SEKÜLARİZM+KEMALİZM = TERÖRİZM’DİR!
Evet, sevgili okurlar.
Türkiye, özellikle yöremiz ve ilimiz Diyarbakır "kan
ağlıyor!"
Adeta kâbus dolu bir hayat yaşanmaktadır.
Şırnak, Silopi, Cizre, Diyarbakır, Silvan, Lice dâhil
olmak üzere çok büyük bir cinayet ve kan dökme fitnesiyle karşı karşıyadır.
Halk, yapıla gelen bunca acımasız fitne unsurlarının daha
ne zamana kadar devam edeceğini derinden derine düşünmektedir.
Her şeyin başını çeken ekonomi, sosyal hayat, ticaret,
alışveriş, yani günlük hayat akışı çok büyük sıkıntılar içerisindedir.
Bölgede egemen olmak isteyen siyasi partinin hegemonyası
bir yana, hükümetin “Ülkeyi savunma” adı altında Polis çalışma sistemi bir yana.
Hani kültürümüze mal olmuş bir söz var...
“Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” misali…
Halk bir yandan terör estiren PKK’nın hegemonyası altında
inim inim inlerken, diğer yanda devlet de önlem alma hareketi ile "sokağa
çıkma yasağıyla" insanları evin içine hapsetmesi.
İki yönlü bir baskı.
Şimdi; "ezilen halkın günahı ne?” sorusuna kim ne
cevap verecek?
Elbette ki devlete düşen görev "kamu düzeninin"
sağlanmasıdır…
Halkın huzur içinde, günlük çalışma özgürlüğüne kavuşması
için de; bu sorumluluk yerine getirmelidir?
Ki devletin aslı görevi de budur.
Pek tabiî ki unutmayalım; Polisin bu şekilde gösterdiği
çaba ve çalışma stili de halkın huzuru ve refahı içindir.
Polis demek, devlet demektir.
Devletin bulunmadığı bir yerde devletsizlik söz konusu olur
ki o toplum için "felaketin en kötüsü" olur.
Bilimsel olarak düşünülürse, bir devletin varlığı ne
kadar kötü olursa olsun, devletsizlikten daha iyidir.
Bir ülkede, bir memlekette, bir toplumda devletsizlik söz
konusu olduğu zaman, "iş eşkıyalığa, soygunculuğa" düşer.
Ama unutmayalım ki halk da çok mağdur, huzursuzluk
içerisinde, çalışma özgürlüğü bulamıyor ve günlük kazanç sıkıntılarıyla karşı
karşıya kalmaktadır.
Demek anlaşılan budur ki “bölge insanının hakkını
savunuyorum” diyen taraf da yine devletin resmiyeti altında çalışan bir parti.
Bu parti de yine bu halkın oylarıyla meclise gitmiş,
anayasal düzen içerisinde seçilmiş ve yasaların teminatı altında serbest seçim
propagandası yapmak üzere bölgeyi dolaşıyor ve konuşuyor, bütçesini de
devletten temin ediyor.
“Halk adına konuşuyorum” diyorsa da hiç de inandırıcı
görünmüyor.
Zira Selahattin Demirtaş yaptığı her bir konuşmasında,
bir nevi tahrik, kışkırtma söz konusudur.
Her ne kadar ifadeleri içerisinde barış, kardeşlikten
bahsediyorsa da bu barış ve kardeşlik konuşmalarının gerçekleştirilebilmesi
için, yasalar içerisinde günlük hükümetin ortağı olmakla beraber, böylesi
konuşmaları meclise sunmuş olsaydı, bizce kamuoyu nezdinde daha çarpıcı ve daha
dikkat çekici olabilirdi.
Ama tüm bunlara rağmen Sayın Demirtaş ne kadar
konuşuyorsa, o kadar da kan dökülüyor.
Bu dökülen kan ister polisin, askerin olsun, ister halkın
olsun, ister terör odaklarının olsun, her kimin olursa olsun, bu memleket
insanının kanıdır ve bunca kanın dökülmesinin faturası ise masum Anadolu
insanına kesiliyor.
Ailelerin ocaklarına kor ateşi düşürüyor.
Tek kelimeyle fazla uzatmaya gerek yok, olan halka
oluyor.
Masum insanlara oluyor.
Kürtlere oluyor.
Zazalara oluyor.
Türklere oluyor.
Her kim olursa olsun, ister Hakkârili Ahmet, Mehmet
olsun, ister Edirneli Ali Veli olsun…
Herkes bu memleketin evladıdır, vatandaşıdır, Müslümandır
ve gerçek inanmış bir ümmetin insanıdır.
Siyasetin ve iktidarın mücadelesi uğruna böyle insanların
kanının dökülmesi, korkarım ki bir gün Allah’ın gayretine dokunacak ve insanlar
affetse dahi Allah affetmeyecek durumuna düşülebilir.
İşte o zaman mukadder, toplumsal bir felaketin gelmesine
neden olabilir.
İster muhalefet olsun, ister iktidar olsun, ister
herhangi bir parti olsun, liderlerin konuşmaları keşke daha yumuşak, daha
yapıcı, daha barışçıl bir biçimde olmuş olsaydı.
Tahrikten, kışkırtmadan, tehditten uzak olmuş olsaydı.
Ama heyhat!
Görünen odur ki hiç de öyle değil.
TBMM’nde bulunan tüm siyasi partilerin konuşma stilleri
ne yazık ki hiç de barışçıl görünmüyor.
Olup bitenlerden, tarihin geçmiş gerçeklerinden ibret
almak gerekir.
İşte komşumuz Suriye, Irak ve tüm İslam coğrafyasındaki
olup bitenlerin hali pür melali.
Düşünün.
Bu ülkelerden batı ülkelerine göç etmek isteyin göçmen
sayıları yüz binleri geçiyor.
Her Allah’ın günü Akdeniz sularında yüzlerce insan
boğulup gidiyor.
Ocaklar söndürülüyor.
Ülkeler tamamıyla batı dünyasının hegemonyası altına inim
inim inliyor!
Bu ülkeleri yöneten piyon, ajan sözde devlet adamları
kendi halkını "sömürge" altında tutuyor.
***
Siyasi partilerimizin yöneticileri hangi ideolojiye
hizmet etmek istiyorsa etsinler…
Ama herşeyden evvel ülkemizin bütünlüğünü, milletimizin
tarihi kardeşlik ve İslam’ın ana simgesinden gelen Kur’an inancı paralelinde
çok güzel bir barışı sağlamaya çalışması gerekir.
Ne yazık ki ister iktidar partisi olsun, ister diğer
muhalefet partisi olsun, böyle düşünmeyen çok rantiyeci makam ve mevki
bekleyen, yanlış düşünen insanların varlığı söz konusudur.
Hele hele yıllardan beri Sekülarizm, laisizm, Kemalizm
tabusuyla yaşaya gelen bir ülkenin politikası ancak bunları doğurur.
Yani Sekülarizm, Kemalizm, laisizm = Terörizm demek
yerinde olur.
Zira bu batıl düzen, katil olayları doğuruyor.
* * *
İşte insanların böylesine çalışma şekli ne yazık ki bölge
insanına da, milletimize de devletimize de çok büyük zarar verilmesine neden
olmaktadır.
Masum insanların dökülen kanı figüre malzemesi değil,
bilakis çok kutsaldır ve çok değerlidir.
Onu koruma, kollama ve savunma görevi de hepimize düştüğü
gibi siyasilere daha büyük pay düşüyor.
Bu yüzden diyoruz ki ülkemizin savunması için, selameti
için, milletimizin Suriye, Mısır, Tunus, Lübnan, Libya, Irak halklarının içine
düştüğü badirelerden korunması için, gece gündüz dua edelim, iyi niyet
besleyelim.
Kirli ideolojilerden sakınmak üzere, tüm siyasiler
kendine çekidüzen vermelidir.
Yoksa bu işin vebali çok ağırdır ve sorumluluğu da çok
büyüktür.
Toplum içerisinde siyasilerimiz millete birer sorun
olmaması gerekir.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Dün, Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Silopi’de yine
polislerimiz şehit oldu, yaralandı.
Polis de herkes gibi anasının babasının kuzusudur, asker
de aynı.
Ülkeyi üç beş tane terörün kirli ideolojisine bırakmak,
akıl karı değil.
Bize göre iktidarın da barış süreci olarak 3–4 seneden
beri sürdürdüğü politikada çok yanlışlıklar olmuştur.
İktidarın büyük zevatını da bu hususta yanıltan, yine bir
kısım rantiyeciler olmuştur.
İktidarın imkânlarından nemalanmak için bir yanıltma
unsuru olarak faaliyet göstermişlerdir.
Bize göre bunun sonu da çok kötü olacaktır.
Allah bu memleketi korusun, tüm siyaset adamlarımıza da
iman ve İslam inancını nasip eylesin.
* * *
Sevgili okurlar.
Gerçekten derdimiz çok büyük.
Ama nereye bakarsanız bakın özellikle İslam dünyası,
bugün her nedense Allah tarafından başına gelen bu tür musibet, felaket ve
belalardan bir türlü kurtulamıyor.
İster terör felaketi olsun, ister iç kavga ve acımasızca
masum insanların kanının dökülmesi olsun, ister Suriye ve Irak göçmenlerinin
Akdeniz sularında boğulup gitmesi olsun…
Bakınız.
İki gün önce o kutsal Mekke şehrinin Mescid-ül Haram’daki
inşaatında kule vincinin yıkılması sonucu 107 insanın ölmesi, 200 insanın da
yaralanması apayrı düşündürücü bir vakadır.
İlahi bir tufan mı diyelim, felaket mi diyelim, bela mı
diyelim?
Bu ağır musibetin Mescid-ül Haram’da vuku bulmasını
derinden derine irdelemeliyiz.
Eve bugünkü sohbetimizde detayını yazamayacağım.
Zira köşemize sığdıramayız.
Ama Allah nasip ederse yarın ki yazımızda Mekke’deki vinç
olayını tüm detayıyla siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.
En derin saygı ve sevgilerimle.