TOPLUMSAL ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜN KEMALİ?! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dün hicri yılımızın 1443. Yılını kutladık.

Hicret, yalnız İslam dünyası için değil, tüm insanlık için büyük bir güvendir, güvencedir, bir kurtuluş ümididir ve bir milattır...

Zira dünya kurulduğundan beri gelip giden Peygamberler silsilesi içerisinde Tevrat, İncil ve Zebur’u toplumlara aşılayan Peygamberlerin miatlarını tamamladıklarından dolayı yepyeni bir medeniyet, yepyeni bir insanlık cibilliyetini insanlığa kazandıran bu hicret; küfrün, inançsızlığın, ahlaksızlığın, putperestlik cehaletinin, inkârın her türlüsünü ortadan kaldırmış, bir tarihin ana hedefidir.

Ve temel direğidir.

Nitekim bu itibarla Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan dahi dün hicret takviminin tarihini kutladı.

Bu nedenle Cumhurbaşkanımızı kutluyor, tebrik ediyoruz ve Allah razı olsun diyoruz.

Bize göre bu da Türkiye için bir aşamadır, yeni bir yaşamdır...

Zira cumhuriyetin kuruluşundan beri bırakın hicri takvimi anmayı, devletin en zirvedeki resmi sıfatı tarafından dile getirilip müjdelemesini, tam tersine hangi devlet büyüklerinin taşıdığı sıfat altında haddine mi, hicretten bahsedebilsin, tebrik edebilsin.

Bırakın tebrik etmeyi dile bile getirmemişlerdir.

İşte Cumhurbaşkanımızın, onlarla arasındaki fark budur...

Ki bu fark, çok büyük bir farktır.

Yalnız bu mudur?

Hayır, yalnız bu değil.

Bir de Ayasofya Cami-i Kebir’in 86 yıl aradan sonra “ibadete” açılması da bize göre hicret gibi bir milattır.

Tüm İslam dünyasına kazandırılmış yeni bir medeniyet başlangıcıdır.

Elbette ki bu da Cumhurbaşkanımızın çabasıyla olmuştur.

* * *

Ne var ki dünkü yazımızda da belirtmiştik.

Türkiye ve tüm İslam dünyası, İslamsız bir yaşam tarzında yürüdüğü için, ne hazindir ki çürümüşlüğün son safhasını yaşıyor...

Vahim bir seyir var...

Dünkü sohbette, şuna dikkat çekmiştim...

“Ba’del kemali zevalün”

Yani, “Kemalden sonra zeval kaçınılmazdır

Türkiye dâhil olmak üzere tüm İslam dünyası, batılılaşmakta son safhayı yaşıyor.

Giyim kuşamından tut, özellikle genç kadınların diz ve bacaklarını gösteren yırtık kot pantolonlarına kadar…

Saç ve vücutlarını damgalamalarına kadar…

Gece hayatını dışarıda geçirmelerine kadar…

Alkol, şişe devirme, uyuşturucu, fuhuş, zina vs.

Tüm bunlar batılılaşmanın “akıttığı” zehirdir...

Ki artık yaşamın vazgeçilmez temel unsurları haline gelmiştir.

Milli ve yerli, örf ve adetlerimiz, gelenek ve göreneklerimiz tamamıyla olmasa bile yüzde 80’i yok edilmiştir.

Tüm bunlarla beraber son zamanlarda zincirleme olarak genç kızların öldürülmeleri, ölü bulunmaları ve devletin, bakanlığının bu genç kızların katillerini yakalayıp kamuoyuna deşifre edememesi, apayrı bir garabet olarak, karşımıza çıkmaktadır...

Ne oluyoruz diye?

Aslında bu saydıklarımız, bozulmuşluğun temel göstergesidir.

Denir ya, “Kimi kime şikâyet ediyorsun?..”

Çünkü devlet, iktidar ve bakanlıklar, toplumu rahatsız eden böylesine oluşumlara büyük bir suskunluk içerisinde görünmektedir...

Sanki, görmezlikten geliniyor..

Ki bu tavır da gerçekten düşündürücüdür.

İster demokrasilerde olsun, ister liberal demokrasi veya komünizm olsun...

Kısacası, hangi rejim olursa olsun…

O rejimlerin ana hedefleri ve temel stratejileri; halkına toplumsal bir güven, huzur ve mutluluğu yaşatmasıdır.

Bu da devletin önemli kurum ve kuruluşlarının vazgeçilmez anayasal hükümleri içerisindedir.

Ama “Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle yola çıkarsak, saydıklarımızın hiçbiri de normal demokratik bir rejimde yaşanmaması gerekirken yaşanmaktadır...

Dedik ya “vahim gidişat” düşündürücüdür..

Özellikle, çağdaş medeniyet seviyesine tırmanan ve nerdeyse dünyaya meydan okuyan bir Türkiye’nin varlığı söz konusu iken...

Pek tabi ki, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın maddi ve manevi yöndeki ihlâslı, ciddi çalışmaları orta yerde iken...

Türkiye’de böylesi şeyler yaşanması gerçekten toplumsal bir yanlışlıktır diye düşünüyoruz.

Bu itibarla fırsat kaçırmama pahasına olsa dahi yepyeni bir Türkiye’nin gelişmesi, oluşması kaçınılmazdır artık!...

Hatta bize göre mukadderdir.

Eğer ki bütün dünya stratejik hedefleri arasında en başta hedefine ulaşmış, ilerlemeyi yakalamış bir Türkiye olmak istiyorsak…

Öncelikle, hicretin sahibi ve gerçek önderi olan Hz. Muhammed (S.A.V)’in getirdiklerini topluma yaşatmak gerekir...

Toplumda yeni filizleri yetiştirme çabası için mutlak bir surette bayatlamış, kokuşmuş, ilmi değerlerden uzak sekülarist bir anlayışla kurulan eğitim sisteminin lağvedilmesi şarttır, elzemdir.

Zira toplumun temel taşı ve geleceğin müjdeleyicisi olan körpe dimağlı gencecik evlatlarımızı Kur’an terbiyesiyle yetiştirmemiz gerekir.

İşte Cumhurbaşkanımız hicreti anarken, bu anlattıklarımızla bize göre hicretin ruhuna uyma halidir ve olmazsa olmazıdır.

En derin saygı ve sevgilerimle.