OSMANLIYI SÜKÛTA DÜŞÜREN FAKTÖR NEDİR? (IV)
Evet, sevgili okurlar.
‘’OSMANLIYI SÜKÛTA DÜŞÜREN
FAKTÖR NEDİR?’’ başlıklı seri yazımızın dördüncü günündeyiz.
Zaman zaman bu köşede siz
değerli okurlarımızla yapmış olduğumuz sohbetlerde dile getirdiğimiz önemli
konular da temel görev ve gayemiz; olup-biteni tüm çıplaklığıyla sizinle
paylaşabilmektir.
Zira ülkesini bir bütün
olarak algılayan bir toplum, o ülke bütünlüğünü ve milletin birlikteliğini
koruyabilmesi için, milli iradeye dayalı ana faktörleri korumak zorundadır.
Yani millet, milli iradesini
tevdii etmiş olduğu iktidarlara her hususta sahip çıkması gerekir…
Yardımcı olmaları gerekir
ki; o bütünlüğün ve birlikteliğin temeline fesat, bozgunculuk, nifak,
riyakârlık ve hud-aa gibi, yani kandırmacalar, zararlı unsurlar iktidarın
bünyesine sızdırılmasın.
Her ne kadar iktidarlar
birer siyasal unsurlar olarak iktidara geliyorlarsa da ancak temel dayanak
noktaları millettir.
Milletin iradesidir.
Ve bu irade paralelinde
bütünlüktür, beraberliktir ve kardeşliktir.
Başbakan Sayın Davutoğlu’nun
dediği gibi "Tevhit inancıdır ve vahdettir."
Yani birlikteliktir.
Tevhit inancına dayalı bir
milli irade elbette ki; vahdeti yani milli birlikteliği de beraberinde taşıyor
olması gerekir.
Tüm bunlara rağmen,
Osmanlının son dönemlerinde devletin bünyesine sızdırılan yabancı
ideolojilerden, kirli senaryolardan, milletin ruhi derinliklerine ve inancına
zarar veren unsurlar, bir İmparatorluğu yok etti.
İşte Osmanlıyı sükûta
düşüren yani düşüşe uğratan ana faktör de bu fesat ve bozgunculuk unsurları
olmuştur.
Tarih ortada kimse inkâr
edemez.
Merhum Sultan Abdülhamit
bunlarla çok büyük mücadele verdi ve neticede gizliden İngiliz ve Yahudi
ittifakı ile içteki satılmış piyon münafıkların işbirlikçileriyle birleşerek o
Devlet-i Aliye Osmaniye’yi böylece yıkabildiler.
O ulu hakan Abdülhamit
Han'ın ne kadar iyi niyetli olduğu da, uzun süre yani 33 yıllık bir sürede
devleti yönetmiş olmasıdır.
Bu da, Sultan'ın sağlam bir
inanca sahip olduğunun kanıtlayıcı delilidir.
Eğer, gerçekten bundan 150
yıl önce ki Osmanlının yıkılış başlangıcının başlangıcına sebep olan zararlı
unsurlar, AK Parti’nin bünyesine de yerleşerek gününü gün ederse…
Ve AK Parti de fesat
unsurların varlığını görmezlikten gelirse ya da iktidar büyükleri olup bitene
seyirci kalırsa, gerçekten Türkiye’nin geleceği de vahimdir.
Bakınız sevgili dostlar.
Yıllardan beri Türkiye ülke
olarak, millettiyle, devlettiyle, askeri ve polisiyle tüm aktifliği ile PKK
gibi fesat bir terör örgütüyle mücadele veripte, bir türlü onları yok etme
başarısını elde edememişlerse o zaman kendimize dönüp acaba yanlışlıklarımız
nerede diye sormak gerekmez mi?
Yaşananları irdelememiz
gerekmez mi?
Nerdeyse bu hain örgüte
devlet, dolaylı yollardan olsa dahi adeta bütçe hazırlıyor.
Ve onların arka planında ki
siyasi yapılanmayı da besliyor.
Gerek siyasi yapılanma olan
HDP olsun, gerekse PKK olsun eğer bugüne kadar bu devlet, bu iktidar bu hain
planlamanın arkasındaki Ermeni faktörünü fark etmemişse…
PKK’nın Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’daki Kürt halkıyla uzaktan yakından alakasının olmadığını halen de
istihbarat bilgilerine dayalı olarak veriler elde edememişse…
PKK terör örgütünün ASALA
Ermeni terörünün uzantısı olduğuna dair kesin bir karara varmamışsa..
O zaman devleti yöneten
sorumlular daha ne zamana kadar, "bu hakikatları" görmezlikten
geleceklerdir?
Artık, boş macera peşinde
olduklarının da farkında olmaları gerekmez mi?
Yoksa batı dünyasının veya
ABD’nin talimatları doğrultusunda, güdümlü bir siyaset yapılıyorsa ona da bir
diyeceğimiz yok.
Zira peşinen diyelim ki iş
bitmiştir, söylenecek bir lafta yoktur.
İşte Osmanlıyı içten vuran
ve sükûta düşüren unsurlar o gün neyse kesinlikle bugün de başımıza gelenlerin
o unsurların bir uzantısı olduğu tartışılmazdır.
Bizim kurtuluş çaremiz
inançlı bir millet olma hasebiyle yüce kitabımız Kuran-ı Azimşan ve yüce İslam
dininin ana prensipleridir…
Bu inanca bağlı olduğumuzu
unutmayalım.
Şu halde ter-u taze, yüksek
bir inanca, bir dine intisap etmiş olduğumuz halde iktidarların bünyesine
sızdırılmış, hem de iktidarların imkanlarından faydalanmak üzere!…
Bu nedenle, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’da kol gezen rantiyeci şebekelere artık dur denilmesi
gerekmiyor mu?
Yoksa demokratik, laik,
hukukun üstünlüğü, insan temel hak ve özgürlüğü gibi kavramlar sadece
telaffuzda kalarak mana değerini arka plana atmakla, sorunlar çözülmez..
Bilakis, hiç unutmayalım ki,
Ak Parti de, bir eski ANAP gibi, bir Doğru Yol gibi tarih sayfalarının
karanlığına gömülme tehlikesiyle karşı karşıya kalabimekten kendini
kurtaramaz..
Bakınız sevgili okurlar.
Dün Suudi Arabistan Kralı
Selman bin Abdulaziz Al Suud, Ankara’ya geldiler.
Cumhurbaşkanı Sayın Recep
Tayyip Erdoğan onu havalimanında karşıladı.
Büyük bir coşku ve sevgiyle
Suudi Kralını karşılayan halk bile vardı.
İnanın Suudi Kralına yapılan
bu coşku, diğer yabancı devletlerin hiçbir devlet adamına yapılmamıştır.
Yakın tarihimiz buna
şahittir.
Demek ki buradaki heyecan,
coşku, o kutsal topraklardaki bir devlet adamının Ankara’ya gelmesinin bir
kardeşlik ve iman sevgisidir.
Zira Türkiye 78 milyon bir
nüfus potansiyeline sahip…
Ve insanlarının yüzde 99,9'ü
Müslüman’dır… İslam’ı tüm ana gerçeği ile kucaklamaktadır.
Bize göre Suudi Arabistan
Kralının bir gün önce Mısır’a gitmesi ve darbeci Sisi ile sarmaş-dolaş
öpüşmesi…
Türkiye’ye de hemen bir gün
sonra gelmesi yüce İslam dininin gereği olarak "İslam ülkeleri arasındaki
kavganın" son verilmesi demektir.
Batı emperyalizmin güdümünde
çalışan darbecilerin, zalimce hareketlerine son verme uyarısı demektir ki,
inşallah Türkiye ile Mısır arasındaki "İslam Kardeşliğiyle" bir barış
hareketi oluşur.
Ve darbeci Abdülfettah Sisi,
ihvan üyelerine karşı özellikle Mursi ve diğer arkadaşlarına karşı, acımasız
bir idam etme havasından vazgeçeceğine ve o ihvan üyelerinin tümümün serbest
bırakılacağı ümidindeyiz.
Kral Selman’ın böyle büyük
bir barışa yönelik adım atması, tüm emperyalist ülkelere karşı tarihsel bir
hamledir ve mutluluk veren bir harekettir.
Allah-u Teala, hem ondan,
hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan razı olsun…
Sisi’ye de İslam şuurunu
vererek, onu o zalimane darbeciliğinden vazgeçirsin..
Yoksa İslam Dünyasının hali
pür melalli çok düşündürücü olacaktır.
İnanın, sevgili okurlar.
Bugünkü İslam dünyasının
özellikle Türkiye olsun, Mısır olsun, Suriye olsun ve diğer Ortadoğu ülkeleri
olsun, içinde bulunduğu İslam dışı yaşam tarzları, insana ‘’MAİDE’’ suresinin 78. ve 79. ayetlerinin
mealini hatırlatmaması mümkün değil.
Bakın, bu her iki Ayet-i
Celile’nin yüce mealleri İsrail oğullarının kendi aralarında yapmış olduğu
insanlık dışı uygulamalar…
Allaha karşı isyan..
Çok kötü günahların
işlenmesinden, kendilerini kurtaramadıklarından dolayı, lanetlenmiş bir millet
olarak bu her iki ayet bize onları hatırlatıyor.
‘’Tevrat’ vahiyden sonra bir
kısım Yahudiler zaman içinde bu ilahi kitap üzerinde tahrifatlar yapmışlar ve
yaptıkları tahrifatı da, Allaha mal etmişlerdir. Yani Allaha ait olduklarını
söylemişlerdir.
Böylece Tevrat’ı, aşırı
ırkçı tutumlarına alet edip, dünyevi amaçlarına kutsal bir görünüm vererek,
sapık, bozguncu ve isyankâr tavırlarına devam etmişlerdir.
Onların isyan etmeleri ve
isyanlarından peygamberleri öldürecek kadar zıvanadan çıkmaları nedeniyle,
Hazreti Davut'un (a.s) ve Meryem oğlu İsa’nın (a.s) diliyle de
lanetlenmişlerdir.
Yüksek frekanslı bu mesaj
Yahudi toplumun yaşadıklarını çirkin bir durum olarak gösterip eleştirse de bu
aynı zamanda genel bir muhteva taşımaktadır.’’
Yeryüzünü kötülüklerden
bütünüyle arındırmak elbette ki imkânsızdır.
Ancak İslam kötülüklere
karşı direnç göstermeyi emreder.
Ve kişilerin rahatlıkla
kötülük işlemesine asla müsaade etmez.
Kötülüklerden arındırılmış,
daha derli toplu dünyanın oluşması için bireyin ve toplumun kötülüklerin
karşısında durmasını, onlara karşı birbirlerini sakındırmasını zorunlu kılar
yüce İslam dini.
Evet, sevgili okurlar.
Her ne kadar bu her iki ayet
İsrail oğullarının yapmış olduğu kötülükler nedeniyle iki peygamberin diliyle
lanetlenmiş olduğunu bildiriyorlar ise de yukarıda açıkladığımız gibi bugünkü
içinde bulunduğu İslam dünyasının bu hali de bu ayetlerin kapsamı dışına
atılmıyor.
İllaki içine almış ki, Allah
korusun…
Nitekim, bir türlü Ortadoğu
İslam ülkelerinin iki yakası bir araya gelmiyor.
En derin saygı ve
sevgilerimle…