TOPLUM ÇÖKERSE, ÜLKE ELİMİZDEN GİDER! (II)

Evet, sohbet serimiz devam ediyor.. Ki dünden devam diyoruz.. Dünkü sohbete şöyle bir giriş yapmıştık… Demiştik ki;

“-El hak! Doğru söze laf gerekmez.. Bir ülkeyi “payidar” eden milletidir… İnancıyla, medeniyetiyle, diliyle, yaşam kültürüyle, “etle tırnak” misali, bir bütündür.. Biri diğerisiz olamaz.. Vaki olursa, orada “ne istikrar, ne istikbal ve ne de istiklal” sağlanamayacağı gibi, söz dahi edilemez…”

***

Bugün de diyoruz ki;

Bu ülkenin de,

Bu milletin de,

Bu ümmetin de,

Yegâne kurtuluş çaresi hürriyettir…

Yani özgürlük ve bağımsızlığının teminat altına alınmasıdır!

***

Ancak, “hürriyet” deyince “beşeri” hürriyetten söz etmiyorum… Yani insanların birbirine verdiği hürriyeti kast etmiyorum.  Çünkü, “insanoğlu” için “hürriyet”, rastgele bir hürriyet olmadığı gibi; hayvan hürriyetinden fersah fersah ayrıdır, ıraktır.. Benim kast ettiğim “Beşeriyetin Hürriyeti” İslam hükümleridir… Şerri çizgileridir.. Kur’an-ı Kerim’in ve Peygamber Efendimizin (S.A.V) hadisleri ışığındaki “aydınlık yoldur?”..

***

Yoksa, mevcut “beşeri hükümlerin” rotasındaki bir özgürlük ve hürriyet “kesinlikle kurtarıcı” olmadığı gibi, kalıcı da değil!.. Olsa olsa, “hayvani yaşam şartlarına” bağlı mutlak bir istibdadın serbestiyeti olur.. Ki böylesi bir hürriyeti hiçbir toplum kaldıramaz.. Ve hiçbir soruna çözüm getirici, derde şifa sağlayıcı olamaz..

***

Demem o ki, hürriyet-i şer’iyye dediğimiz beşeriyete verilen yüksek maksatlar ve beklentilerdir, özgürlüklerin ilkeleridir.. İşte bu ilkeler çerçevesinde insanları yetiştirmek ve misyon yüklemek lazım… İslam’ın maneviyatıyla kendine “hürriyet ve yaşam alanı şekillendiren” ister kişi olsun, ister toplum olsun, mutlak bir insaniyet-i kûbra’yla ulvi bir kimlik kazanır.. İnsan şeref ve haysiyetine yakışır insanlığa verilen yüce değerlere sahip olur…

***

Bu yüce değer, öncelikle insanı bu dünyada şerefli bir varlık kılar.. İnsanlarla günlük hayat akışları içerisinde kazanımlar sağlar, mutluluklar getirir… Refah ve bereketi ikmal eder… Eğer bu ulvi değerlere bağlılık olmazsa, her şey ama her şey geri teper, toplum kendini mutlak bir vahşet ve canavarlaşmanın çukurunda bulur.. Ki çırpındıkça da batar…

***

İşte, emperyalist batı dünyasının kadına vermiş olduğu hürriyet.. Ne yazık ki medeni insanlık vasfına yakışmadığı gibi, kadını “meta” haline getiriyor… Zira onların hürriyeti, kadını bir emtia haline getirip çarşı pazara salmaktır.. Sabah çıkar, akşam döner, aile ve çocuk mefhumu söz konusu olmaz.. Kadın ve erkek arasındaki sevgi bağı büsbütün yok etmezse de azaltır ve peyderpey o aile birbirine sırt çevirir…

***

Kadın erkek arasındaki anlaşmazlıktan ve o hayvani serbestiyetten meydana gelen kin ve nefret yalnız onlara değil aile bünyesindeki masum çocuklara da sirayet eder. Onun için günümüzdeki küresel insanlığa yakışır en üstün seviye, ancak İslam şeriatının getirmiş olduğu hürriyettir, özgürlüktür. İnsanlara yakışan yaşam şeklidir.

***

İslam dünyasını bu anlattığımız gerçek hürriyetten uzaklaştıran, İslam dünyasını Hilafet-i İslamiye’den mahrum kılan, batı emperyalizmi ile Siyonist emperyalizmi dolaylı yollarla sekülar bir hayatı İslam dünyasının bünyesine sığdırmış, aldatmaca politikalarla toplumları İslam’dan ustaca ve kurnazca uzaklaştırma projelerini gerçekleştirmişler.  Böylece toplumlar, adeta morfinleştirilmiş hale dönüştürülmüştür.

***

Sağına bakarsın, ekonomiksel sıkıntılar. Soluna bakarsın, mutlak bir cehalet. Önüne bakarsın, tefrika, bölücülük herkesin önünü tıkıyor.  Arkasına bakarsın, toplumları inim inim inleten faizcilik ve tefecilik sistemi, sömürü düzeni yaratıyor… Yukarıya bakarsın, toplumun bünyesinde adeta bir fitne unsuru haline getirilmiş kadına verilen serbestiyet.  Kadının haysiyet şerefine yakışmaz, kadını toplum üzerine yürüterek hayâ ve namusun ar damarını çatlatırcasına toplumu oldukça geriletmiştir…

***

Hâsılı kelam… Ne dersen de; bugün İslam dünyası bu haliyle geleceğini kestiremez, Bolşevik ideolojilerden kendini kurtaramaz hale gelmiştir…  Hele hele şu sosyalizm, komünizm, ulusalcılık, Kemalizm, Sekülarizm gibi “izm”ler silsilesi uzadıkça uzadığı gibi, toplumu “sarmaşık” gibi sarmıştır… 

***

Siyaset dünyası ne diyorsa desin, her şeyden evvel bizi arkadan vuran gizli temel unsurlardan sadece iki tanesini burada sizinle paylaşmak istiyorum..  Birincisi Sekülarizm/laiklik dayatması. İkincisi ise Kemalizm anlayışı ve Atatürkçülük istismarı…

Bu iki ana unsur; Türkiye gibi tarih boyunca İslam dünyasına büyüklük yapan, başkanlık yapan, riyaset gerçeğini yürüten bir ülkeyi sürekli kaos ağında tutmuştur.. Tüm İslam dünyasına baş olma şerefinden uzaklaştırma fitneliği ve kurnazlığı içerisinde, kendiyle boğuşturmuştur…

***

Bakınız, Cumhurbaşkanımız Diyarbakır’a geldiğinde malum büyük bir insan potansiyeliyle karşılandı.  Havaalanından tutun da, İstasyon Meydanına kadar.  Konvoylar ve insan seli o biçim.

Amma velâkin.

İşin iç yüzüne bakıldığında, halkın Cumhurbaşkanından beklediği kurtarıcı ümit şuydu.

Kadının başörtüsü istismarını öne süren CHP’nin önünü tıkamak için “Gelin, kadının sadece üniversiteye veyahut resmi dairelere başörtüyle girebilme serbestiyeti yanı sıra tüm kadınları İslam’ın vermiş olduğu terbiye ve ahlakla donatalım ve bunu anayasaya yerleştirelim.”demesi gerekiyordu..

***

Çünkü bir toplumu toplum eden, kadının annelik vasfıdır.  Ailesi için öğretmenlik vasfıdır.  Okumaktır ve ailesine bağlılıktır.

Eşiyle iç içe yaşam, sevgi ve muhabbet unsurunun yaratılmasıdır.  Türk kadınının ister resmi, ister gayriresmi, ister çalışan, ister çalışmayan kadın olsun tümüne verilmesi gereken temel hak ve özgürlükler, İslam terbiyesiyle yetiştirilmesidir.. İslam kültürünün öğretilmesidir ve İslam ahlakıyla yaşamını biçimlendirmesidir.

***

Kadını bir fitne unsuru haline getiren Türkan Saylan’larla değil, İstanbul Barosuna başkan olarak seçilen kadının merasimde “İran’a rağmen saçımı kesiyorum” diyen utanmaz tavırlarla değil, Anadolu kadının kültürüyle yetişen ve şerefli bir özgürlük vasfını bünyesine yerleştiren gerçek bir hürriyetin varlığıyla, kadına hürriyet kazandırılmadır diye düşünüyoruz.

***

Kemalizm’e, Sekülarizm’e, ulusalcılığa, 28 Şubat madrabazlığına bağlı olmakla değil, onlarla tersi istikamete düşen bir hayat özgürlüğünün kadına verilmesi gerekir.  İşte halkın AK Partiden ve Cumhurbaşkanımızdan beklentileri bu yöndedir.

***

Tarihi Diyarbakır Cezaevi’ni 12 Eylül ve 28 Şubat dönemlerinde yapılan mezalimi kökten silmek için bir cezaevi olmaktan çıkarıp müze haline getirme şekli bize göre sadra şifa verebilecek bir hal değildir.

Dünkü sohbetimizde de bunu dile getirmiştik.  Halkın istek ve arzuları, yalnızca bir cezaevinin müzeye çevrilmesi değil, Türkiye’deki tüm cezaevlerinin milli inanca bağlı birer eğitim ve öğretim mekânları haline getirilmesidir.

***

Böylece, Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Doğulusuyla, Batılısıyla bölücülük, ayrılık unsurları ortadan kalkar.. Ümmet şiarıyla insanları Selçuklu ve Osmanlı çağındaki İslam medeniyetine götürür.

***

İfade ettiğim gibi seçimlerden seçimlere topluma yeni yeni sloganları getirip seçimleri kazanmak için siyaset dünyasının topluma “yenilik” adı altında bir şeyler vaat etmesi aldatmacasına bu millet artık “paydos” demek istiyor.  Türkiye’nin ve tüm İslam dünyasının “laikçilik” adı altında, “Sekülarizm” planlarıyla garplılaştırma aldatmacasıyla kadına yeni bir hürriyet, özgürlük verilemez.

Olsa olsa aldatmacadan ibaret olur.? Ki artık millet uyanmıştır, millet devleti elinde tutan iktidarlardan her şeyi bekliyor.

Bu toplumu; Sekülarizm’den, Kemalizm anlayışından, tarihi CHP’nin madrabazlığından kurtarıp, yeni bir İslam medeniyetiyle tanıştırma gerçeği olmalıdır…

En derin saygı ve sevgilerimle.