın harflerle yazın ve oraya asın.
Her gün TBMM’ne gelen o ayeti okusun, ona göre amel etsin
ve gidip meclis koltuğunda otursun.
Böyle olunca hiçbir zaman memleketin pusulası şaşmaz!
O ayet mealen şöyle diyor;
“Allah'a ve Peygamberine itaat edin; çekişmeyin, yoksa
korkar başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu Allah
sabredenlerle beraberdir”
Ve nitekim yıllardan beri aynı terane üzerine kurulan
siyaset, politika, seçimler hep böyle gelmiş, böyle geçmiştir.
Bu yüzden nice aileler, ocaklar söndürülmüştür.
Çünkü terörün varlığı söz konusudur bu memlekette.
Terörün varlığı ise münakaşa ve münazaadan ve
antidemokratik yanlış hukuk uygulamalarından geliyor.
Avrupa’nın, Batı dünyasının timsah gözyaşlarına aldanarak
politika yapan hükümetler, hiçbir zaman başarılı olacağına inanmıyoruz.
Eğer Avrupa’ya kendinizi uydurmak istiyorsanız, Avrupa’nın teknoloji medeniyetine ulaşınız ve memlekete bu şekilde hizmet yapınız.
***
Nitekim Bediüzzaman Hazretleri, Avrupa’nın kirli
emellerine karşı İslam alemini uyararak, şöyle diyor;
“Bil ey ikinci Avrupa!
Senin sağ elinle sakim ve dalaletli bir felsefeyi ve sol
elinle sefih ve muzur bir medeniyeti tutup dava edersin.
Ki beşerin saadeti bu ikisi iledir diyorsun.
Senin bu iki elin kırılsın.
Ve şu iki pis hediyen senin başını yesin.
Ve yiyecektir inşallah.
Ey küfür ve küfranı dağıtıp neşreden bedbaht ruh,
karanlık ve kirli sima, acaba hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem
kalbinde dehşetli musibetzede olmuş ve azaba düşmüş bir adamın cismiyle zahiri
bir suretle aldatıcı bir ziynet ve servet içinde bulunmasıyla saadet ve
mutluluk mümkün olabilir mi?
Ona mesut denilebilir mi?
Aya..
Görmüyor musun ki bir adamın cüzi bir emirden me’yus
(ümitdar) olması ve vehmi bir emelden ümidi kesilmesi ve ehemmiyetsiz bir işten
inkisar-ı hayale uğraması sebebiyle, tatlı hayaller ona açılıyor, şirin
vaziyetler onu tazyip ediyor, azaplandırıyor.
Öyle yapıyor ki dünya ona dar geliyor.
Ey beşerin nefs-i emaresi, bu temsile bak, beşeri nereye
sevk ettiğini bil.
Mesela bizim önümüzde iki yol var.
Birisinden gidiyoruz, görüyoruz ki her adım başında
biçare bir adam bulunur.
Zalimler hücum edip, malını eşyasını gasp ederek
dükkanını harap ediyorlar.
Bazen de yaralıyorlar.
Öyle bir tarzda ki acınacak hale sema (gökler) ağlıyor,
nereye bakılsa hal bu minval üzere gidiyor.
Öyle de işitilen sesler, zalimlerin gürültüleri,
mazlumların ağlayışları olduğundan umumi bir matem o yolu kaplıyor, insan
insaniyet cihetiyle, gayrin elemiyle müteellim olduğundan, hadsiz bir eleme
(azaba) giriftar oluyor.
Halbuki vicdan bu derece tahammül edemediğinden, o yolda
giden her ikisinden birisine mecbur oluyor.
Ya insaniyetten tecerrüt edip ve nihayetsiz vahşeti
iltizam ederek öyle bir kalbi taşıyacak ki kendi selametiyle beraber umumun
hilaketi onu müteessir etmesin.
Ey sefahat ve dalalette bozulmuş ve Hz. İsa’nın dininden
uzaklaşmış Avrupa!
Senin deccal gibi bir tek gözü taşıyan kör zekân ile
ruh-i beşere cehennem haletini hediye ettin.
Sonra anladın ki bu böyle ilaçsız bir illettir ki insanı
ala-yı illiyinden en yüksek mertebesinde iken alaşağı edip, efseli-safiline
(cehennemin en derin derekesine) atar.
Hayvanın en bedbaht derecesine indirir, beşere karşı
bulduğun bu ilaç muvakketen iptal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların,
uyutucu hevesat ve fanteziyelere gider.
Senin bu ilacın senin başını yesin ve yiyecek.
İşte bugün beşeriyete (insanlığa) açtığın yol, verdiğin
saadet (mutluluk) bu misale benzer.
Senin karanlıklı dehanla (aklınla) nev-i beşerin
gündüzünü geceye kalp etmiş, yalnız o sıfatıyla zulümlü ve zulümatlı geceye
ısındırmak için yalancı muvakkat lambalarla tenvir ettin.
O lambalar surur ile beşerin yüzüne tebessüm etmiyorlar.
Bilakis beşerin ağlanacak acı hallerindeki eblahane
görmesine ve ışıklar hezeyanına gülüp iniyorlar”
Evet, sevgili can dostlar.
Cumanız mübarek olsun, hayırlara ve bereketlere vesile
olsun dileğiyle…
En derin saygı ve sevgilerimle.