RAMAZAN AYINA GİRERKEN! (IV)
Evet, sevgili okurlar.
Ülkelerin ve toplumların geleceğini, varlık gücünü
belirten ana unsur; geçmişe yönelik tarihtir.
Tarihinden ibret almayan hiçbir toplum, geleceğini
kestiremez.
Başarı elde edemez, kendi fermanını kendi eliyle boynuna
takar.
Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Bakınız, sevgili okurlar.
Yakın tarihimiz olan Osmanlının son dönemi bize her şeyi
anlatır.
Son yüz elli sene her şeyi bize anlatırken, kulağımızı
pamukla tıkayarak duymazlıktan ve görmezlikten gelmemiz bizi kurtaramaz.
Yüzümüzü çevirip, geçmişe bakmamamız da hedefimize
ulaştıramaz.
Hele hele at bakışıyla sağımıza solumuza bakmadan
yürümemiz de bizim geleceğimize bir katkı koyamaz.
Şu halde ne yapıp yapıp arkamıza dönüp 1939’lu yıllardan
yani II. Mahmud’un dönemindeki gerçekleştirilmek istenen Tanzimat Fermanı adı
altında Batılaşma sevdasından artık vazgeçmemiz lazım.
Masonların başını çeken efsanevi cüce Mustafa Paşa,
“Gülhane Hattı Hümayun” adı altında Sultan Mahmud’un kalemiyle yazdırdıkları
Tanzimat Fermanı, tümüyle Avrupalılaşmayı ve içimizdeki “Zümmi” olan Hıristiyan
ve Yahudilerle, özbeöz ülke insanı olan Müslümanları eşit tutma hilesiyle, dini
inanç bakımından fark gözetmeden herkesi eşit tutma sloganı itibariyle
devletin, yani kamu kurum ve kuruluşların bünyesine rahatlıkla piyon ve siyon
münafıklar sızdırılmış olup her gün biraz daha devleti uçurum kenarına
sürükleye sürükleye ta ki “İttihat Terakki Cemiyeti”yle Jön Türklerin
birleşmesi, gizli Hıristiyan ve Yahudi ajanların direktifi altında hareketle
Abdülhamit’in tahttan indirilişinin beş yılı içinde Devlet-i Âliyeyi Osmaniye
yeryüzünden sildirildi.
Hilafet-i İslamiyeyi de kaldırıp İslam dünyasını başsız
bırakan kimlikler, Tanzimat Fermanıyla İttihat Terakki Cemiyetinin anlayışının
uzantılarının ta kendileriydi.
* * *
Bu köşede tarihi gerçekleri tüm detayıyla buraya
sığdıramadığımız için, kıssadan hisse olarak özetlenmiş cümleleri buraya
almamın sebebi, yani dün neydik bugün neyiz, aynı anlayışla yola çıkarsak, tüm
tarihi gerçekleri anlamış oluruz.
Nitekim Türkiye’deki mevcut olan terör odaklarının nasıl
gelişmiş olması ve gün gittikçe azgınlaşarak gemiyi azıya vurması,
geçmişimizdeki ihmalimizi bize anlatmaktadır, okutmaktadır.
Eğer bunu net okuyabilme gözlüğüyle irdelersek, yaklaşık
yüz, yüz elli yıl önce ne oldu, ne bitti ve arkasından ne gibi darbeleri
getirdi ve Türkiye’nin nasıl bu teröre sürüklenmiş olduğunu anlarız ve fark
edebiliriz herhalde.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Attığımız başlıktan da anlaşıldığı gibi bu mübarek
Ramazan ayına girerken gönül arzu ediyordu ki milletçe günlerimizi,
gecelerimizi, saatlerimizi tümüyle Allah’a yaklaşmakla geçirelim, helal rızk
üzerine iftarımızı açalım, sahurumuzu yapalım, kardeşlik sevgisiyle günümüzü gün
edelim, gecemizi de teravihle geçirelim…
Beklentisi içerisindeyken…
Ama ne yazık ki karşılaşmış olduğumuz tablo tüm olayları
ters yüz etti, beklentilerimizi nerdeyse kursağımızda bıraktı.
Bakın, Ramazan ayının ikinci gününde sabahın erken
saatlerinde acımasızca yapılan bombalı saldırı neticesinde 11 kişi hayatlarını
kaybetti, şehit oldular.
İstanbul sarsıldı, ekonomik hayat nerdeyse dibe vurdu.
Devlet, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve tüm Türkiye bu olayla
meşgul olurken, bu olaydan dolayı gözyaşları henüz silinmeden…
Dün de Mardin’in Midyat ilçesinde meydana gelen benzeri
bir bombalı saldırı neticesinde2’si polis 3’ü sivil vatandaşın hayatına son
verildi şehit oldular.
Midyat nerdeyse ayaklandı, ama siyasi münafıklar da yine
işbaşındaydı.
Suret-i haktan kendini göstererek, timsah gözyaşları
döken bazı siyasi münafıklar olay yerine giderken, vatandaşın dikkatinden
kaçmadı.
Elbette ki imanıyla, izanıyla yaşayan Midyat halkı olsun,
İstanbul halkı olsun…
Bu siyasi münafıkların yaptıklarını yanlarına kar
bırakmadılar.
Görmezlikten gelmediler.
Yuhaladılar.
Slogan attılar.
Yüzlerine tükürürcesine onları aşağıladılar.
Hele hele CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun
abdestsiz, kıblesiz olarak cenazelerin merasimine girip, cenaze namazı safında
durması, bir de çelenk göndermesi, siyasi münafıklığın apayrı bir yüzüdür.
Midyat’taki olaya karşı nerdeyse timsah gözyaşı döken,
aslen Midyatlı olup da hasbelkader iki dönemdir HDP Diyarbakır milletvekili
olarak seçilen Altan Tan ise Midyat’a olay yerine gitmiş, hemşerileri onu kabul
etmemiş, yuhalamış ve kovmuşlar.
İşte bu halk, sıkıntılara rağmen, korkutucu terör
belasına rağmen, hala da inancını yitirmemiş, benliğini kaybetmemiş, şeref
haysiyetini koruyarak dimdik ayaktadır.
Batıla, inançsızlığa, Zerdüştlük gibi kirli ve mel-un
(lanetli) bir anlayışa karşı yumruğunu havaya kaldırarak, tek sesle haykırarak
terörü lanetliyor bu halk.
Yıllardan beri batılaşma, Avrupa Birliğine girme
sevdasıyla bu ülkeyi yöneten anlayış, teröre hep davetiye çıkarıyor.
Mevcut sistem, uygulanmakta olan rejim, illa ki inatla
“Demokrasi” putuna tapıyor.
Batılaşma ahmaklığına yöneliyor ve devletin, rejimin
bünyesinden bu milletin başına bela olan Kemalizm ve Sekülarizm pisliğini
ortadan kaldırıp, teru taze iman ve İslam meşaleleriyle ülke yeni bir adalet
aydınlığına doğru yürüyemiyor.
Bize göre bu hal, eski haldir.
Yani yüz, yüz elli yıldan beri hep aynı terane ile aynı
sloganla yürüye gelen bu anlayışa artık “Paydos” denmelidir.
Zira “Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal” gerçeğini
Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri yüz sene evvel söylemiştir.
Bu slogan, artık rasgele söylenen bir slogan olmaktan
çıkarılıp hükümferma haline getirilmelidir.
Yoksa mevcut yasalarla, köhneleşmiş bir anayasayla terör
ortadan kaldırılamaz.
Sayın Cumhurbaşkanımız, her ne kadar “Misliyle
ödeteceğiz” diyorsa da bize göre sadece bir teselliden ibarettir.
Bu tür sloganlar bugün değil, elli seneden beri devlet
büyükleri, siyasetçiler hep kullana gelmişler ve bir arpa boyu kadar terörle
mücadeleyi başaramamışlardır.
* * *
Evet, sevgili can dostlar.
Mübarek, aziz günlerimizi milletçe rahat nefes alarak
geçirmek istiyor olduğumuz halde…
Gecelerimizi nafile namazlarla, teravihlerle, dualarla,
gündüzlerimizi de Ramazan orucunu tutmakla geçirmek sevinci içerisinde olmak
istiyor olduğumuz halde…
Heyhat!
Ne yazık ki bunu dahi yakalayamıyoruz.
Zira her an, her saat, her nefes, “Ne zaman ölüm gelir
bizi yakalar” düşüncesinde yaşayan bir toplum haline geldik.
Yıllardan beri bu köşede hep aynısını ve daha değişik
versiyonlarla tarihi gerçeklerimizi, geçmişimize yönelik başımıza gelenler ve
bundan sonra da gelebilecek olan tüm olumsuzlukları acizane siz değerli
dostlarımızla, milletimizle paylaşmak istedik.
Bundan sonra da aynı şekilde devam edeceğiz.
Ancak ne yazık ki başta ifade etmeye çalıştığım gibi
mevcut karanlık batılaşma anlayışı ve tağuti düzenlerin önemli düzenbazları
hakkındaki koruma kanunları ile devletçe koruma altına alınan nice tabular var
olduğu müddetçe, bu millet hiçbir zaman kendini sahil-i selamete taşıyamaz.
Zira en büyük engel; kahrolası düzendir, sistemdir,
sekülarist rejimdir, insan temel hak ve özgürlüğüne aykırı, vesayete dayalı
baskıcı bir anayasadır.
Hala da içimizde batı dünyasına bağlı nice piyonlar,
siyonlar, ajanlar ve gizli münafıklar resmiyette kol geziyorsa ve resmiyet
onlara dokunulmazlık gibi bir hak tanıyorsa ve muhalefet olsun, iktidar
partinin bazı parçaları olsun, gerçek kimlikleri göstermeyerek bu tür olaylarda
kendini suret-i haktan gösterip, timsah gözyaşı dökercesine kendine görüntü
verebiliyorlarsa, bu hamur daha çok su çekecektir…
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Son olarak dokunulmazlığın kaldırılması için meclisten
çıkan dokunulmazlık yasası iki gün önce Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın
onayından çıktı.
Bakalım bundan sonra ne olacak?
Yargı mekanizması olayları nasıl biçimlendirecek?
Burda da yargının samimiyet süzgecinden nasıl geçeceğini
doğrusu merakla bekliyoruz.
En derin saygı ve sevgilerimle.