TEHLİKE OLDUKÇA BÜYÜK!

Evet, sevgili okurlar.

Dün saat 19.00 sularında Mardin ve Diyarbakır’da ardı ardına patlayıcı madde yüklü iki tane meçhul araç patlatıldı ve ortalık büyük çapta sarsıldı.

Diyarbakır’daki patlamada 4 masum vatandaşımız öldü, 5’i polis 13 kişi yaralandı, Mardin’de de keza nerdeyse o civarda.

Ölen vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza da acil şifalar temenni ediyorum.

Evet.

“Kurt dumanlı havayı sever” örneğiyle yola çıkarsak, milletçe, devletçe, ülkece geçirdiğimiz mevcut hastalığın teşhisini bir türlü koyamadık.

Siyasi atmosfer, ekonomik atmosfer, kültürel atmosfer, ahlaki atmosfer, hepsi bulanık geçti, dumanlı havalar oluştu.

Onun için içimizdeki hain kurtlar, dolaylı yollardan da olsa bu dumanlı havadan faydalandı.

Bilindiği gibi teşhisi yapılmayan hastalığın tedavisi de mümkün değildir.

Hele hele yanlış ilaç verilirse, o vücuda faydası olmadığı gibi daha çok zarar verir.

Yıllardan beri batı emperyalizmin direktifi altında yürüyen bir rejim, bir sistem, bir devletin akıbeti ancak böyle olabilir.

Zira hani diyorlar ya;

“Hancı sarhoş, yolcu sarhoş”

Peki, yolun istikametinin nereye doğru olduğu niçin bir türlü teşhis edilemiyor?

Devlet vücudundaki amansız hastalığın teşhisini niçin koyamıyor?

Oysaki yakın tarihimizde olup bitenler ortada.

Tarih boyu milletçe geçirdiğimiz olaylar, başımızdan geçen musibetlerden bir türlü ders-i ibret alamadık.

Bundan sonra alabileceğimiz inancında da değiliz.

Zira iki gün üst üste yazdığım yazıda Ulu Hakan Abdülhamit Han’ın, I. Meşrutiyet ilanında kurduğu Birinci Meclis üyelerine seslenirken, ondan önceki iki büyük devlet adamından bahsettiğine değinmiştim.

Birisi Sultan II. Mahmut, diğeri ise babası Sultan Abdülmecid.

Devletin bünyesine yerleştirilmiş, devletçe şımartılmış, ta Tanzimat’tan beri devam ede gelmiş ve hatta zaman zaman devletin bünyesinde söz sahibi olabilmiş “Yeniçerilerin” varlığı söz konusu olmuştu.

Bunlar devleti oldukça rahatsız etmişlerdi.

Osmanlı İslam hilafetinin mahiyetinde çalışan diğer İslam ülkelerini Osmanlıdan ayırıp, başsız bırakılan bugünkü mevcut devletçikler orta yerde zaten kendini deşifre ederek ele veriyor.

Tıpkı bugünkü Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki PKK terör örgütü tarafından yapılan suikastlar ve patlamalar gibi, 1918’lerde I. Dünya Savaşından sonra Arap eşkıyalar tarafından İstanbul-Medine seferini yapan tren de Şam, Beyrut Ürdün civarlarında Devlet Demiryolunun raylarına dinamit koyularak havaya uçurulmuştu.

Ki Araplar Osmanlının mahiyetinden çıksın, kendi başlarına devletçikler kurabilsin diye.

Bu fitneyi körükleyen de Mısır’ı işgal eden İngilizler ve Fransızların gizli talimatlarıyla oluyordu.

Ve nihayet başarabildiler ve hedeflerine ulaşabildiler.

Elbette ki bu tarihi olayları okuduğumuz zaman çok üzülüyoruz.

Ancak bugünkü olayların da o günün bir uzantısı olduğundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Ve hala da hükümetler, iktidarlar bunu dile getirmiyorlar.

Hele hele bu medyanın “dut yemiş bülbül gibi” suskunluk içerisinde durup, olayları çarpıtmaya devam etmesi apayrı bir felakettir.

Nitekim hali âlem meydanda…

Düne kadar ulusalcı medya, Kemalist, laikçi bir medya olarak kendini lanse ediyordu.

Bırakın camiye gidip namaz kılmayı, bilakis camiye giden resmi sıfatları tespit ettikleri zaman haklarında hemen işlem yapılıyordu.

Ama öbür yandan fitneyi körükleyen, eşkıyaların yanında yer alan, daima başkalarının servetinden nemalanıp büyüyen insanlar göz ardı ediliyordu.

Ne yazık ki bu insanlar hep gizliden gizliye büyümüşler, bir yerlere gelmişler ve bugün devletin başını ağrıtıyorlar.

Tıpkı o günkü Yeniçeriler gibi.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Birileri çıkıyor, ortalığı karıştırıyor.

Devlet aleyhinde casus, ajan ve piyon yetiştirip bunları devletin önemli kurum ve kuruluşlarının bünyesine sızdırıyor ve günü gelince de devletin başına adeta bir dinamitleme görevini gerçekleştiriyor.

Ve benim iktidarım, gelen giden cumhurbaşkanlarım, sanki saf değiştirircesine aynı hedefte değil de Türkiye’nin başına yeni yeni düşmanlar oluşturma çabasına giriyor.

Eski düşmanlar pusuda yatıyor, ama kimsenin haberi yok.

Günü geliyor, o pusuda yatan yılan, ejderha ve sülük gibi devletin kanını emen hainler bilakis kutsallaştırılıyor, kahramanlaştırılıyor, yiğit oluyor, kurtarıcı oluyor.

Ama netice itibariyle her gün biraz daha devlet imkânlarıyla nemalanıp bir yerlere geliyor, kimse onları göremiyor, o hıyanetlikler unutuluyor.

Onların dün düşman saydıkları insanlar, bugün birbiriyle sarmaş dolaş dost oluyor ve devletin yıkılmasına, Başbakanın yok edilmesine temel unsurlar durumuna giriyorlar.

İşte yalan söyleyen tarih, böyle gerçekleri hep tersyüz etmiş.

Milli mücadele zamanında şahlanıp kükreyen bir millet, emperyalist küfür dünyasını denize dökmüş, ülkelerin değişik vilayetlerini gâvurun elinden alıp kurtarmıştı.

Ama ne çare ki en kısa bir süreç içerisinde bunca fedakârlık yapan ehl-i takva insanlar hıyanetle karşılaşmış ve devlet böylece kendi varlığını yitirmiş duruma girmişti.

Dolayısıyla yakın tarihimizi 7’den 70’e kadar herkesin çok güzel bir şekilde okuması ve ders-i ibret alması gerekir.

En derin saygı ve sevgilerimle.