ŞEFFAF VE AÇIK BİR REJİM NASIL OLMALI? (IV)

Evet, sevgili okurlar.

Başlık olarak kullandığımız “ŞEFFAF VE AÇIK BİR REJİM NASIL OLMALI” yazı serimizin bugün dördüncü faslını sizlere paylaşıyoruz.

Dün de kelimesi kelimesine aynı ifade olmasa bile aynı manayı taşıyan değişik cümlelerle Türkiye’nin yıllardan beri kapalı, zorba, ceberuti, kanlı, acımasız bir sisteme mahkum edile geldiğini söylemiştik.

Ancak AK Parti ve Erdoğan yönetimleri hariç demiştik.

Zira Erdoğan’ın gerek Başbakanlığı dönemi olsun, gerek Cumhurbaşkanlığı dönemi olsun…

Gerçek manada Erdoğan ve AK Parti döneminde insan temel hak ve özgürlüğüne dayalı demokratik bir sistemle bu millet tanışmıştır.

Ama başta ABD olmak üzere diğer Batı, Haçlı emperyalistlerle içimizde kiraladıkları FETÖ, laikçi Kemalist ve PKK gibi çeşitli terör odakları bu durumu içlerine sindiremiyorlar.

Onun için 15 Temmuz’da Erdoğan’a karşı ve milletimize karşı tezgâhlanan bu darbe kumpası meydana gelmiştir.

O gece aziz milletimizin dirilişiyle bu kirli ittifak neye uğradığını şaşırınca bu sefer pozisyondan pozisyona giren nice şaşkın, bukalemun insanları gördük.

Ve hala da aynı o renk değiştiren yaratıkları görüyoruz.

Gerek yazılı medyada, gerek görsel medyada, gerek bürokraside ve gerekse iş çevresinde var oldukça peyderpey hali perişanlıkları ortaya çıkmaktadır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Dün 1 Eylül Adli Yıl Açılış Töreninde aynı anlattığım o kirli uzantının bir örneği, yine CHP Genel Başkanıyla, Türkiye Barolar Birliği Başkanı bunu yaşattılar.

Yani Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki Adli Yıl Açılış Töreni’ni içlerine sindiremediler ve törene katılmadılar.

Buna kin kusmaktan başka hiçbir mana verilemez.

Nitekim Cumhurbaşkanı dün açılışta;

“İçinde bulunduğumuz bu mekan elbette Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin bir parçasıdır. Ama bu mekan tıpkı külliyemiz içindeki camimiz, inşaatına başlanan, 24 saat insanımıza hizmet verecek cumhurbaşkanlığı kütüphanesi gibi herkese açık mekanlardır..”

Bunu vurgulayarak dünya kamuoyuna açıklayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın varlığını hala içine sindiremeyen, hep nefret dili kullanan nice kinci siyasiler ve hukukçuların varlığını görüyoruz.

Bu köşede her zaman anlatmaya çalıştığımız gibi, insan kanı üzerine inşa edilmiş bir sistem anlayışına ne yazık ki hala devam edilmek isteniyor.

Bunun kanıtlayıcı delili de başta 27 Mayıs olmak üzere 12 Eylül’ler, 28 Şubat’lar, 27 Nisan e-muhtıraları, 17-25 Aralık operasyonları ve son olarak 15 Temmuz gecesidir.

Ama nasıl ki bu halkın Kurtuluş Savaşında aba ecdatlarının ruhu küfür odaklarına karşı dirilişe geçtiyse, 15 Temmuz’da da aynı şekilde bu halk uyandı, bütün dünyaya ders-i ibret verdi, dosta düşmana parmak ısırttı.

Her zaman bu halk 7’den 70’e kadar öyle inanıyoruz ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın varlığı için, korunması için, muhafaza altına alınması için, 24 saat ayaktadır.

Her daimde ayakta durmaya da kararlıdır.

Zira Allah korusun.

Böyle bir devlet adamının varlığı Türkiye’den silinip giderse, Türkiye bir daha kendi varlığını ne kendine ne de dünyaya ispat edemez!...

Çünkü, ırkçılığı, sosyalistliği, ulusalcılığı, laikçi Kemalist düzenleri özleyenler vardır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan; dünkü Adli Yıl Açılış Töreni’ndeki konuşmasında cümlesi cümlesine vurgulayarak söylediği her söz altın harflerle yazılması gereken ifadelerdir.

Bu ifadeler zaten devlet arşivine geçiyor.

* * *

Sizin başınızı fazla ağrıtmayalım.

Bakınız, Prof. Dr. Nevzat Tarhan Bey bir önceki gün, bir internet sitesinde üç sayfadan ibaret bir yazı kaleme almış.

Ama gerçekten o yazı kelimesi kelimesine "gerçek tarihimizin" gerçek yüzünü simgeleyerek anlatıyor..

Özellikle 15 Temmuz 2016'daki başarısız darbe girişimi sonrası pek çok önemli noktalara da derinden derine değiniyor.

Ve şöyle devam ediyor;

“Bu başarısız darbe girişimi sonrasında pek çok asker kökenli veya sivil kişi konuştu, yazdı.

Ama iki şey dikkatimi çekti.

Birincisi Genelkurmay Başkanlığı yapanlar dahil, pek çoğunun darbe tanımlamasının net olmadığını gözlemlemek artık sır değil.

İkincisi hemen her şey üst akla ve dış yanlış nedene bağlanıyor.

Bilindiği üzere tıpta 3T kuralı vardır.

Teşhis, Tedavi, Takip…

Sosyal hastalıklar içerisinde bu kural geçerlidir.

Teşhisiniz yanlışsa, doğru strateji kuramazsınız.

Takibiniz yoksa stratejik planlar boşa gider”

***

 

***

 

Tarhan hoca şöyle devam ediyor;

“1- Darbeciler bu toplumun ürünü, hainlik retoriği arkasına saklanma, konuyu dış nedene bağlama kolaycılığı yerine biz nerede hata yaptık diyebilmeliyiz.

2- Benim darbecim iyi, senin darbecin kötü diyorsak, kendimizi kandırmak konusunda çok başarılı olduk demektir.

Kendinize karşı bile dürüst değilmişsiniz.

3- Darbeyi fırsata dönüştürüp rakiplerinizi yeme planı yapıyorsanız, yeryüzünün en adi insanısınız.

4- Çok açık ki iki güvensizlik, FETÖ/PDY’nin yoluna asfalt döktü.

Birincisi askeri ve sivil istihbaratın birbirine güvenmemesi…

İkincisi de askeri aklın halkın değerlerini tehdit görmesi ve güvenmemesi.

5- Olaya kuş bakışı bakmayıp, sadece FETÖ’nün kumpas mağdurlarını savunuyorsanız, 28 Şubat ve BÇG (Batı Çalışma Grubu) kumpaslarını ve mağdurlarını görmüyorsak, ön yargılıyız demektir.

6- Askeri birliklerde din özgürlüğünü tehlike olarak görüp, yasaklamayı savunuyorsanız, bu yasakçılığın FETÖ’yü doğurduğunu görmüyorsanız, size yazıklar olsun, çağı kaçırmışsınız demektir.

İfade edilmeyen ihtiyaçlar, sinsi de olsa yollar bulur.

7- Dini duyarlılığı olan bir liderliğin ve hükümetin Humeynivari bir darbeden Türkiye’yi kurtarmasını demokratik özgürlüğe borçlu olduğumuzu unutmayınız.

8- Fransız devriminden iki yüz sene sonra despotizme tepki olarak meydanlarda tanka, uçağa, füzeye karşı koyabilen bir toplumun “artık patron benim” dediğini oryantalist kibir sahipleri görmelidir.

9- Genelkurmay Başkanı bile olsanız, halkın değerlerini içselleştirmeyen bir orduyu yönetemeyeceğinizi göremeyeceksiniz. Halkın değerlerinden artık korkmayınız. Küçük gördüğünüz yurdum insanı ordunun şerefini her zaman olduğu gibi yani kurtuluş savaşında olduğu gibi ordunun şerefini kurtarmadı mı?”

 

***

 

Evet, saygıdeğer bilim adamı Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın yazısı çok uzun!

Bunu kıssadan hisse olarak buraya aldık.

Ve gerçekten Hoca, çok çarpıcı bilimsel tespitleri kamuoyuna sunmuştur…

Evet, sevgili okurlar.

Yalan mıdır?

Senin darbecin kötü, benim darbecim iyi gibi millete karanlık tablo lanse etmeye çalışmak…

Oysaki bu darbe bunundur, bu darbe şunundur demekten fazla, hiç unutmayalım ki tarih boyu özellikle Kurtuluş Savaşından günümüze dek bu millete karşı zaman aşamaları içerisinde hep darbe kumpası kurulmuş olması kimsenin dikkatinden kaçmamıştır ve kaçmaz da.

Şu halde bu millet artık gerçekleri görüyor, görmeye devam ediyor.

Dost kimdir, düşman kimdir?

Tüm çıplaklığıyla her şeyi ortaya çıkarıyor.

Zira dönem AK Parti iktidarının dönemidir.

Demokratik, hukukun üstünlüğüne saygılı bir dönemden geçiyoruz ve bu millet tüm demokratik zeminlerde hakkını, hukukunu aramıştır ve daha da arayacaktır.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı cumalar…