TOPLUMLARI ALDATAN SİYASET ŞEYTANLARI!? (II)

Sevgili okurlar.
Dünkü sohbetimizde de bazı önemli konulara değindiğimiz gibi bugün aynı o paralelde daha çarpıcı bazı mevzulara değinmek istiyoruz.
Sizinle paylaşmak istediğimiz konu;
Ülkemizi yıllardan beri temelinden yıkmak isteyen kirli unsurlardır.
Çünkü bu unsurlar, adeta birer tahrip kalıbı gibi; "toplumu ve ülkeyi" bölüp-parçalamaya çalışmışlar ve çalışmaya devam ediyorlar..
Siyaset alanlarında aldatıcı, parlak nutuklar yüz sene evvel nasıl devam etmişse, bugün hiç hız kesmeden; daha bir aktif.
Dünün devamı olarak; aynı uzantı faaliyetini sürdürmektedir.
Örneğin…
Dün nasıl ki, bir İslam ümmetini milli benliğinden, kültüründen, inancından, tarihinden, düşüncesinden uzaklaştırmak gayesiyle envai türlü kirli planlar düzenlenmişti.
Bugün aynı o planların bir devamı daha icra edilmek isteniyor.
Tüm İslam coğrafyasında olduğu gibi özellikle Türkiye’mizde de aynı aktiflik söz konusu.
Nitekim halk deyimiyle olup-bitenler karşısında şu ifade kullanılıyor/kullanıyoruz.
“Kimin eli kimin cebinde?” belli değil.
* * *
Hiç kuşkusuz ki; 19. yüzyılın başlarında başladı bu hareket, bu kirli oyun, bu habis ur.
Ama nasıl devam etmiş?
Yahudi Selanik mütemüslimin olarak yani kendine Müslüman görüntüsü veren Yahudi Selanik dönmeleri ile Hıristiyan dönmeler…
Hele ki, Türk kavmiyetçiliği ve Turancılık kisvesine bürünenler…
Irkçılığı ön planda tutarak yola çıkmalarıyla, İslamiyet’i her gün değişik planlarla biraz daha gözlerden düşürüp irtica (gerileme veya geri dönme) adıyla İslamiyet'i yermeye çalıştılar.
Kendilerine göre İslamiyet demek gericilikmiş.
"Ülkeyi ve milleti geri bırakıyor" sloganlarıyla toplumu tabiri caizse; "yoldan" çıkarmaya çalıştılar.
Bunu da; Siyaset meydanlarında insi şeytan rolünü üstlenenler yaptı.
Ve onlar oldukça büyüdüler.
Bugün de başka değişik versiyonlarla aynı planları tezgahlayan dönmeler, "içten içe bizi vurmaya" çalışıyorlar.
İşte o dönmeler, ister Yahudi Siyonistlerin birer maşası durumunda olsun, ister Ermeni dönmeler olsun, kurtarıcı birer rol üstlenmişler, değişik versiyonlarla ülkeyi bölünme noktasına getirme planlarını hayata geçirmişlerdir.
Dün İngilizlerin, Fransızların, Suriye’yi, Mısır’ı, Lübnan’ı Arap kavmiyetçiliği adı altında önemli Lawrance’ları yetiştirdiyse de hedeflerine ve planlarına gerçekten ulaşabildiler.
Ne yazık ki bugün saydığımız bu güzelim İslam coğrafyası o planların manevi çizmeleri altında inim inim inlemektedir.
Mısır  1917’de devletin kilit noktasında bulunan Şerif Hüseyin isimli sözde bir kurtarıcıyı poh pohladılar, onu kahraman ilan ettiler.
Hem de nasıl kahramanlık?
“Büyük Arap Devrimi” adı altında İngiliz ordusu hava Albayı Lawrance’ı ellerine verdiler ve nihayetinde 1917’de manen Mısır düştü ve Türkiye’den koptu.
Böylece Arap ırkçılığı adı altında yalan siyaset vaatleriyle Mısır’ı ele geçirdikleri gibi, bugün aynen o Firavun naraları atılarak, İhvan-ı Müslimin’leri iki sene içerisinde dört-beş bin tane insan öldürüldü ve batı dünyası timsah gözyaşları dökmeye devam ediyor.
“Kurtarmaya geliyoruz, geldik” diyorlar ve bu gelme mesafesi bir türlü bitmiyor.
Bu sayede bir habis ur durumunda olan Yahudi devletini Filistin toprakları üzerine kurdurdular.
Bakıyoruz ki Türkiye ne yazık ki aynı o Şerif Hüseyinler gibi nice kurtarıcılar türedi ve hepsi de gizli dönme kimliklerini saklamalarıyla bugün rezil sistem, vesayetçi anayasa aynen onların elinde.
Bu millet ne kadar uyanmışsa da ve daha ne kadar uyanmaya çalışıyor ise de ne yazık ki bir türlü kendine gelemiyor.
* * *
Dün ifade ettiğimiz gibi Kur’an-ı Kerim’in “En’âm” suresinin 112. Ayetinin son bölümünde “zuhrufel kavli gurûrâ” diye belirttiği gibi aldatıcı, parlak nutuklarla insanları kandırarak gerçek yollarından saptırma planlarına dikkat çekmektedir.
Bu dün olsun, bugün olsun, Türkiye’de ve diğer İslam coğrafyalarında olsun, plan aynı plandır, oyun aynı oyundur, hiç değişmemiştir.
Kimlikler değişik olabilir, pozisyonlar da değişik olabilir.
Ama amaç ve gaye aynıdır.
Bakınız, iki gün önceki “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”nde atılan nutuklara, söylenen parlak sözlere, hiç biri ama hiçbiri gerçekleri ifade etmemektedir.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten yanlış yönlendirmeler yüzünden, İslam coğrafyası kendini bir türlü kurtarıcı bir zemine oturtturamıyor.
Örneğin; Kadının özgürlüğü dile getirilirken, hastalığa teşhis güzel konuluyor.
Amma velâkin; tedavi yanlış!
Kadının kadın olmaktan çıkarılıp adeta bir pazarlama emtiasına sokmak isteyen sistemler ve sistemlerin batıl anlayışları “kadını kurtarıyorum” derken fazlasıyla batırıyor.
“Kadına özgürlük veriyorum” derken fazlasıyla köleleştiriyor.
Zira “Kadına Şiddet uygulamaya karşıyız” derken Kadının gerçek Kadınlık özgürlüğüne ulaşması gerekir.
Onun yolu da İslami ahlaktan geçer.
Aksi takdirde Kadına fıtrat kanunu uygulanmadığı takdirde, Kadın nerede olursa olsun, esirdir, köledir.
Kadını şiddetten hiçbir güç kurtaramaz.
Zira Kadının oturmak istediği yer evidir, ev hanımlığıdır, anneliktir, eğitimdir.
Eğer bu uygulamalar Kadının elinden alınırsa, Kadını adeta bir çarşı-pazar emtiası haline getirilirse, soydurmaya hazır bir hale sokulursa, o zaman Kadına Şiddet uygulanmasının cezası kelepçeymiş, bilmem prangaymış, bilmem vs. vs.
Bunlar hep içi boş kavramlardır, bu da parlak nutuk olup aldatmacadan başka bir amaç içermemektedir.
***
Evet, inandığımız ve intisabıyla gurur duyduğumuz yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, ne diyorsa doğru söylüyor.
O plan, o proje dışında hareket eden ülkeler, devletler ve milletler nerede olursa olsun, uğurlu bir sonuç elde edemezler.
Bizim dostça tavsiyemiz bu.
Kadının gerçekten hak ettiği makam, mevki ve sağlam zemin, İslam’ın kadına verdiği meşruiyet düzeyinde olur, çizgisinde olur.
O meşruiyeti, o fıtrat kanunu Kadının elinden alındığında Kadın bizatihi tabiatıyla fıtrat icabı bunu kaldıramaz.
En derin saygı ve sevgilerimle.