MÜSLÜMANLAR TERÖRÜN ANA MAĞDURLARIDIR!
Evet, sevgili okurlar.
Hiç şüphesiz ki, İnsan yeryüzündeki mevcut varlıkların en
üstün seviyesinde yaratılmış bir varlıktır..
Bundan da, hiç kimsenin şüphesi olmasın.
İlmi araştırma metotlarına da bakıldığında, insanın
yeryüzünün yegâne halifesi olduğu görülecektir.
Ki tarih dahi bunu kanıtlamıştır.
Nitekim semavi kitaplarının en sonuncusu olarak bilinen
Kur’an-ı Kerim, bunu bir çok ayette vurgulayarak beşeriyete açıklamaktadır.
Yüce Allah, “Bakara” suresinin 30. ayetinde melaikelere
hitap ederken, “Ben yeryüzünü yönetip idare eden bir halife yaratacağım” der.
***
Ayetin yüce meali şöyledir;
Allah “Ben, yeryüzünde hükümlerimi icra edecek, etkili ve
yetkili olmaya elverişli insan yaratacağım” buyurmuştu.
Melekler de “Ya Rabb! Seni övgüyle yüceltip, takdis eden
bizler dururken, orada bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açacak ve kan dökecek
birini mi yaratacaksın?” dediler..
Allah da şöyle buyurdu; “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri
bilirim”
Bu ayetten de anlaşıldığı gibi insanlığın yaradılışı dahi
yeryüzünün yönetimi için var olagelmiş olması unutulmaz ve tarihten silinmez
bir hakikattir.
İnsanlık âleminin, yeryüzünün yegâne halifesi, yöneticisi
olduğunu kanıtlayan diğer bir ayet ise “Sad” suresinin 26. ayetidir.
Bu ayeti celilenin muhtevası Hz. Davud ile ilgilidir.
Yüce Rabbimiz, Hz. Davud’un hem bir devlet yöneticisi hem
de insanlığa Peygamber olarak gönderilmiş seçkin bir insan olması hasebiyle,
anılan ayette şöyle buyuruyor;
“Ona dedik ki; Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde
halife yaptık, öyle ise insanlar arasında adaletle hüküm et, boş arzu ve
heveslere uyma!
Sonra onlar seni Allah yolundan saptırır, Allah yolundan
sapanları ise hesap gününü unuttuklarından dolayı şiddetli bir azap
beklemektedir”
* * *
Demek bize insanlık tarihini öğreten ve insanlığın
yaradılış sebebini de bize vurgulayan bu ayetler, insanlığın başıboş bir varlık
olmadığını göstermektedir.
Sonuç itibariyle; İnsanlığın yaradılışının yegâne sebebi
mucibesi, kutsal bir varlık olmasıdır.
Yeryüzüne gelişinin başlıca amacı yüce Allah’ı
tanımaktır, ona mutlak bir ubudiyet (kulluk) görevini gerçekleştirmektir.
O vazifeyi yerine getirdiği müddetçe, insan o zaman insan
olur ki ona da “insaniyet-i kûbra” (en yüce insanlık seviyesi) adı verilir.
Aksi halde bu görevin gerçekleştirilmesi için gönderilmiş
olan insanlık, kutsallık vasfından ve görevinden saparsa, o zaman da bozguncu bir unsur olur.
Ki kendini de bu bozgunculuktan kurtaramaz.
“Bakara” suresinin 30. ayetinde açıklandığı gibi…
İnsanlığın bozguncu bir unsur olduğunu, fesat yaratan bir
varlık olduğunu, kan dökmeye doymayan bir fitne unsuru olduğunu, melaikeler
böyle bir endişeyi dile getirmiş ve Allah’ın huzuruna sunmuşlardır.
Ama yüce Allah, melaikelere hitaben;
“Siz durun, ben biliyorum, siz bilmiyorsunuz? insan;
eşyanın isimlerini öğrenebilecek bir kabiliyete haiz olma hasebiyle yüce bir
varlıktır ve Ahsen-i takvim olan en düzgün bir seviyede yaratılmış bir
değerdir."
Yüce Allah “Tin” suresinin 4. ayetinde şöyle
buyurmuşlardır.
“Biz, insanları Ahsen-i takvim olan en düzgün bir
seviyede yarattık”
Ki bu ayetten hemen sonra gelen ayette ise Allahû Teâlâ
şöyle buyuruyor;
“Her ne kadar Ahsen-i takvim olan en düzgün seviyede
yaratılmış bir varlık ise de sonucunda cehennemin esfelis-safilin denilen en
alçak ve derin çukuruna yuvarlamış durumdayız”
***
İşte ilk olarak akla gelen soru şu;
“Ya Rabbim! Sen nasıl Ahsen-i takvimde ve yeryüzünün
halifesi olarak yarattığın yüce bir değeri cehennemin en alçak çukuruna
gönderiyorsun?”
Ama buna cevap olarak da yine aynı surenin 6. ayeti
veriyor.
“Gerçek manada iman edip ve Salih amel işleyenler
hariçtir.
Onlar ise insanlık şeref ve haysiyetine yakışır bir
biçimde hak etmiş olduğu cennetin en yüce tabakalarına yerleşecektir”
Yüce Kur’anın değişik ayetlerinde insanlığın yüce
değerini anlatan ayetler bu şartlara bağlıdırlar.
İnsan!…
Fiziksel olsun, akıl ve düşünce seviyesine yükseliş
ciheti olsun, tüm varlıklardan üstündür.
Zira Allah’a kulluk yapmak için, Allah’ı tanımak için,
Allah’a yaklaşmayı kazanmak için yaratılmış bir yüce değer olma hasebiyledir
"kutsal" vasfa sahip olması…
Bu sıfatları taşıdığı müddetçe, başta canlı yaratılmışlar
olmak üzere tüm yaratılmışları insanlığın hizmetine vermiştir yüce Allah.
Ama baştan buraya kadar ifade etmeye çalıştığımız,
insanlığın Allah nezdinde yüce bir değer olarak gösterilmiş olması ve hemen
sonra da esfeli-safilin denilen cehennemin en derin çukuruna gönderilişinin
sebebi de yeryüzünde tarih boyu kan dökecek, fesat ve bozgunculuk yaratacak, bu
insanlık dışı faktörlerle kalkıp oturan bir varlık olacak olması, cehennemin en
derin çukurunu hak etmesidir.
Katil olduğu zaman canavardır, insan değildir, insanlık
vasfını yitirmiştir.
Gerçeği saptırıp, insanları fesat ve fitne yollarına
yönlendirmeye çalışan El-Hannas bir şeytan durumuna girer.
Allah’ın ubudiyetini inkâr eden ve diğer hemcinslerine de
bunu enjekte etmeye çalışan insan suretindeki şeytanlar kategorisine girdiği
için, cehennemin derin çukuruna müstahak oluyor. Ki Allahû Teâlâ onun için
Ahsen-i Takvim vasfını bu tür insanlara değil, melekleşmiş, insanlığa zarar
vermeyen insanlar için kullanmıştır..
İnsanlık pusulasını şaşırdığı zaman, Allah’ın kıblesini
tanımadığı zaman, Kur’anın buyruklarını inkâr ettiği zaman, İslam gerçeğini
kabullenmediği zaman, kesinlikle insanlık sıfatından çıkmıştır.
Velev ki boyu, büstü, kaşı, gözü, tüm fiziksel ve
karakteristik görünümü güzel olsa dahi hiçbir zaman kendini cehennemin en derin
ve alçalış çukurundan kurtaramaz.
* **
Bakınız, sevgili okurlar.
Bugün yeryüzü, insan kanıyla boyanmaktadır.
Günümüzde çağdaş, muasır medeniyet seviyesine tırmanan
bir insanlık faktörü, her ne kadar kendini bu vasıflarla tanımlamak istiyorsa
da hiç de öyle değildir.
Eğer gerçekten çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmış
olunsaydı, insanlığa huzursuzluk ve zarar verilemezdi.
Acımasızca kan dökmezdi.
Haince; mağdur, masum, biçare İslam dünyasını istila
etmezdi.
Müslümanların karşısında güç birliği ederek, İslam
dünyasını küfrün, inançsızlığın, haçlı ve Siyonist emperyalizmin şiddeti
altında inim inim inletmezdi.
Ama ne yazık ki gerçekleri görmeyen bu dünya, kendine
bedavadan ucuz fiyatla insanlık vasfını bağdaştırmaya çalışıyor ise de; hakikat
orta yerde.
Görünen odur ki tam tersine beş seneden beri Suriye’de
350 bin insanın kanı döküldü, beşikteki bebeden tutun da 90 yaşındaki yaşlı
dede ve ninelere kadar, “insanlık” adı altında “insanlık” adını istismar
ederek, hunharca bu insanların kanı dökülmüştür.
Ne yazık ki medeni dünya bunların hiçbirini görmüyor,
müdahale de etmiyor.
Filistin; yıllardan beri Siyonist İsrail’in askeri çizmeleri
altında inim inim inliyor.
Havadan acımasızca füzeler atılıyor.
Evler ve aileler virane ediliyor.
Bakınız, iki gün önce toplanan G-20 Liderler Zirvesi..
Bu olup bitenlerin zerre-i miskalini dahi hiç görmedi ve
görmezlikten geldi.
Mısır’daki hain, darbeci Sisi’nin 4 bin İhvan-ı Müslimini
acımasızca katletmesini….
Demokratik yöntemle yüzde 52 oy alıp seçilen bir
cumhurbaşkanını alaşağı edip idama mahkûm edilmesini de bu dünya görmedi.
Hiçbir G-20 ülkesi bunu konu bile etmediği gibi,
etmemekte de direniyor.
Peki, ne oluyor da katil Esed’in gammazlığıyla,
girişimiyle Fransa’nın başkenti Paris’te DAEŞ isimli yeni bir terör örgütünü
kullanarak 129 insanın bu katlini görüyor ve kanları tazeyken deyim yerindeyse
timsah gözyaşları döküyor ve sözde terörle mücadele ittifakına girmeliyiz
diyorlar?
Bu çifte standartlıklarına rağmen barışçıl bir dünya
ülkeleri olarak kendinlerini tanıtıyorlar.
Lakin, vicdanlar buna hiç razı değil..
Gerçek manada Ahsen-i takvim olarak yaratılmış insanlık
cibiliyeti bunları ve yaptıklarını kabullenemiyor.
* * *
Hele hele dün TBMM’nde 1 Kasım seçimleri münasebetiyle
26. Dönem Milletvekillerinin yemin merasimi yapılırken, Diyarbakır asıllı olup
hukuk duayeni olarak bilinen (!?) bir zat-ı muhterem (!?) İstanbul Milletvekili
Sezgin Tanrıkulu çıkıyor, Paris’te yapılan katliama yönelik TBMM üyelerini
saygı duruşuna davet ediyor.
Maşallah!
Nazar değmesin!
Evlere şenlik!
Demek ki onun da diğer insanlar gibi vicdanı sızlamış ki
yaralanmış ki bu teklifi TBMM’ne sunuyor ve geçici Meclis Başkanı Sayın Deniz
Baykal bunu reddediyor.
Yoksa akşamdan devirdiği şarap şişelerinin etkisinde mi
kalmıştı acaba?
Baykal, zımnen “Rahat dur ey Sezgin, şimdi acele etme bu
TBMM’nin saygı duruşu sonraki iştir” dercesine azarlıyor.
Sezgin Tanrıkulu bir hukukçudur.
Sormak gerekir, yıllardan beri Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da şehit düşen asker için, polisler için, sivil insanlar için Meclis'te
saygı duruşu yapılması teklifinde bulunmuş mudur?
Ne mümkün?
"Müslümanlar, terörle mücadelede ön planda bulunuyor
ve onlar terörün en ana mağdurudur" diyen Nato Genel Sekreteri Jens
Stoltenberg kadar da düşünmüyor hukukçu Sezgin Tanrıkulu...(!)
En derin saygı ve sevgilerimle.