TOPLUMLARIN HİLÂKI VEYA ISLAHI?!!
Sevgili okurlar.
Dünkü sohbetimizde de ifade etmeye çalıştığımız gibi;
gerçekleri görmek, istikametini korumak için illa ki, kötülüğü kötü, iyiliği de
iyi olarak anlatmak gerekir.
Yani kötüleri kötü olarak görmek/lanse etmek ve toplumsal
olarak kendini ondan korumak lazım.
Tabi ki, İyileri de iyi olarak bilmek ve onu bağrına
basmak, onunla hemhal olmak elzemdir.
Nitekim sağlam bir toplum ve sağlam bir ümmet olabilmenin
tek yolu; "bu hakikatleri" bilmek ve uygulamaktır.
Toplumların uzun yaşayabilme şansı da, kendi bünyesinde
zulmü değil adaleti yeşertmek ve yaşatmakla mümkündür.
Sapık ve rezil olan her şeyden toplumsal olarak uzak
durulduğunda beklenen hedeflere ulaşılabilinir.
Aksi halde ne mümkün?
Zira toplumlar ve devletler arasındaki yaşam bağı, mazbut
bir birliktelikle sağlanır…
Çünkü gücün yolu zulümden değil, adaletten geçiyor…
Yalandan değil doğruluktan geçiyor.
Fesat ve bozgunculuktan değil, salah ve ıslahiyetten
geçiyor.
***
Meşhur filozof İbn i Haldun, toplum ve devletlere ömür
biçerken şöyle bir benzetme yapıyor;
“Yani bireyler merhaleden merhaleye (aşamadan aşamaya)
nasıl ki bir yerlere geliyorsa, uzun ömre veya kısa ömre nasıl sahip
olabiliyorsa, devletler de milletler de aynı o biçimde uzun veya kısa ömre
sahip olurlar”
Yani, Milletlerin ömrünü o milletlerin bünyesinde yaşayan
bireylerin ömrüne benzetmiş.
Oysaki öyle olmaması gerekir.
Yani üç merhaleden ibaret demesi yerine, üç gündür
deseydi daha isabetli olurdu.
Buradaki üç gün demek; tıpkı insanların yaşam tarzı gibi,
çocukluk hali, ergenlik hali ve tam yetişkinlik hali demektir.
Hatta iki hal daha ilave etmiş olsaydı daha güzel olurdu.
Biri yaşlılık, biri de “Elzel’ul umur” denilen kişileri
çökerten ömür.
Bu bir gerçektir.
İnsan bireysel olarak anasından doğarken bebek halinde
doğar, daha sonra bluğ ve ergenlik haline gelir, daha sonra yaşı kırkı
geçtiğinde uygunluk durumuna gelir, sonra normal yaşlılık, ondan sonra da
yaştan dolayı çöküntü.
İnsanlarda bulunan beş tavır ve hal, toplumları da
ilgilendirir.
Bu biçim, toplumlar ve devletler için de geçerlidir.
Amma velâkin, insanlardaki oluşan bu hal, normal bir
hayat şekliyle olur.
Hayatında taşkınlık yapmamış, kötülük ve
ahlaksızlıklardan uzak durmuş, hatta içecek-yiyeceklerine dikkat etmiş kişinin
kaydıyla bu yaşam tarzı elde edilebilinir.
Aksi takdirde kişi hayatını düzgün bir yaşam tarzıyla
biçimlendirmezse, sigarasından tut uyuşturucusuna kadar, içkisine kadar, fuhuş
ve zinasına kadar, kumar ve haram yemesine kadar.
Bunlar anlattığımız şartlar dışındadır.
Bunlar insanları daha erken çökertir, ömrün olağan halini
kısaltır, tam tersine beklenen günlerden daha önce kendi fermanını kendi eliyle
yazmış olur.
Keza toplumlar ve toplumları biçimlendiren devletlerin
hal-i durumu buna özgüdür.
Kendine özgü bir yaşam tarzı varken, o olağan mecradan
çıkıp, zulüm, fesat ve ahlaki çöküntüler içerisine kendini sokarsa, yani
bugünkü batının kirli medeniyetiyle kendini biçimlendirirse, bireylerin
ömürleri gibi o devletlerin de ömrü kısalır, uzun olmak yerine çok kısa bir
süreç içerisinde birbirlerini yiyip bitirirler.
Fitne, fesat ve bozgunculuk mezaliminden kendilerini
kurtaramaz.
Terörün çeşitleriyle kendi kendini sonlandırır.
***
Denilebilir ki;
Siz öyle diyorsunuz da bugün emperyalist batı dünyası ile
siyon dünyasının yeryüzündeki hâkimiyeti nedendir?
Oysaki onların içinde çok büyük mezalimlikler var, ahlaki
çöküntüler var, fesat ve bozgunculuk var, zulüm var.
Şu halde oldukça güçleniyorlar, oldukça yüceliyorlar ve
yeryüzünde söz sahibi oluyorlar.
Mağlup düşen diğer tüm devletler ise onların hükümranlığı
altına giriyorlar ve girmeye de devam ediyorlar.
Göründüğü gibi emperyalist haçlı ülkelerde; kişisel
demokratik özgürlüğü sapkınlık, ahlaki çöküntüler, kötü alışkanlıklar, batı
dünyasında kişisel hayat tarzı olmakla beraber onlar için olağan bir yaşam
biçimidir.
Bu soruya karşı denilebilinir ki;
Evet, geçici olarak doğrudur, kabul edilebilinir diyelim.
Ancak bu da bir gerçektir ki onların böylesine taşıdığı
gayriahlâkî durumlar, bizim İslam dünyasına yakıştırılamaz.
Zira onlar tüm bu insanlık dışı rezilliklerle beraber,
kendilerini teknolojiden, bilimden, çalışmadan ve kültürel hayatlarından hiçbir
zaman vazgeçemezler.
Yani elini kolunu bağlayıp da işlerini rastlantıya
bırakmazlar.
Diğer bir deyimle “Armut piş, ağzıma düş” demezler.
Böyle olunca Allah’ın koymuş olduğu kanun gereği
paralelinde hareket etmiş olurlar.
Amma biz İslam dünyası olarak tam tersine refah ve
mutluluk içerisinde yaşam tarzını biçimlendirdiğimizde büsbütün yoldan
çıkıyoruz, ilme, teknolojiye, çalışmalara pek önem vermiyoruz, yolumuzu
şaşırıyoruz, birbirimize düşüyoruz.
Sen-ben kavgası çıkarıyoruz.
Irkçılık ve ötekileştirme uygulamalarına giriyoruz.
Netice itibariyle de elimize sıfırdan başka bir şey
geçmez oluyor.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Bir ülkenin bünyesinde gizliden gizliye devlet eliyle
zulmün adına adalet ve hukuk denilirse, hak ve hukuku batılla karıştırırsa,
fesat, bozgunculuk ve terörizmi barışa benzetirse ve aynı zamanda toplumu da bu
şekilde batıl ve yanlış yollara ikna ederek, bu felsefe doğrultusunda
yandaşlarını çoğaltırsa, o toplum, o ülke, o devlet, hiç ama hiçbir zaman bir
yerlere gelemez.
Bu varsayımla böyle bir hayat biçimlendirilmesi durumuna
giren ülkeler, milletleriyle, devletleriyle, bireyleriyle kendilerini Allah’ın
intikamcı sıfatına karşı koruyamayacak duruma gelirler…
Zira kâinatı hiç olmaktan varlığa getiren yaratıcı olan
Allah, kâinat içerisinde değişmeyen kanunlarının gereği olarak bunları
yaratıyor ve uyguluyor.
Taaa ne zaman ki o toplumlar o kirli halet-i
ruhiyelerinden vazgeçip, içi doldurulmuş gerçek kavramlarla donatılıncaya
kadar…
Yani hakkı hak olarak, adaleti adalet olarak, batılı
batıl ve zulmü de zulüm olarak tanıdığı zaman ve ondan kendini koruduğu zamana
gelinceye kadar…
Yoksa hiçbir devlet, kendi kendine Karunlaşmış haline
güvenmemelidir.
* * *
Örnek vermek gerekirse;
Biz bir İslam topluluğu olarak, İslam ümmeti olarak, bu
yüce dinle hidayete geldik, dinimizin ana kural ve gerçekleriyle yaşadıkça,
izzet ve şerefle büyük bir İttihad ve ittifak ile yeryüzüne hükümran olduk...
Hiç bunun şüphesi yok.
Amma “Görünen köy kılavuz istemez” misali, biz dinimizin
tüm kural ve kaidelerini geriye bıraktığımız zaman, şehvani arzulara düştüğümüz
zaman, ahlak dışı alışkanlıklara saptığımız zaman ki bugün bu hali
yaşamaktayız.
O zaman beklenen badireler çok kısa bir zamanda bizi
yakalayacaktır.
Ve nitekim yakalamıştır da.
İslam dünyasının mevcut perişanlığı, hali pür melali,
bize zaten bunu anlatıyor ve her şeyi de bize yaşatıyor.
Yüce İslam Peygamberi Efendimiz (s.a.v), bir Hadis-i
Şeriflerinde şöyle buyurmuştur;
“Benim ümmetim istikametli, doğru yolda seyrettiği
müddetçe, Allah tarafından ona biçimlendirilen ömür bir gündür”
Kur’an deyimiyle bir gün; bin senedir.
Eğer tam tersine istikametini bozarsa, benliğinden
düşerse, tarihini, inancını, kültürünü unutarak hayvani zevklere dalarsa, kirli
şehvani arzulara saparsa, adalet yerine zulmü tercih ederse, Allah yerine
şeytanı tercih ederse, tüm günlük hayat akışlarını tersyüz ederek yollarına
devam ederse, o zaman onun ömrü yarım gün olur.
Yani beş yüz sene olur.
Toplumlara ve devletlere ömür biçme şekli de bundan
ibarettir.
Hele hele içinde bulunduğu sistem gereği ilmi cehalete,
medeniyeti vahşete, adaleti zulme benzetip de onunla yaşamını biçimlendirirse,
bir de dışa bağımlı bozuk bir medyanın yönlendirmesiyle kendini yönlendirirse,
o zaman beklenti tamamen sıfıra düşer.
En derin saygı ve sevgilerimle.