ŞAMPANYALI KUTLAMA DEVRİ BİTMİŞTİR! (II)
Evet, sevgili okurlar.
Dünkü yazımızda çok önemli tarihi konular hakkında
tespitlerde bulunarak, kısmi baz da görüşlerimizi dile getirmiştik.
Tarihsel hadiselerin işaretleri ve o işaretler
paralelindeki, düşünceleri ifade ederken, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip
Erdoğan'ın, önceki günkü, 29 Ekim Cumhuriyet bayramı resepsiyonuna dair,
notlarını da kaleme almıştık…
Ve demiştik ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan "tarihi"
tespitlerle, Cumhuriyet'in önemini yıllar sonra, Cumhur'a hatırlattı.
Özellikle de Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonlarına dair;
“Şampanyalı kutlama devri bitmiştir” demesi tarihseldi.
Ki bu çıkışı, Türkiye Cumhuriyetini, ülkesiyle,
milletiyle, devletiyle, doğulusuyla, batılısıyla, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla,
Acemiyle, herkesi umutlandırdı.
Herkesi ama herkesi.
Bu millet, yüz bin defa Allah’a hamd u sena etsin ki
bugün devletin zirvesinde böylesi bir cumhurbaşkanı var.
Geçmişe bakalım…
Gelip-giden cumhurbaşkanlarının dönemlerindeki kutlamalar
tamamen "cumhur'un" dışında cereyan ediyordu.
Çeşitli batı dünyasının ahlaksızlığından ithal edilmiş
danslar ve şampanya patlamalarıyla, balolar düzenlenerek, kutlanıyordu.
Milletçe ne kadar karanlık dönemler geçirdiğimiz, zaten
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifadeleri her şeyi bir kez daha bize okutuyor,
anlatıyor ve açıklıyor.
Ve geleceğimiz için de çok büyük ümit vermektedir.
Dünkü resepsiyonda Cumhurbaşkanı Senfoni Orkestrasının,
mehteran marşını seslendirilmesi!
Gösteriler…
Hele ki, "tankların, topların" değil, halkın
sivilin öne çıktığı muntazam törenlerin icra edilmesi.
Gerçekten gönül ferahlatıcıydı.
Tüm bunlar demektedir ki; Türkiye gerçekten yeni bir
dünyaya ayak basıyor.
Tarihimiz gözümüzün önüne geliyor ve bu halkla bu devlet
artık birbiriyle imtizaç ederek, bölünmeyi, çözülmeyi kabul etmeyen bir parça
durumuna geldiğini göstermektedir.
Bunu da inkâr etmeyelim ki tüm bu değişim ve gelişim
cumhurbaşkanımızın sayesindedir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın misyonu eski mason
kafalı şebekelerinin artık son bulmasının bir göstergesidir.
Ve yeni bir Türkiye’nin varlığıdır.
* * *
Dünkü yazımızın son bölümünde ifade etmeye çalıştığım; bu
memlekete çok kirli tarihi karanlıklar yaşandığı gerçeğiydi.
Millete ihanet oluşumlarının nasıl tersyüz edilerek
“zafer ve kurtuluş” olarak, gösterilmeye çalışıldığıydı.
Ama ne yazık ki geç de olsa o ihanetçi masonik kafaların
yüzyıl sonra da olsa gerçek kimlikleri ortaya çıkmış durumdadır…
Ve bugün tarih meşru bir zeminde yabancıların diliyle
ifade ediliyor ve kalemleriyle yazılıyor.
29 Ekim 1923’teki Kurtuluş Savaşı’ndan sonra İngilizlerle
yapılan "Lozan" anlaşmasının maddelerini bırakın bir zafer anlaşması
olduğunu, bilakis tarihin gerçek yüzü okutulduğunda, anlaşmanın bir “zafer”
değil bir “ihanet” olduğu gün gibi aşikâr oluyor.
Dün 4 maddeyi burada aktarmıştım.
Bugün o maddelerin bazılarını Mısırlı bir Arap yazarın
kalemiyle, kupürünü sizinle paylaşmak istiyorum.
Evet, gerçekten Osmanlının son dönemine rastlanan bazı
karanlık oluşumlar ve kimlikler, tersyüz edilerek önemli şahsiyet sahibi olarak
devletin bünyesinde yer almış, amma velâkin gerçek kimliğine bakıldığında
Yahudi kökenli Selanik dönmeleriyle işbirliği yapılmış piyon bazı zevatlar
ortaya çıkmaktadır.
Ve bu şahsiyetler, memlekete böylesine vahim yanlış işler
yaptırmıştır.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
1800’lü yıllarda Fransızların Mısır’ı işgal ederken,
devlet bünyesinde mason lobileri oluşturulmuş ve bu mason lobileri
aracılığıyla, ülkenin birçok kentinde, mason locaları kurdurulmuştur.
Çok fazla bir heyete sahip değiller.
8–10 kişiden ibaret bir heyet Mısır'da bunu organize
ediyor…
Batı dünyasının değişik ülkelerine yerleşmiş Yahudi’lere
hizmet olarak bu mason locaları kuruluyor.
Ve bu şekilde İslamiyet’i içten vuruyorlar.
O dönemde, Mısır daha Osmanlının himayesindeyken,
İstanbul’dan devletin göndermiş olduğu bazı paşaların hemen Fransızlarla
işbirliği yaparak mason localarına kaydolduğunu görüyoruz.
İslami kimliğine sahip satılmış kafalar…
Mısır’daki birçok ezher ulemalarının da yanına sokularak
mekir (hile) ve tuzaklar planlamışlardır.
Ki Muhammed Abduh ve Cemaleddin-i Afgani gibi âlimlere
yaklaşarak, onlarla gece gündüz mesai yapıp münafık kimlikleriyle değil, İslami
kimlikle(!) ve masonluğun kirli yüzünü kapatan, berrak nurlu(!?) bir yüz
göstermekle, onları, yollarından saptırarak, mason localarına çekiyorlar.
Ne yazık ki, localar sayesinde Kur’an ilminden tümüyle
uzaklaşmış bir şekilde maddeye tapmak üzere şuursuz beyinler oluşturarak,
Osmanlıyı içten yıktılar.
Ve bu mason locaları Mısır’dan Şam’a, Şam’dan Türkiye’ye
İstanbul’a kadar uzanıp, yerleştiler.
Gece gündüz çalışan bu mason locaların mensupları 600
senelik güçlü bir Osmanlı Devletini zafiyete düşürmek için, devletin önemli
kilit noktalarına bozguncu, fesat tohumları attı…
Bu Fransa masonlarının fitne tohumlarını atan kişi ne
yazık ki Osmanlı paşalarından Muhammed Ali isimli bir mason.
Bu mason Cemaleddin-i Afgani ile çok sıkı fıkı bir ilişki
içerisinde olup, Afgani’yi Sultan Abdülhamit ile baş başa bırakıyor ve yanlış,
yamalak fetvalarıyla sözde Abdülhamit’i kandırıyor ama Sultan Abdülhamit
kanmıyor.
Böylece tarihi İslam düşmanlarının hıyanet çalışmaları
hep Osmanlı devletinin yıkımıyla ilişkili olmuştur.
Oysaki gerçek manada uyanık bir Müslüman, ister büyük
ilim dehasına sahip olsun, ister okumamış biri olsun, ama ehli takva ve iman
sahibiyse, böylesine tuzaklara tez be tez düşmez, kanmaz!
Keferetül fecerelerin de tuzağına düşmez.
Bu düşüş tarihi bir ihanettir…
O günden bugüne kadar Türkiye’yi, Suriye’yi, Irak’ı ve
hatta tüm Ortadoğu ülkelerini şebekelerinin altına alan bu Fransız, İtalyan ve
İngiliz masonları ta günümüze dek devletimizin bünyesine hep böyle nüfuz
edebilmişlerdir.
Bugün ülkemizin içine düştüğü badire, hiç unutmayalım ki
iki yüz yıl öncesine dayanmaktadır.
Çünkü masonlar İslam dünyasının arasına bir bölünme ve
ırkçılığa dayalı fitne tohumunu ekmişlerdir.
Bu hakikat uzun uzadıya dile getirilmesi gereken bir
gerçeklerdir.
Ama yıllar yılı, özellikle particilik adı altında
ülkemizin değişik anlayışlarla karşı karşıya gelmesi, ne yazık ki devlet içinde
büyük bir ayrılışıyla, büyük bir anlaşmazlığa neden olmuştur.
Mevcut partiler içerisinde, iktidarda bulunan AK Parti
dışında diğer üç partinin liderlerinin görüş ve anlayışları hiç de ülkemize
yarar getirebilecek bir anlayışa sahip olmadığı hepimizin malumudur.
Çünkü deliller var. Ortaya konulan siyasi söylem ve
tavırlar var.
Başta CHP olmak üzere!
Her ne kadar ayrı telden vuruyorlar ise de aslında
mecraları aynıdır…
Yahudi’ye hizmet eden, Türkiye’yi ve diğer tüm İslam
ülkelerini Büyük Ortadoğu projesine yem etme cihetiyle, çok aldatıcı ve
kandırıcı propagandalar yapa gelmişlerdir.
Ne yazık ki aynı menfi, olumsuz, hileli ve kandırıcı
propagandalarıyla bu ülkeyi yanlış yollara saptırmaya çalışıyorlar.
Kafa aynı kafadır, zihniyet aynı zihniyettir.
İsmet İnönü’nün İngilizlerle yapmış olduğu Lozan
anlaşmasını ne kadar yanlış yapmışsa ve bu yanlışı da örtmek için berrak bir
cila ile adına zafer demişse, aynı bugünkü mevcut partiler de milletten oy
almak üzere milleti kandırmaca yollarla gerçeklerin üzerini örtüp, gözü kapalı
politikalar, gütmektedir.
Yüzde 99’u Müslüman olan bir ülke insanı ne yazık ki o
kadar gaflet uykusuna dalmış ki hala da tarihten ibret almayarak, masonların
hazırladıkları particilere, özellikle Kemalizm’e ve sekülarizme dayalı anlayışa
hala da kulak veriyor.
Ne yazık ki benim beş vakit namazını kılan Müslüman
kardeşim gerçekleri görmüyor veya görmezlikten geliyor veyahut da işin içinde
rant meselesi var ki, hala da bu üç partinin yandaşları olabilen var.
Öylesine inanıyoruz ki Müslüman, her zaman için günlük
yaptığı işten sorumludur.
Hem Allah nezdinde sorumludur, hem de insanlar nezdinde
sorumludur.
Doğru yolu seçmezse veyahut gerçekleri iman dürbünüyle
görmezse, mutlaka onun vebalini taşır ve o fatura çok ağır bir şekilde hem
ülkeye, hem kendisine mal ettirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Allah huzurunda ne derecede cevap vereceğini de yine
kendilerinin düşünmesi lazım.
Gerçek manada inanan bir Müslüman, denenmiş anlayışları
bir daha deneme gafletine düşmemesi lazım.
Bu gaflet, bu yanlış oy kullanma, inanın sevgili dostlar,
kişileri mutlak bir irtidata sokar derecede tehlikelidir.
Yani dinden çıkma tehlikesiyle karşı karşıya kalınabilir.
Allah korusun.
Allahû Teâlâ hepimize iman şuuru ve İslam feraseti nasip
eylesin.
Ta ki kötü ile güzeli birbirinden ayırt edebilelim.
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı Cumalar.