OYUN ÜSTÜNE OYUN, TEZGÂHLAR ÇOK BÜYÜK!?

Değerli okurlar...

Bu köşede, konu ettiğimiz mevzular ve buna dair attığımız başlıkların muhtevasında, sizinle yaptığımız sohbetlerin ana ilke ve temel amacı; “vatanın bölünmez bütünlüğü, milli birlik ve beraberliğin” korunmasıdır..

Devletimizin bekası, milletimizin de birlikteliğine ilişkindir...

Tarihimizin, kültürümüzün, inancımızın, medeniyetimizin muhafaza altına alınmasına dairdir..

Barışın, kardeşliğin, huzurun, güvenin, istikrarın kısacası uhuvvetin sağlanması ve temini; benim olmazsa olmaz ilkelerimdir..

Ve bunu icra ederken de ilgili, yetkili zevatı da dilimizin döndüğü kadarıyla uyarıyoruz..

Yanlışa yanlış, doğruya doğru diyerek!..

Ki burada kaleme aldığımız tarihi gerçekler, derinden derine dile getirdiklerimiz, zaman dilimi içerisinde bir bir gerçekleştiği gibi; ne yazık ki bizleri haklı çıkarmaktadır...

Ama denir ya; “iş işten geçiyor?”..

***

Düşündüren, devlet-i Aliye’nin yetkili ve etkili zevatının, olup bitenleri bilmesine, vakıf olmasına, hatta ele geçirmesine rağmen; ne yazık ki “sonuç alınmıyor..”  Ve çıkarılan bir ders-i ibret de yok!...

İşte bu hal iyi bir hal değildir...

Son bir hafta içerisinde, “sokakları ve toplumu” geren hadiseler, sıradan vakalar değil...

Gerek 21 Mart Nevruz olayları olsun ve gerekse Adana’daki Furkan Vakfının yürüyüşünde yaşananlar olsun..

Vs. vs. daha neler neler?

Hepsini, buraya aktarmaya gerek yok!...

Zaten yer ve zamanımız da yok...

***

Diyorum ki;

Son zamanlarda “toplumun sinir uçlarına dokunan” olaylar, tesadüfi gelişmiyor!..

Bir önceki yazımda da dile getirmiştim...

Türkiye’nin “içini karıştırmak” isteyen şer güçler, özellikle devletin içerisine nüfuz etmiş devşirmeler; “rahat” durmuyorlar?

Uyanık olmalıyız...

Bunun için de, tarihte yaşanan ve yaşatılanlardan “ibret” alarak, yol yürümemiz gerekir...

Aksi takdirde; “İstiklal, İstikrar ve İstikbal” zarar görür, rotamızı kaybederiz!!!…

Tabi bunları ifade ederken, söylediklerimiz, tespitlerimiz, yazdıklarımız tümüyle “tarihi gerçeklere”  dayanmaktadır...

Bu anlatımlarımızla, zaman zaman zülfüyâra dokunuyor isek de olsun, zaten biz bunu peşinen kabullenmişiz.

Bundan zarar da görsek, doğru söylediğimizden taviz vermeyiz...

Doğru tespitlerimiz için, gelen oklara da “eyvallah” diyoruz ve razıyız, göğsümüzü açıyoruz...

Çünkü davamızdan ödün vermeyenlerdeniz!..

Tarih boyunca bu doğruluğumuzdan dolayı, devletin, milletin, vatanın bütünlüğüyle ilgili devletin yanında yer aldığımız için ağır bedeller ödediğimiz halde, zerre kadar düşüncemizden, fikriyatımızdan, inancımızdan, ideolojimizden taviz vermedik…

Ki vermiyoruz ve vermeyeceğiz de!.

Kesinlikle ve kesinlikle kendimizi “dilsiz şeytan” durumuna düşürmeyiz.

Hasılı kelam, hep hakikatleri haykırmaya devam edeceğiz!..

* * *

Sevgili okurlar...

1839’lardan günümüze kadar, tüketilen zaman dilimi; “tarihi ders-i ibretler içeren vakalarla" dolu..

Tabi, “yalan söyleyen” tarihin gözüyle, anlatımıyla değil..

Gerçek tarihin ışığında; bakmak lazım!

Osmanlı devletinin başından gelip geçenler, gerçek tarihi okuyan herkesin malumudur; olup bitenler!.

Özellikle merhum Ulu Hakan Sultan Abdülhamid Han’ın 33 yıllık döneminde yaşananlar...

Yani, 1878’lerden 1909’lara kadar...

Ve bu tarihten günümüze dek devletin başına gelenler, devletin ne kadar içten vurulmuş olduğu gerçeği, tüm görüntülerle, belgelerle sabittir.

Gerçek tarihi okuyan herkes bunu biliyor...

Ki bilmeyen de yoktur diyebiliriz.

Akla karayı seçen her vatandaş, bu manzarayı seyretmiştir, seyrediyor ve yaşamıştır da!.

Değişik tarihlerde yaşayan vatandaşların hepsi bunu görmüştür, yaşamıştır, bilmiştir.

Ve hala da bilmekteyiz.

Ama gerçekler saklanıyor.

***

Özellikle, Siyaset!...

Dış diplomasiden tutun da iç meselelere kadar, “şeffaf” olmamıştır, bir türlü kendi milletine karşı dürüst olmamıştır.

Salt iktidarlar demiyorum...

Muhalefet de dâhil olmak üzere...

Ne yazık ki “samimiyet” karinesi içerisinde olmamışlardır..

Değişik rollerde oynadıkları oyunlar, tarih içerisinde su yüzüne çıkmışsa da...

Kamuoyu görüp bunu yakalamışsa da...

Ne yazık ki satılmış medya hep üstünü örtmüştür...

Dış mihraklar adına çalışılmıştır...

Ki Hindistan’daki Sağır Sultan dahi yaşananları biliyor..

Ama ne gariptir ki, ülkeyi yönetenler görmemiştir, ya da görememiştir....

İşte, 1890 ve 1909 yılları arasında Sultan Abdülhamid’in büyük siyaset dehasına rağmen yaşadıkları, hepsi tarihsel birer ibret vesikası...

Bakınız, Sultan Abdülhamid’in kurduğu Danışma Kurulunda çok önemli görevlerde bulunan paşalar var...

Hatta en yakın ailesinden olan Paşalar bile var..

Ki birçok siyasetçi adam da var.

Ama gel gör ki; yüzde 60’ı, yüzde 70’i Yahudi devşirmeleriyle ittifak içerisinde...

Loca mensupları...

Ermeni Çeteler ve sözde jön Türk geçinen, Müslüman Türk olup da dış ülkelerde okuyup medenileşen (!?), yani medeniyet zirvesini kimseye bırakmayan nice Müslüman geçinen masonlar; bu danışma kurulu içerisinde rol almışlar..

İngiliz ve Fransızlarla birlikte hareket etmişler...

Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmek için “Payitahtta üstlendikleri roller, oynadıkları oyunlar, tertipledikleri organizasyonlar” inkâr edilemez birer tarihi gerçeklerdir...

Nitekim, o günlerdeki yapılan ibretli olaylar neticesinde devlet bir anda I. Dünya Savaşına sokuldu..

Hiç alakası olmamasına rağmen..

Çanakkale savaşı yaşandı...

İngilizler 1918’de elini kolunu sallayarak İstanbul’u işgal ettiler...

Ki sahada kazanılan, masada kaybettirildi..

Ve nihayetinde cumhursuz bir cumhuriyeti kuruldu...

Tek parti ve şeflik döneminin varlığı, geçmişe dönük o oyunlar, o tezgâhlar, o mekirler, hala da devletin içinden ayıklanmış değil..

Devlet arındırılmış değil..

Ki hala da varlık göstermektedirler..

Ülkemizi bölmek için, milletimizi bölüp parçalamak için, din, iman, tarih ve kültürümüzü tarihten sildirmek için, ittihat terakki partinin kuruluş biçimi ne ise mevcut siyasetimizin içinde bugün de, aynı ruh kendini nerdeyse idame etmektedir..

Var olmaya da devam edecektir gibimize geliyor.

Ama Allah korusun diyoruz.

Allah siyasi partilerimizin bünyesinde yaşayan kişisel rantçıların yerine daha yararlı, daha imanlı, daha inançlı, daha samimi, daha istikametli siyasileri nasip etsin bize.

“Bir çiçekle bahar olmaz” demişler ya;

Bize göre Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan, çok iyi niyetli ve aynı zamanda öyle düşünüyoruz ki Sultan Abdülhamid’in rolünü oynuyor ise de ne yazık ki yalnızdır.

Etrafındaki görüntü hiç de iyi bir görüntü içermiyor...

Zira yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi Abdülhamid’in etrafındaki danışma mekanizmasının yüzde 60- 70’i mason olduğu için, zerre kadar şüphe götürmemesi, bugün AK Partinin bünyesindeki mevcut rant şebekeleri de aynı hali yaşatmaktadır.

Demokrat Parti de öyle değil miydi?

Bir Başbakan ve iki tane Bakan’ı idama götüren kirli oyun nereden geliyordu?

Bize göre çare arayıp bu badireden ülkeyi kurtarmak için, başta Cumhurbaşkanına çok büyük bir görev düşüyor.

Öncelikle parti bünyesindeki şaibeli insanları ayıklayıp, ter-û taze bir kadro ile yenilemesi gerekmektedir.

Zira seçim yaklaşıyor.

İkinci husus ise;

Diyarbakır’daki 21 Mart Nevruz Bayramı kutlaması adı altında kışkırtıcı ajanların milleti galeyana getirip polisin üzerine yürüttüklerini devlet çok iyi biliyor.

Yalnız görevini yapmıyor.

Her şeyi polise havale ediyor, savcılıklara bırakıyor.

Yani yürütme ve yargı erkine havale ederek iktidarlar çare arıyorsa da bize göre yanlıştır.

Olayı kökten silip ortadan kaldırıp yok etme girişimi varsa, başta polis ve yargıdan daha fazlasıyla yasama erkine görev düşüyor.

Yasama erki açık ve net olarak insanları, gençleri, toplumun bir kesimini devletin üzerine kışkırtan ve siyasette yer bulan ve devletin bütçesiyle beslenen kışkırtıcı piyon ajanların varlığına “takoz” olmalı...

Ama kime söylersin?

Beyhude.

Zira oturtturulmuş antidemokratik bayat bir sistemin mevcudiyeti var.

İnsan temel hak ve özgürlüğüne aykırı bir siyasetin mevcudiyeti var.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Dünkü yazılı medyanın birinci sayfalarını incelerken, Hürriyet Gazetesinden bir haber dikkatimizi çekti.

 “ATATÜRK SEVGİSİNİ VALİZLERE KOYDULAR”

Haber şöyle devam ediyor;

“Yaşları 3-17 arasındaki 3 bin öğrenci Atatürk’e yazdıkları mektupları ve yaptıkları resimleri ‘vefa valizinde’ topluyor.

Toplam üç valiz, 45 şehirde 103 okulu geziyor. Valizlere kargolandıkları her okulda öğrencilerin Atatürk çalışmaları ekleniyor. Valizler daha sonra rotadaki bir sonraki okula gönderiliyor. Valizlerin son durağı Anıtkabir olacak. Valizlerden çıkan çalışmalar Ankara’da sergilenecek.”

Bakınız, sevgili okurlar.

Sormazlar mı?

Hayrola!

Bu davranış, bu tutum, gençleri bu hengâmede böyle bir girişime sürükleyen güç nedir, neyin nesidir?

İllaki kirli emellerini örtbas etmek için gizli locaların aktifliğini örtbas etmek için zaman zaman Atatürkçülüğün gölgesine sığınarak iş yapan hainleri çok gördük.

Sonradan da darbeler geldi, vesayetçiler geldi.

Ülke nereye gitti hepimiz biliyoruz.

* * *

İkinci haber;

“SOYLU; KUYTUL’UN KÖKÜ DIŞARIDA”

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Adana’da polisin orantısız güç kullandığı olayla ilgili açıklamalar yaptı.

Alpaslan Kuytul, kökü dışarıda bir adamdır.

Karşımızda hakikaten bir şaklaban var.

Başka yerlerden talimat alan bir adam, kendine “hoca” dedirtiyor.

Bunlar sokağa çıkarlar, kameraları ellerinde çocuklar ve kadınları önlere koyarlar, polise tükürürler, vurmaya kalkarlar.

* * *

Bakınız bu üç haber de çok önemli.

Yani Diyarbakır’daki 21 Mart Nevruz Bayramı kutlamasında çıkan olayların kışkırtma şeklinde kimler var?

Elbette ki konuşanlar ve onların arka bahçesindeki piyon güçler.

Ermeni çetelerle Yahudi devşirmeler.

Kökü dışarıdan.

Atatürkçülük kisvesi altında faaliyet gösteren “ATATÜRK SEVGİSİNİ VALİZLERE KOYDULAR” başlıklı haber de apayrı bir garabet.

Ve bunun arkasındaki kirli güçler!

28 Şubat’taki piyon güçler.

Üçüncü haber; “SOYLU; KUYTUL’UN KÖKÜ DIŞARIDA”

Yani polisin orantısız güç kullanması ve İçişleri Bakanının açıklamaları…

Elbette ki bunları anlatmak zorundayız.

Toplumumuzu aydınlatmak için Türkiye’mizin güncel meselelerini halkımızla paylaşacağız...

Başta ifade etmeye çalıştığımız gibi II. Meşrutiyet’in kuruluşundaki meydana gelen dış güçlerin aktif faaliyetleri sonucu, devleti, Osmanlıyı yok edebildiler.

Ama aynı o aktiflik, aynı uzantı, aynı paralellik, cumhuriyetin kuruluşundan sonra da devam etmiştir ve hala da devam etmektedir.

Onun için teyakkuzda olmamız gerekir.

Vatanın bölünmez bütünlüğü, milletin birlik ve beraberliği, tarih ve kültürümüzün koruma altına alınması, herkese lazım olan bir gerçektir.

Ve her inanan Müslüman Türkiye insanı, bunun bilincinde olmalıdır.

Özellikle siyasetin, özellikle iktidarın da uyanık olması gerekir.

Yoksa Türkiye’yi çok acı günler bekleyebilir.

Allah korusun.

En derin saygı ve sevgilerimle.