MÜSLÜMAN GÖRÜNÜMLÜ MÜNAFIKLAR!

Evet, sevgili okurlar.
Tarih boyu İslam dininin bize küsmesi ve İslam’ın bize sırtını çevirip, artık bizimle barışmak istememesinin sebebi, içimize sızdırılmış Müslüman görünümlü, münafık tinetli, habis ruhların yüzündendir.
Eğer İslam dünyası bugün yeryüzünün en geri kalmış bir toplumu olarak biliniyorsa, hiç unutmayalım ki içimizdeki samimiyetsiz, Müslüman görünümlü, İslam’ın semtinden bile geçmeyen münafık tinetli insanların yüzündendir.
Evet.
Devrisaadette bile İslamiyet’e ve Efendimiz (s.a.v)’e en büyük zarar veren unsurlar; Müslüman görünümlü münafıklar olmuştur.
İsimler Abdullah da olsa, Ali de olsa, Veli de olsa, her ne olursa olsun…
Eylem, icraatlar onu gösterince kendilerini zaten ele verdiriyor.
Ama ne yazık ki iş işten geçtikten sonra…
Unutmayalım ki Osmanlıyı yıkan; yine Müslüman görünümlü, devletin içine sızdırılmış, münafık ruhlu, çıkarcı, menfaatçi, kişisel rantını hiçbir şeye değişmeyen ve içten yıkmak için görevlendirilmiş, Yahudi unsurlarla koalisyon içinde çalışmış nice hainler olmuştur.
Tarihimiz bunlarla doludur.
Gerçekler inkâr edilmez.
Biz yüce İslam dininin şeriatına sırtımızı çevirdikçe, o da bizden darıldı, küstü, fersah fersah uzaklaştı.
Şeriat-ı Ğarra öyle bir kanundur ki öyle bir ilahi nizamdır ki Allah’ın ezelden gelen birtakım hükümler manzumesidir ki o da yüce Kur’an-ı Kerim’dir.
Kendine Kur’an görüntüsü verip de Kur’an gerçeği boğazından aşağı dahi inmeyen nice Müslüman görünümlü, habis ruhlu varlıklar söz konusudur.
Bu toplum onun için bugün hak etmediği yere doğru inmeye mahkûm olmuştur.
Yüce İslam dini terakki dinidir, kabiliyet dinidir, düşünce ve taakkul dinidir.
Düşünce hürriyetimizi elimizden alan Avrupa, müstebit emperyalizm orijinli nice nice zulüm mekanizmaları toplumun içine sızdırmıştır.
Bu toplumu badireden badireye sürükleyen şeytani unsurlar, fırsat buldukça inanan bir ümmeti yok etmek için, despotunu sürdürüyorlar.
Cehlin külahını ilmin başına giydiriyorlar.
Zulmün külahını da adaletin başına giydiriyorlar.
Zır cahil olan kişiler de toplumda revaç bulmaktadır.
Gerçekleri tersyüz ederek, kırılgan bir zeminde meşruiyet görüyorlar ve söz sahibi oluyorlar.
Devletin ve medyanın kilit noktalarını eline geçirip ülkenin her köşesinde rol alan bu tinetteki hıyanet şebekeleri, ne yazık ki tarih boyunca hep devlet büyüklerine karşı yalakalık göstererek, revaç bulmuşlar ve oldukça da ilerlemişler.
Hudgamlık enaniyetleriyle, firavunlaşmış ruhların heves ve ihtiraslarına karşı dikilen her engeli değişik versiyonlarla yok etmeye çalışırlar, gerektiği yerde bir pire için yorgan yakarlar.
Bir çırpıda kişisel rant uğruna gerektiği anda dünyayı rakiplerinin başına yıkarlar.
* * *
Üstat Bediüzzaman Osmanlının son döneminde, yani İttihat ve Terakkinin hükümranlığı anında İngilizlerle iç içe olduklarını anlayınca şöyle diyor;
“İstanbul siyaseti, İspanyol nezlesi gibi bir hastalıktır.
Toplumu birbirine düşürüp, birer fitne unsuru durumuna gelen bozuk siyaset, ne yazık ki çoğulcu demokratik parlamenter sisteminde revaç bulmaktadır.
Bu dayanaksız ve temelsiz siyasetlerin yüzünden toplumun birliği ve birlikteliği tesanüt denilen dayanışma unsuru yavaş yavaş eriyip gitmeye mahkûm olmak üzere”
Bu siyaset neredeyse toplumu istemeye istemeye kendine bağlıyor.
Hak etmedikleri halde, toplumun dinine, imanına, vicdanına mal olsa bile düşünmeden oy veriyor.
Oy alıp da iş başına gelenler, terakki perver unsurların yaptıkları kirli oyunlar ne yazık ki cumhuriyet dönemi boyunca günümüze dek revaç görmektedir. 
Bugünkü İslam ülkelerinin tümü aynı vaziyette…
* * *
Düşünün sevgili okurlar.
Dini inançlarıyla kalkıp oturan bir toplum, neredeyse yüz yıldan beri dinin devlet işlerinden uzaklaştırılmış olduğu halde, dinsiz bir anlayışa isteyerek oy veriyor.
Bu demektir ki eğer bir seküler anlayışla İslam dinine mensup olan bir ümmet yönetiliyorsa ve o ümmet de ona sesini çıkarmayıp seve seve bağlılığını gösteriyorsa…
Ki İnandığımız fıkıh kitaplarımız buna hiç geçit vermiyor.
O toplum isteyerek kendi eliyle kendi fermanını asıyor. 
Allah huzurunda sorumlu oluyor ve fıkhi hükümlere göre mutlak bir irtidada giriyor.
Ve kendini irtidattan mümkün değil dönüştüremiyor.
Yüce İslam dininin ana hükümlerini siyasetten çıkarıp atmak demek, o vaziyette gelen her hükümetin dinden tecerrüt etmiş bir hükümet olarak varlığını göstermek zorunda kalıyor.
Oysaki bu dinden tecerrüt etme cesareti, dini başka kefede tutma hareketi, hem o iktidar hem de ona oy veren toplumu sorumluluktan kurtaramaz.
Yani hangi sorumluluk?
Kibarcası, en büyük sorumluluk; toplumun vurdumduymazlığı sorumluluğudur ve Allah korusun dinden çıkma tehlikesiyle karşı karşıya kalma mesuliyetidir.
Dinin devletin içinden ayrılışı, diğer dinlere mensup olan ve İslam’la savaşan devletlerin zararından, harpteki galibiyetlerinden daha tehlikelidir.
Zira yüce İslam dinine karşı dışarıdan gelen herhangi bir maddi ve manevi saldırı tehlikesini toplum kesinlikle hazmedemez.
İllaki ne versiyonla olursa olsun karşı koyar.
Ama içten dost görünüp, özellikle Müslüman kılığıyla yola çıkıp da İslamiyet’e zarar veren unsurların varlığı, gerçekten İslam ülkeleri için dışarıdan savaşan düşmanlardan daha tehlikeli bir iç düşman faktörüdür.
Zira yüce İslam dini; yalnız ibadet bölümünden ibaret olmayıp, kesinlikle toplumun günlük hayat akışlarını ilgilendiren, hangi alanda olursa olsun, İslamiyetsiz bir yaşam düşünülemez. 
Tüm muamelatlar; alışveriş, ticaret, sanayi ve kültürel, her ne olursa olsun, yüce İslam’ın terazisinden geçirilmediği müddetçe, aldatıcı bir İslam makyajına bürünmüş sahte bir makyajdan başka bir şey değildir.
Oysaki anayasanın hukuksal görünümü, demokratik çoğulcu parlamenter sisteminin varlığı, milli irade şuuruna uygun olma şartıyla geçerli olabilir.
Meşruiyet kazanabilir.
Aksi takdirde böylece meşruiyetini kaybeder, aldatıcı, makyajlı görüntüler ortaya çıkar ki o da gerçekten toplum için çok tehlikeli bir manzaradır.
En derin saygı ve sevgilerimle.