TOPLUMSAL BUHRAN, NEREYE KADAR?! (III)
Ne yazık ki, meçhullerdeyiz! Ne çözüm üretebilen samimi bir siyasi irade, ne de yanıt verebilen şeffaf bir anlayış var? Ve ne de; toplumun bütünlüğüne meyil eden, yerli ve milli bir sistemin işleyişi. Her şey ama her şey muamma libası altında seyrediyor! Ki, yaşananlar bugüne özgü değil; bugün maruz kaldıklarımız geçmişin birikiminin infilakıdır?
***
“Görünen köy kılavuz istemez!” Yaşanan ve yaşatılanlar bariz bir şekilde orta yerde seyrediyor. Biliyorum, biz bunları dile getirdiğimiz için, birilerinin zülfüyârına dokunduğumuz için, alınan, gocunan, tepki gösteren vardır! Olsun. Biz ilk gün, kalemi elimize alıp, düşüncelerimizi ifade etmeye başladığımız gün itibariyle, kırmızıçizgimiz hep şu olmuştur…
***
“Gerçeklerin, hakikatlerin, doğruların, mazlumun, çaresizin, garibanın” yanında olacağız, haksızlıkların, hukuksuzlukların, yalanın, dolanın, rüşvetin, suiistimallerin, hırsızların, devlet malını yiyenlerin de karşısında olacağız! Yani hiç bir şekilde; “dilsiz şeytan” olmayacağız! Ki bugüne kadar dile getirdiğimizin bilaistisna tümü kaynaklıdır?
***
Ne dün, ne bugün ve ne de yarın, ömür el verdiği sürece ağzımızdan dökülen hiçbir sözcük, kalemin ifade ettiği hiçbir cümle, kaynağı olmadan dile getirmeyeceğiz! Ki bizim kaynağımız da, düsturumuz da, iman meşalemiz de, Kur’an-ı Kerim’dir, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in(S.A.V) hadisleridir. Ve tabi ki, büyük ulemaların söylemleridir.
***
Onların ışığında, onlardan aldığımız ilhamla yazıyoruz! Yoksa, laf olsun torba dolsun mahiyetinde, ülkenin ve milletin meselelerine bakıp, dillendirmiyoruz! Çünkü yaşanan her olumsuz hadise bizi üzüyor, yaşanan her olumlu mevzu da bizi sevindiriyor… Mevcut hal-i vaziyet bizleri üzdüğü içindir ki; günlerdir seri şekilde ülkenin ve toplumun kanayan meselelerini dile getiriyorum!…
***
Ve diyorum ki! Şu an toplumun en büyük ihtiyacı, ivedilikle çözüme kavuşması gereken temel meselesi, “şiddetin, küfrün, nifakın” giderilmesidir? Sosyal, siyasal ve ekonomik buhrandan kurtarılmasıdır? Huzurun ve güvenin, istikrarın teminine yönelik tarihsel bir mücadelenin sergilenmesi gerektiği gerçeğidir..
***
Bunun reçetesi de, yol rehberi de, “Kur’an-ı Kerimin hükümleridir.. Ayetlerdir.. Ve Hadislerdir.. Bin yıllık tarihimizdir, kültürümüzdür, medeniyetimizdir ve ulemaların mübarek tavsiyeleridir.. Yani; aba ecdadın mirasıdır.. Milletin A’dan Z’ye kadar ihtiyacı bunadır…
***
Ve diyorum ki.. Herkes bu ihtiyaç içerisinde kendini hissetmelidir.. Ülkede yaşayanların, soluk alanların nerdeyse yüzde 99’u Müslüman.. Kaldı ki, Müslüman demek Kur’an-ı Kerim’in hükümlerine inanan ve ona bağlı kalan, onunla yaşayan demektir… Hadis-i Nebeviye inanmaktır…
***
Ama gel gör ki; yaşamıyoruz! Türkiye İslam ülkesi diyoruz, ama İslam’ı sadece “bireysel ibadet” olarak görüyoruz.. Devletin üç temel taşı olan, Yasamada, Yürütmede ve Yargıda vaki mi İslami bir hüküm? Beri yanda, toplumun günlük hayat akışı içerisinde, ortaya konulan kültür, İslami bir kimliğe sahip mi? Zerre-i miskal değil…
***
Mevcut kültür, mevcut yaşam biçimi şiddet meyilli, insani, vicdani ve rahmani tüm duygulara karşı, ahlaka ve insanlığa karşı… İslam’ı inkâr eden, İslam’ı gerici gören, İslam’ı çağlar öncesi ifade eden; ithal edilmiş gayriahlaki bir kültürün hükümranlığı ve baskısı söz konusudur… Hal bu iken, kim ulvi ve kutsal değerlere yönelebilir ki?
***
Şöyle çarşı, pazara bir bakın! Genç kızlar, “cinsellik podyumuna” çıkmış, tüm mahrem yerleri dışarıda... Neymiş çağdaş yaşam bu imiş? Vücudunu teşhir etmek.. Belki ağır bir ifade olacak sanırsınız ki, haraç- mezat satışa çıkarılmış bir anlayış ve kültürle genç kızlar sokakta, çarşıda, pazarda, kafelerde mekân turluyorlar!
***
Vaziyet bu iken, sormak gerekmez mi “İslam’ın neresinden yürüyoruz?” İslam bu değil ki. İslam’ın esasları, kuralları imanın altı şartına bağlıdır. O altı şart nedir; Allah’a inanmak, Peygamberlerine inanmak, Kitabına inanmak, Meleklerine inanmak, Kıyamet gününe inanmak, kaza ve kadere inanmak.
***
E inanmıyorsa zaten Müslüman olmuyor. Müslüman olmayınca da onlarla zaten işimiz yok. Eğer ki Müslüman olduğumuzu ifade ediyorsak, Kur’an-a iman ediyorsak o zaman hep beraber, içine düşülen bataklıktan ve ahlaki erozyondan kurtulmak için mücadele vermemiz gerekir..
***
Ancak o mücadele yok!?. Sorsanız, klişeleşen bir ifade... Herkes “Ben inanıyorum, ben Müslüman’ım” der… Ama gel gör ki ailesine baktığınızda, eylemine baktığınızda hiç de İslam’a yakışmayan hal ve hareketler içerisinde… Vaziyet karşısında Müslümanlık nerede, toplum nerede demek zorunda kalıyorsun? Biri vadinin bir kenarından öbürü ta diğer kenarından yürüyor.
***
Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyorum! Özellikle toplumun ahlaki değerleri açısından.. Burada, görev en başta iktidarlara düşüyor. Diyanet İşleri Başkanlığına düşüyor... Diyanet’in vazifesi nedir? Diyanet İşleri Başkanlığı siyasete karşı ayağını yere vurarak; “Bu millet Müslüman’dır, Müslümanlığın kural ve kaideleri de budur, bunun dışına çıkılırsa Müslümanlıktan da çıkılmış olur.”
***
Peki bunu söyleyen bir makam, mevki ve yetkili var mı?! Diyanetten böyle bir çıkış bugüne kadar söz konusu olmuş mu? Hayır.. Ceketini ilikleyip el bağlamak herkesin kârı olmuştur.
Mevcut durum karşısında, Diyanet İşleri Başkanlığı görevini layıkıyla yapmıyor diyebiliriz… Müftülüklerdeki görevlilerin de halleri hiç iç açıcı değil. İmamlarımız aynı şekilde, vaizlerimiz yine aynı şekilde.
***
Sağcı görünen ve inanan bir iktidarın hareketleri hiç de İslam’a uygun değildir. Sadece lafla “Ben Müslüman’ım” demek bu kadar ucuz olmamalı?! İnanın ki bu beyanın bir vergisi, ücreti, maddi bir karşılığı olmuş olsaydı; “kimse ben Müslümanım” bile demezdi?!.. Çünkü geldiğimiz merhale ve toplumdaki yozlaşma vahimin de ötesinde bir hali içeriyor…
***
Müslüman bir ülkede yaşama hali sadece füruatla olmamalıdır. Sadece bireylerin yaşadığı bir İslamiyet, İslamiyet değildir. İslamiyet bir hayat faktörüdür. Kur’an’ın bütün gerçeklerine inanarak yaşamak halidir. Bakıyoruz ki yüzeysel bir hal yaşanıyor. İslam hükümleriyle kimse bir türlü paralellik arz etmiyor. Allah sonumuzu hayreylesin.
***
Kim ne derse desin; kendi kendimizi aldatıyoruz. Zira mevcut sisteme, rejime, Kemalizm’e, laikliğe inanmış bir millet haline getirildik. Velev ki istemesek dahi mevcut sistem bunu bize yaşatıyor, dikte ediyor…
***
Madem öyleyse camimiz var, cemaatimiz var, bunlar nerede kalıyor? “Kalsın bir şey olmaz.” Nasıl olsa şekli bir görüntüdür. Gerçek anlamda İslam’ın manası taşınsaydı, İslam’ın ana hükümleri, Kur’an’ın hükümlerine dayanarak bunlar uygulanacaktı. Hatta devlet tarafından, yönetim tarafından millete uygulatılacaktı.
**
Veyahut millet, demokrasiyi kullanarak hükümete diyecekti; “Sen benim milli irademi istedin ben de sana verdim. Benim milli iradem İslamiyet’tir ve İslami hükümlerin uygulanmasıdır.” Onun için ne yapmak gerekiyorsa, bunu devletin uygulaması gerekiyor. Şekli bir İslamiyet olmaz. Bu itibarla memleket gittikçe hayal kırıklığına uğruyor. Mesela siyasi hizipçilik. CHP, HDP zaten oy alamıyor, iktidara getirilmiyor.
***
Ancak Müslüman geçinen partiye oy veriyor halk. Onlar da sadece şekli. İşini iş ettikten sonra dönüp tekrar millete selam bile vermiyor. Aldatmacalar, kandırmacalar, yalan söylemelerin sonu nereye varacak?
***
Her zaman söylüyoruz gidişat hiç iyi değildir, hiç de iç açıcı değildir. Millet de bunu çok iyi biliyor. Fakat yapacak başka bir şey de yok. Yekvücut şekilde İslam’ın, Kur’an’ın hükümlerini millete enjekte edeceksin ki “ben buyum” diyeceksin, “bu olmazsa kabul etmiyorum.”
E bunu da kimse yapamıyor, sihirli bir değnek de yok ki düzelsin her şey bir anda.
Millet de kara kara düşünüyor ve beklemeye devam ediyor.
Allah encamımızı hayreylesin.
En derin saygı ve sevgilerimle.