TÜRKİYE’DE FİTNE VE MUZUR UNSURLARIN VARLIĞI!
Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten, ülkemiz; "bilinçli ve kasıtlı"
olarak haince içten vuruluyor.
Dün Diyarbakır, Siirt, Hakkari.
Kısacası Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun önemli
bölgelerinde meydana gelen Polis, asker ve terörist çatışması had safhaya
vardı.
Yine Diyarbakır’da 2 Polis şehit, 3 polis yaralı.
Son dakika olarak düşen habere göre Hakkâri’de askere
mayın tuzağı kurulmuş, şehit düşenler var, yaralılar var.
Siirt’te şehir içindeki çatışma, Diyarbakır’da yine aynı
şekilde…
***
Şimdi, sevgili okurlar.
Objektif ve adil bir gözle olaylara bakıldığında, ne
yazık ki bu ülke çok farklı şeylerle karşı karşıyadır.
Polis ve asker teröristlere karşı tabiri caizse iğneyle
kuyu kazarcasına zor imkânlarla, mücadele ediyor.
Zira terörist önemli çapta rahatlıkla roket atabiliyor,
polis ve askeri şehit düşürebiliyor.
Kim ölürse olsun; teröristin umurunda değil.
O'nun için mühim olan "eylemin"
gerçekleştirilmesidir.
Ama polis ve asker, şehir içinde masum ve sivil halka
"zarar gelmesin" diye rasgele ateş açmıyor.
Polisin ve askerin bu fedakâr çalışmasına karşı, ne yazık
ki devlet, iktidar, hatta TBMM yani çoğulcu demokratik parlamenter sisteminin
mensupları, hep bir ağızdan haykırarak çözüm yerine, “Demokrasi, demokrasi,
demokrasi” yine de “Demokrasi” diyor.
Masum insanların canları pahasına olsa bile…
Mühim olan masum insanların kurtarılması değil, mühim
olan batı dünyasının terör lehine İslam dünyası üzerine damgaladığı
"demokrasi putunun" yaşatılması ve korunmasıdır.
Velev ki polis de olsa, velev ki asker de olsa, masum
sivil halk da olsa, aman ha çok dikkatli olun “Demokrasi”ye halel gelmesin…(!)
Yani toplumsal huzurun sağlanması ve korunması yerine,
nerede ise demokrasi adı altında "teröre göz yumar" noktaya geldi.
Yaman çelişkilerle karşı karşıya kalan devlet, ne yazık
ki terörle başa çıkamıyor.
Önlenemiyor ve sonu kesilemiyor.
Zira “Demokrasi” dedik ya o her şeyi bitirir.
Ki bu, toplumun parçalanmasına, bölünmesine mal olsa dahi
yine dış mihrakların ferasetle göstermiş olduğu "demokrasi putunu"
koruma ve kollama görevi her şeyden üstün tutulmaktadır.
Bu da halkın gözünden kaçmıyor.
Halk, toplumsal bir huzur ve sükûnet isterken, her zaman
tam tersine huzursuzluk, kargaşa ve terörle karşı karşıya olduğunun umurunda
bile değil.
***
Dün Cumhurbaşkanının son demecini okudum.
Diyor ki Cumhurbaşkanımız;
“En büyük tehlikeli düşmanımız; PKK’dır…”
Milletin gözleri aydın olsun, milletimize günaydın
diyelim.
Bu daha yeni fark ediliyorsa vay bu milletin haline!
Ne yazık ki resmi ağızlar, resmi dil, cesaret edip de bir
türlü gerçekleri söyleyemiyor.
Kozmopolit bir siyasetle bu memleket hiçbir zaman bir
yere gidemez.
Netlik kazanamayan bir politika hiçbir zaman toplumsal
başarıyı yakalayamaz.
Açık yüreklilikle ifade edilmeyen kavramlara açıklık
getirilmiyorsa, o ülke hiçbir zaman kendini tehlikeden arındıramaz.
Sözün kısası; ne diyelim?
AK Parti son dönemlerinde, yani 2011’den sonra milletin
sevgisini, milletin bağlılığını, milletin güvenini ne yazık ki yitirmiş
durumda.
Halk 2011’den evvel bu partiye hangi gözle bakmışsa,
2011’den sonra da her gün biraz daha güvensizlik söz konusudur.
“Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle yola çıkarsak,
devlet büyüklerinin demeçleri ve resmi dil, zaten kendini ele veriyor.
Bu nedenle AK Partinin samimi bir politika
yürütemediğinden dolayı, her gün biraz daha nefret gözüne mahkum oluyor.
* * *
Örneğin; önceki gün her nedense ansızın televizyonu
açtım..
Karşıma ATV ekranı çıktı ve Kertenkele dizisini izledim.
O Kertenkele dizisi açık ve net olarak İslam dinini
tezyif ediyor, ibadetin parolası durumunda olan namaz ve ezana yapılan
küçümseme her şeyi bariz bir şekilde gösteriyor.
Bir zamanlar PKK militanları, bundan kaç sene evvel
namazı cemaatle kılan camilerdeki cemaatle alay ediyorlardı, hakaret
ediyorlardı ve Türkiye’de dillere destan olmuşlardı.
Cemaatle kılınan namazı küçümseyerek alay ediyorlardı ve
halkın nefretini kazandılar.
Ama bir seneden fazladır Türkiye’nin göbeğinde basın
özgürlüğü adı altında ATV ekranlarında yayınlanan Kertenkele dizisi büyük
yüreklilik (!) göstererek, yüce İslam dinini, namaz kılan cemaati, imamlık
yapan imamı açık ve net olarak küçümsüyor, hakaret ediyor ve İslamiyet’e
yönelik karalama yapıyor?
Bu bir skandaldır.
Bu hal, PKK'nın yıllar önce, İslam'a yönelik yaptıkları
alaylı hareketlere taş çıkartıyor.
Toplumun yüzde 99’u Müslüman olduğu halde, cemaate,
imama, Kur’an ayetlerine hakaret ediliyor.
Açık ve net olarak İslam’la alay ediliyor.
İktidar dâhil olmak üzere resmi dil cesaret edip de buna
itiraz etmiyor ve göz yumuyor.
Deyim yerindeyse adeta bu diziye göz kırpıyor iktidar.
İnanın bu dizi Avrupa’da veyahut Batı dünyasının herhangi
bir devletinde yayınlanmış olsaydı, İslam dünyası ayaklanmıştı.
Ama Müslüman Türkiye’de (!) yayınlanıyor, kimseden ses
seda çıkmıyor.
Bu halk, böyle çirkin olayların karşısında iktidar
partisine güvenerek nasıl oy verebilecek ki artık?
* * *
Tüm bunları bırakıp, bir de tarihe göz atalım.
Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri'ne, Risale-i Nur’u
yayınlarken, dönemin Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan
iddianamede, bir dizi iftiralar yazılmış.
Dayanaksız, hakikatten uzak, bir iddianame!..
Tabii Üstat Bediüzzaman Hazretleri, o iddianameye itiraz
dilekçesi veriyor ve mahkeme, o dönemin diliyle ehl-i vukuf denilen bilirkişiye
havale ediyor.
İnceleyen bilirkişi Doktor Duzi’nin yazdığı ifade aynen
şöyledir;
“Muzur eserlerini okuyanlar, fikir özgürlüğü ve ilim
hürriyeti ilkeleriyle karşılanıyor da neden Kur’an hakikatlerini ifade eden
Risale-i Nur’u okumak suç sayılıyor” diyerek rapor yazıyor.
Bu raporun muhtevasını yarın size aktaracağım.
Ama sözün kısası;
İktidar partisi nerede ise bu hal ve tavırlarıyla teröre
karşı devleti hep zafiyete düşürme yanlışlığı içerisindedir.
Her taraftan şehitler geliyor.
Ama terör oldukça azıyor.
En derin saygı ve sevgilerimle.