OSMANLIYI SUKUTA DÜŞÜREN FAKTÖR NEDİR?(VI)

 

Evet, sevgili okurlar.

"OSMANLIYI SUKUTA DÜŞÜREN FAKTÖR NEDİR?"başlıklı yazı serimize devam ediyoruz.

Zira herhangi bir gün, önceden ileri sürmüş olduğumuz görüşler, bir gün sonra oluşan olaylar, olup bitenler bizlerin bir önceki görüşünü kanıtlamaktır.

Olaylar bizleri haklı çıkarıyor ve teyit ediyor…

Gerçekler zaman dilimi içerisinde kendiliğinden bizim araştırmalarımıza adeta parmak basarak işte hakikat diyor..

Her zaman bu köşede, sohbetimizin muhtevaları bünyesinde, sizinle paylaşmak istediğimiz ana gerçekler, hep güncelliğini tazeleyen gündemlerin oluş şekli ve aktörlerine dairdir..

Diyoruz ki;

Yakın tarihimiz olan Cumhuriyetten sonraki biçimlendirilmiş olan mevcut rejim…

Ve bu mevcut rejimi yöneten zevat…

O zevatların kendi bünyesinde taşıdıkları ideolojiler, politikalar, sahneye konulan entrikalı oyunların tümü hukuka uygun, demokrasiye yakışır uygulamalar değildir.

O günden günümüze kadar Devlet bünyesinde gerek uygulanmış olan uygulamalar, gerekse halen uygulanmakta olanların hiçbirisi, insan temel hak ve özgürlüğüne uygun değildir.

Hele hele adalet ve yargı erkinin normlarına hiç uygun olmayan uygulamalar vardır.

Bu uygulamalar sözde kaynağını yani dayanağını Anayasadan ve yasalardan alıyor.

Ama olayın gerçek yüzüne bakıldığında, görünen o dur ki; hiçbirisi halka memnuniyet verici durumda değil..

Topluma da hukuksal olarak her hangi bir barış ve kardeşlik gerçeğini de kazandırmamıştır.

Yani uygulanmakta olan hiçbir yasa, toplum nezdinde caydırıcılık vasfını taşımamıştır.

Bilakis, suç ve suçlu potansiyeli oldukça her gün biraz daha artarak kabarmaktadır.

Nitekim, yazılarımızda hep bunları vurguluyoruz, altını çizerek tarihsel delilleri de ortaya koyarak, sizlere aktarıyoruz.

Başta deyindiğimiz gibi zaman dilimi içerisinde olup bitenler gerçekten bizleri kanıtlıyor.

***

Evet, sevgili okurlar.

Bakınız Devlet-i Aliye’yi Osmaniye yani Osmanlı imparatorluğunu çökerten, 33 yıllık hükümdar olan Ulu Hakan Sultan Abdülhamit’i, entrikalı oyunlarla tahtıntan indiren kirli ve karanlık oyunlar, tümüyle dış mihrakların içten kiraladıkları ihanet çetelerinin aracılığıyla olmuştur.

Gerek haçlı emperyalizmi olsun, gerek Siyonist emperyalizmi olsun, gerek budala kavmiyetçilik unsuru olsun…

Bu üçlü ittifak…

Yani şeytanın bu üçgeni, ne yazık ki, tarihimizin içine etmişlerdir, varlığımızı sıfıra indirmişlerdir, kültürümüzü, ahlakımızı, inancımızı yok etmişlerdir.

Bu üçlü ittifakın dayanak noktası Osmanlıyı, bugünde Türkiye’yi, zalim emperyalistlere peşkeş ettirmek, geçmişe yönelik Hıristiyanlık ve Yahudilik gizli güçlerine yem yapmaktan başka bir şey değildir.

Gerçekten yakın tarihimize göz attığımızda bizim resmi olarak bilinen tarih dışında tüm yabancı tarihlerin satırı satırına, harfi harfine tespitleri doğrultusunda...

Diyoruz ki;

Türkiye’de, dün nasıl Hilafet-i İslamiye’yi dağıtan ihanet şebekeleri vardıysa, bugünde aynısı vardır.

Gerek mevcut Ak Parti iktidarının içinde olsun, gerek muhalif partilerin bünyesinde olsun, gerek medya camiasında olsun, ne idüğü belirsiz, dışa bağımlı, rantiyeci, vurguncu, iş çevrelerinden tutun da, medya temsilcilerine ve siyaset alanlarına kadar…

Hepsi; Türkiye'yi tar-ü mar etmek için mücadele ediyor.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu coğrafyasında, yıllardan beri bitmek ve tükenmek bilmeyen terör odaklarının varlığı ve bunun başını çeken PKK terör örgütü olmak üzere, hiç unutmayalım ki; Devletin ve rejimin bünyesinde kimliğini saklayan ermeni devşirmelerin sayesinde, varlıklarını idame ediyorlar.

Bunlar, Irkçı taassubu ile Marksizm’e ve Leninizm’e bağlanan Ateist, inkârcı, küfür şebekeleridir..

Kavmiyetçi…

Yani unsuriyet taassubuna bağlı nice ihanet şebekeleri..

Dinsiz, imansız, kavmiyetçilik taassubuna bağlı nice ihanet şebekeleri vardır ki, bunlar her zaman her iktidarda ön planda yer almaktadırlar.

İster Türk olsun, ister Kürt olsun, bunlar iktidarların ön saflarında yer alarak politik oyunlar oynuyorlar.

Rantçılık, haksız yerde kişisel zenginleşme gibi anlayışa sahipler…

Ama ne yazık ki devletin birçok önemli mekanizmalarında yanıltıcı oyunlarla "iş bitiriyorlar, menfaat sağlıyorlar.."

Çok yakından bildiğimiz, tanıdığımız bu coğrafyamızın bazı ne idüğü belirsiz, 1915 Ermeni olaylarının kalıntıları, sözde din değiştirerek İslam’a bürünmüş, ismi Ahmet, Mehmet, Ali, İhsan, Musa, İsa her neyse…

Tüm bunlar bugün yine gizliden gizliye PKK’nın içinde, devleti içten vurarak, iktidarı içten vurarak, büyük sermaye sahibi olmuşlardır.

Çok büyük bir sermaye potansiyeline sahip olmuşlardır.

Sormazlar mı;

Ey arkadaş sen Ak Parti iktidarından önce sıradan bir insan iken, şimdi büyük bir potansiyel zenginliğe sahipsin; değirmenin suyu nerden geliyor?

Cevaben diyebilir ki;

Ben ihalelerden kazandım.

Bunu derse doğru söyler.

Ama hangi ihaleler?

Ve nasıl kendine düşürebildiği ihaleler?

İşte bunlar hepsi soru işareti.

Bu nedenle bir medya grubu olarak diyoruz ki;

Muhafazakâr, inançlı bir halk akımının oyları ile hem de yüzde 50’den az olmamak kaydıyla, iktidara gelen Ak Parti kendini Osmanlının son dönemine düşürmesin.

Uyanık olsun, dik dursun, dikleşmesin ama dik dursun.

Kuran-ı Kerim deyimiyle ‘’Sırat-ı müstakim’’ denilen, dost doğru çizgiden kendini saptırmasın.

Bu itibarla, dostane olarak dostlarımızı uyarmak istiyoruz.

Yıllardan beri, bu bölgede, bu coğrafyada, Ak Parti’nin çok yanlış yollarda olduğunu düşünüyoruz.

Zira, halkın Ak Parti’ye göstermiş olduğu teveccüh; inanmış, rantını düşünmeyen, sadece gönül rızası çerçevesinde, inancı gereği, Ak Parti’ye oy veren büyük bir potansiyel var.

Bu potansiyeli dışlayıp, partinin ön saflarına nice devşirme munafıkları, ne idüğü belirsiz insanları çıkmek, gaflettir..

Bunlar, iktidarın imkânlarından faydalanmak üzere sözde partiye gönül vermiş kişilerdir.

İzninizle.

Siz, değerli dostlarımızla yine tarihi bir vakayı paylaşmak istiyorum.

Bakınız sevgili okurlar.

Tarih 24 Temmuz 1923.

Sözde Lozan Barış Anlaşması(!?)nın imzalandığı gün..

Yani o tarihte Lozan Zaferi diye adlandırılan, İsviçre’nin Lozan şehrinde, İngiliz Baş murahhası, bugünkü deyimiyle Dışişleri Bakanı Lord Gürzon ile sözde zaferden zafere koşturan İsmet İnönü arasında imzalanan bir ihanet vesikasının tarihini ve nedenini buradan sizlere aktaracağım.

Ama Kıssadan Hisse olarak.

Bundan çok büyük ibret alma gereğini duyuyoruz.

Evet, imzalanan Lozan Anlaşmasına o dönemde, Lozan Sulh Muahedenamesi denirdi (Yani sözleşmesi), sonra birileri tarihi-ters yüz ederek Lozan Barış anlaşması (Lozan Zaferi) olarak bildirdi..

1923’te yürürlüğe giren bu anlaşmayı hayatını, Kur'an ve İman davasına adayan Bediüzzaman Said Nursi hazretleri şöyle değerlendirmişti..

Türkiye Cumhuriyeti adına antlaşmayı imzalayan yetkililerin "dini terk ve dini öldürmek" gibi bir hedeflerinin olduğunun bilinmesi için "Lozan'ın İçyüzü" başlığıyla bir makale yazmıştı..

Ve makalesini de Emirdağ Lahikası'na dâhil etmişti.

Bakınız, Ustad o günkü makalesinde şöyle diyor..

"Bu antlaşma ismini yapıldığı İsviçre'nin Lozan şehrinden alır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta imzalanmıştır..

Ve barış antlaşması olarak tanımlanmıştır.

Yukarıda belirttiğimiz gibi bu anlaşmada Türkiye’den İsmet İnönü katılmış, karar aşamasında Türkiye’ye dönerek Mustafa Kemal ile görüşerek anlaşmaya niha-i şekli verilmiş oldu.

Türkiye'nin bugünkü sınırlarının da kabul edildiği antlaşmaya müdahil isimlerden Yahudi Hayim Naum da yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde Kur'an hükümlerinin kaldırılacağından ve milletin İslamiyet’ten uzaklaştırılacağından emin olmak istiyor ve "

bu durumu anlaşmanın taraflarına garanti ediyorum diyordu…"

 

(Devamı yarın)

Risale-i Nur'da Lozan konusunu işleyeceğiz.