PKK TERÖRÜ YÜZ SENE EVVELKİ IRKÇI, İŞGALCİ, HAÇLI ANLAYIŞIN UZANTISIDIR! (IV)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü bu köşede, bu sütunlarda sizinle paylaşmak istediğim konuların bir nevi devamı durumunda bugün, daha fazlasıyla dikkatinize sunmak üzere, menfi milliyetçilik ve ırkçılık taassubuyla ilgili bahse konu olan bazı önemli gerçekleri zenginleştirerek, ayet ve hadislere dayanarak sizin bilginize sunmak istiyorum.

Şöyle ki;

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim ve onun bir nevi durumunda olan Efendimiz (S.A.V)’in Hadis-i Şerifleri bizim tüm hayat akışlarımız içerisinde kendimize rehber ederek,  onların ışığı altında yürümekle toplumsal bir güç haline gelebileceğimizden hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Geçmişe yönelik tarihi meseleleri göz önünde tutarsak, daha çok önemli olaylara muttali olabiliriz.

Geçenlerde gerek bu sütunlarda olsun, gerek “Analiz” ve “İslam’da Helal ve Haram” başlıklı televizyon programlarında olsun, biz bu gerçekleri dile getirerek siz değerli okurlarımızla paylaşma sevincindeyiz.

Nitekim önceki yazılarımızda da ifade etmiştim.

İslam Peygamberi Efendimiz (S.A.V)’in bi’setinden önce Miladi 500’lü yıllarda özellikle doğu dünyasını yöneten iki büyük devlet vardı.

Birisi Roma İmparatorluğu, diğeri ise ateşperest Sasani Devletiydi.

Bu her iki devlet, yeryüzünde hâkimiyetlerini sürdürüyordu.

Ama Arap Yarımadasındaki kavimler, bu her iki devlet gibi muraffah bir hayata sahip değildi.

Roma İmparatorluğu’nun yaşadığı hayat seviye üstünlüğü sadece maddeye bağlı, emperyalist bir baskı düzeniyle onlardan aşağı kavimleri sömürüyordu ve kene gibi kanını emiyordu.

Amma velâkin ateşperest Sasani Devleti hurafelere dayalı tarihi maceraperestlikle yönetilen bir devlet idi… Ki onun bünyesinde Zerdüşi aşireti yetişmişti.

Bu Zerdüşi aşiretler ise İran ateşperestlik cehaleti altında yetişip, çok bozuk ahlak bir çöküntü içerisinde yaşıyordu.

Öylesine bozuk yaşam tarzına sahipti ki onların felsefesine göre kişinin annesiyle, kızıyla veya kız kardeşiyle evlenmesi onlar için en üstün bir faziletti.

Hatta onların baş yöneticilerinden II. Yezdecred isimli kral, Miladi 500’lü yıllarda yaşamış, öz be öz kendi kızıyla evlenerek, çok alçak bir hayat yaşamıştır.

Bu demektir ki eğer bugünkü yeryüzünde ırkçılık taassubuna müptela olan hasta ruhlu bazı politik cambazlar yola çıkmışlar ise de münafıkça Doğu insanını kandırarak, sadece ve sadece geleceğini kazanmak için mağdur ve cahil kalmış, okumamış insanları kandırmaya çalışmakta olduklarını görebiliyoruz.

Roma İmparatorluğu’nun felsefesi ise sadece emperyalist çürümüşlüktür, maddeye dayalı, dini inançlardan tamamıyla uzak kalmış, Şam ve Mısır yörelerinde Hıristiyanlık anlayışıyla devletini idame etmişlerdir.

Ama bu her iki devletin de yaptıkları yanına kar kalmamıştır.

Medeniyetleri başlarını yemiştir.

Onların kendilerini ayakta tutma anlayışı ve felsefesi, sadece ve sadece maddeye dayalı olmuştur.,

Çünkü, mana değerinden çok uzak kalmıştırlardır.

Bu nedenle sözüm ona o günün medeni dünyasını yöneten bu her iki devlet çok kısa bir süreçte birbiriyle kavga ederek, çöküşlerine mal olmuştur, bu çöküşünün başlıca nedenlerinden biri ahlakı çöküntüdür, zulümdür ve sömürüdür.

Tüm bunlara rağmen sözüm ona çağdaş muasır medeni dünya platformunda rol alan devletler, tıpkı o eski iki devlet gibi Doğu ve Ortadoğu insanları üzerinde cirit atıyorlar, adeta kumar oynuyorlar ve bu İslam ümmetinin içinde bulunduğu coğrafyanın zengin kaynaklarından faydalanarak, medeniyet dışı, fıtrat dışı, ahlak dışı, küfür sistemlerini dayatmaya çalışıyorlar.

Bu itibarla geçici de olsa, az da olsa, ne yazık ki özellikle Türkiye’mizde ve diğer İslam ülkelerinde nerdeyse hegemonyalarını kurmuşlar, geçici de olsa insanları kandırabilmişler, özellikle siyaset dünyasını adeta çembere almışlar, kandırıyor, sömürüyor ve köleleştiriyor.

Bu nedenledir ki Üstat Bediüzzaman Hazretleri “Mektubat” isimli eserinin 29. Mektubunda bunları tüm detaylarıyla kaleme almış ve başta ümmet olarak bizlere sonra da tüm beşeriyete bir ders-i ibret olsun diye bunları bize anlatmaktadır.

Hem de “Maide” suresinin 54. Ayetinin yüce mealine dayanarak…

En önemli noktadan tutmuş ve tüm İslam dünyasını uyarmıştır.

Ve şöyle diyor Üstat Bediüzzaman;

“Ey ehl-i Kur’an olan şu vatanın evlatları!

600 sene değil, belki Abbasiler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hâkimin bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur’an-ı Azim Şan’ın gerçeklerini ilan etmiş durumdadır”

Üstat devamla şöyle diyor;

“Milletimizi Kur’ana ve İslamiyet’e kal’a yaparak bütün dünyayı susturmuş durumda.

Müthiş tehacümatı (saldırganlığını) İslamiyet’e karşı saldırganlıklarını Kur’anın himayesinde elinin tersiyle defetmiştir.

Ve bu milletten bu ırkçılık faşizan belasını uzaklaştırmaya çalışmıştır”

Anılan ayet-i kerimenin yüce meali aynen şöyledir;

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir”

İşte bakınız, sevgili okurlar.

Bu yüce ayeti celilenin yüce meal-i âlisi bize nasıl tarihi ders-i ibretler veriyor ve uyarıyor.

Üstat devamla şöyle diyor;

“Bu ayetin yüce mealine mazhar oldunuz.

Şimdi ise Avrupa’nın ve Frenkleşmiş meşrep münafıkların desiselerine uyup, şu ayetin önündeki hitaba masadaka olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız ki bu ayet sizin üzerinize hüküm edebilme tehlikesiyle karşı karşıyasınız”

Dikkatle bakılması gereken bir yer.

Üstat aynen şöyle diyor;

“Türk milleti (Osmanlı milleti) anasır-ı İslamiye içinde en çoğunlukta olduğu halde dünyanın her tarafında bulunan Türkler ise Müslüman’dır.

Sair unsurlar gibi Müslim ve gayrimüslim olan diye iki kısma bölünmüştür.

Nerede Türk taifesi var ise mutlaka Müslüman’dır.

Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlar, nerde kaldı ki İslam olsun”

En derin saygı ve sevgilerimle.