SİYASETEN KİRLENMİŞ BİR TÜRKİYE!

Evet, sevgili okurlar.

Malumunuz üzere 30 Mart 2014 tarihinde yapılan Yerel Seçimlerden sonra açılan sandıklardan çıkan "milli irade" her şeyi tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur.

Ve bu milli irade AK Parti lehine her şeyi hükme bağlamıştır.

Tecellisi elbette demokratik bir hukuk devleti paralelinde yapılmıştır.

Kimse buna itiraz etmez, etmemesi de gerekir.

Amma velâkin görünen odur ki kuruluşu kirlenmeyi amaçlayan CHP, yine rahat durmuyor.

Kuruluş amacını milleti huzursuz etmek, ülkeyi kaosa sürüklemek ve yapılan tüm politik hareketler, oyun ve hile üzerine yönlendirilmekle beraber, İngiliz orijinli politikayla, Türkiye’nin başına adeta bir fitne unsuru durumuna girmiştir.

1923’lerden günümüze dek özellikle 1924 ile 1930’lu yıllar arasında değişik isimler altında kurulan bu parti, yalan söylemeyen tarih kitapları, hatta tarih bilimini çok iyi araştıran yabancı tarihçiler dahi CHP’nin kuruluşunun, emperyalist İngiliz direktifleri paralelinde kurulmuş bir parti olduğuna dikkat çekmektedir.

Tek hedefi; Türkiye’yi her ne pahasına mal olursa olsun, İngiliz ve Batı Emperyalizminin uşaklığı yönünde siyaset üretmektir.

Bu kirlenme siyaseti yalnız bugüne münhasır değildir.

1925’lerde Türkiye’nin altını üstüne getiren CHP, onlar gibi düşünmeyen nice ulema kesimini, meşaikleri darağacına götürmüş, tekke ve zaviyeleri kapatmış, camileri at ahırına çevirmiş, medreseleri ve Kur’an kurslarını kökten silmek için yerle bir etmiştir.

Ne yazık ki, ülke kendini kaostan, kandan, terörden kurtaramamıştır.

1950’lere kadar.

1950’de Demokrat Partisi iktidara gelmiş, 10 yıl bu halkın nabzını tutmuş ise de son 10’uncu yılda TBMM’nde Başbakan Menderese hitaben “Ben de seni kurtaramam” diyen İsmet İnönü, megalomanyak Ergenekoncu darbeci bazı generalleri, rahatlıkla kullanabilmiş ve Atatürk partisidir diye, Atatürk’ün gölgesine sığınarak ihtilal yapmıştır.

Fazla başınızı ağrıtmaya gerek yok.

O günden bugüne dek, Türkiye bir türlü kendini, balyozlardan, darbelerden, BÇG’lerden, 12 Eylül’lerden, 28 Şubat’lardan kurtaramamıştır.

Şimdi de bir hafta önce yapılan yerel seçimler neticesinde halk oyunu kullanmış, demokratik bir seçim yapılmış, hukukun üstünlüğü nezaretinde milli irade tecelli etmiş, ama CHP’nin kirli oyunları yine sahnede.

* * *

İnanın, sevgili dostlar.

Dünkü yazılı medyanın birinci sayfalarına bakıldığında, insan kendi insanlığından nefret ediyor ve Türkiye’nin ne kadar kirli bir manzarayla karşı karşıya olduğunu sorguluyor.

Kocaman 76 milyon insan hala da CHP’ye karşı sus pus içinde, suskunluğu tercih ediyor ve her şeyi hükümete bırakıyor.

Evet, CHP kirli bir ideolojik hareketinden ve gerçekten kirlenmiş senaryolardan bir türlü kendini kurtaramıyor.

Dünkü Yeni Akit Gazetesinin birinci sayfasına bakıldığında, göbekten verilmiş, yakılmış resmi evrakların görüntüleri ile gazete donatılmış, dizayn edilmiş.

İnsan, Türkiye adına gerçekten utanıyor ve başını önüne eğip çok derin düşünmek zorunda kalıyor.

Sayfanın en alt bölümünde de Antalya eski Belediye Başkanı CHP’li Mustafa Akaydın’ın lüks bira dolu bardağı ağzına almış, kafayı çekiyor.

Güpegündüz kendi milletiyle ve seçmenleriyle alay edercesine, böyle patavatsız hareketler, gerçekten insanı çok düşündürüyor.

Aynı gazetenin sol alt köşesine konulmuş bir karikatür.

Kemal Kılıçdaroğlu başparmağını Akaydın’ın kafasına vuruyor, bari seçim öncesi yakaydın diye sesleniyor ve bir hayli resmi evraklar Akaydın’ın altında yanmaya başlamış.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımızın ana çizgisi ve hedefi; Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ne kadar zorluklarla karşı karşıya olduğunu, ne kadar kirlenmiş bir anlayışın iftiralarına ve fitnelerine maruz kaldığını ve inanmış bir insan olma hasebiyle, zaten Allah’ın emri olarak da bu tür zorlukları aşarak, dimdik ayakta kalması gerektiğine yönelikti.

Dünkü yazımda;

“Evet, şahadet kelimesinin Kur’an hükümlerinin uygulamasından uzak kaldığı sürece, manadan soyutlaşmış bir telaffuzdan ibaret olduğu müddetçe, Haçlı anlayışlar ve Siyonist emperyalizmi, her gün biraz daha Müslümanları İslam’ın hükümlerinden uzaklaştırma gayreti içerisinde olurlar.

Daha açık ifadeyle, İslam devletlerinin başına getirilen darbeci ve yanlış cumhuriyetçilerin işleri daha bir kolaylaşmış olur” demiştik.

Bu yerküresi üzerinde Allah adına inanarak, yüce İslam dinine mensup olan ve özellikle liderlik vasfını taşıyanların böyle sıkıntılarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.

“Ankebût” suresinin 2. ve 3. Ayeti bize böyle izah ediyor.

Sayın Başbakan da gerçekten aynı problemlerle karşı karşıya olmakla beraber, bu necip ve aziz milletin halisane duaları Başbakana yöneliktir ve o dualar ve kesilen kurbanlar, inanın bir zırh gibi Başbakanın etrafında yer alıyor.

Zira Başbakanın tüm çabaları bu memleketin insanlarından cehaleti izale etmek ve İslam hakikatini, imanın ana gerçeğini insanlara öğretmektir.

İslam şeriatının hükmüne uymayan “La İlahe İllallah” telaffuzu bir Müslüman için kâfi gelmemekle beraber, yine kendini İslam hakikatleri paralelinde toplumu donatmaktır.

Onun için, Kelime-i Şahadetin telaffuzu boşa değil.

Kalbin derin yerlerine nüfuz edip yerleşiyor ki o zaman gerçek bir Müslüman Allah’tan başka hiç kimseden korkmuyor.

Nitekim “Nur” suresinin 55. Ayeti bize bu gerçeği hatırlatmaktadır;

“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir”

İslam camiasına mensup olan herhangi birisi, inanarak İslam’a hizmet etmek için yola çıkmışsa, kuru ve yüzeysel cehaletten yüzünü çevirmelidir.

Bununla yetinmeyerek, toplumda var olan cehaletin kökünü getirinceye kadar, radikal bir imanla, mücadele etmesi gerekir.

Zira hüküm bunu gerektirir, İslam buna vurgu yapmaktadır.

Ancak “Ra’d” suresinin 11. Ayeti celilesi mealen bize bunu hatırlatıyor;

“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez”

Yani bir toplum, kendini neye layık görürse Allah da onu verir.

Güzel şeyler yaparsa güzel olur, kötü şeyler yaparsa kötü olur.

Zaten kendisi de kader tecellisine inanması gerekir.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar.