TÜRKİYE’DE NELER OLUYOR?!!

Evet, sevgili SÖZ okurlarımız.
Hakikatten;
"Türkiye'de neler oluyor?"
Çünkü öylesine büyük çapta belirsizlikler içerisinde yürüyen bir Türkiye var ki, der demez insan; “TÜRKİYE’DE NELER OLUYOR?” sorusunu sormaktan kendini alı koyamıyor?
Yıllar yılıdır, başını "çeşitli terör olaylarından" kaldıramayan, büyük çapta "ekonomiksel kayıp ve iktisaden" sıkıntılar yaşayan bir Türkiye!
İşte "bu sıkıntılı" evreleri atlatmak için; masum insanların dökülen kanları, annelerin dökülen gözyaşlarını unutmak için, Türkiye iki yıldan beri ortaya koyduğu “Barış Süreci'yle” yol almaya çalışıyor.
Hiç kuşkusuz ki bu süre içerisinde, faili meçhul cinayetler büsbütün olmasa dahi nispeten bir önceki dönemlere ve olaylara oranla hemen hemen yok sayılabilecek noktadadır.
Huzur var, istikrar var, güven tesisi var.
Ki halkta "ortamın!" feyziyle, toplumsal olarak gerçekten bu sağlanacak barışı "dört gözle" bekliyor.
Ama ne var ki; Türk siyaseti bir türlü barışın yaş rüştüne kendini erdirmiyor.
İdrakine varamıyor.
Adeta kendini yönetemez duruma düşmüş bir siyaset üretiliyor.
Her kafadan bir ses çıkıyor.
Muhalefet “bu barış gerçekleşmesin” diye çeşitli bahanelerle engel teşkil ediyor.
İşte, bu çaresizlikler içerisinde kıvranıp duran iktidar, ne kadar iyi niyetli davranırsa davransın, bir türlü beklenen noktaya "süreci ve güven tesisini" getirtemiyor.
***
 
Tüm bu olup bitenlerin yanı sıra son zamanlarda “Özgecan” olayı başta olmak üzere her gün görsel medya ve yazılı medyada yer alan kadın cinayetleri, kadına yapılan işkenceler ve ulusal medyanın sitelerine düşen kadın kaçırmaları…
İnanın bu olaylar zincirinin bitmemesi, tükenmiyor olması, devletin 50 sene boyunca yaptığı terörle mücadele biçiminden daha büyük tarzda, "toplumsal tahribat" yarattığı gibi, başını da fena eğirtiyor.
Ve toplum büyük bir dengesizlik ve şuur kaybı yaşıyor.
Sözde okumuş kesime bakın!
Gençlik ha keza!
Bilaistisna, nerede ise hepsi "kendi kendine intihar etme ahlaksızlığını" çare olarak görüyor.
İşte gün geçmiyor ki; "şiddet, kan ve gözyaşı içeren" bir olay yaşanmasın.
Peki, toplumu "benliğiyle" birlikte, dejenere eden, ahlakı yoksun bırakan etkenler nedir derseniz?
Önceki yazılarımda da ifade ettim.
Eğitim ve öğretimin yansıra bir de; "pembe" diziler.
Çünkü görsel medyada yayınlanan diziler, yeni yeni tecavüzlere neden oluyor?
Adeta gençliğin zihnini kazıyor ve birçok yönüyle olup bitenler ailelerin başına geliyor ve nice aileler, bu ağır faturaları ödüyor.
***
Evet, bunun yegâne sebeb-i mucibesi de kesinlikle içi yontulmuş, demokrasi gibi, devlet ağzının kullandıkları boş kavramlar sebep oluyor.
Yani; Demokrasi, hukukun üstünlüğü, çağdaşlık, Kemalizm, laiklik vs. vs.
Daha bir önemli kavram varsa ve onu da eklersek, katmerleşmiş olayların varlığı da mevcut anayasa ve yasalar olur?
Şöyle ki sosyal medya üzerinden dizileri takip eden gençlik, uyuşturucu kullanma ahlaksızlığından tut, fuhuş, aldatma ve mesajlaşma, nerede ise ortaokul çağından başlamış, hatta ilkokul öğreniminden başlamak üzere çocuklar dahi bu edepsizliklerle zihinleri boyanıyor.
Ana baba ne yapsın.
Her gün “Yeni bir Özgecan” olayları tazeleniyor.
***
Dünkü Diyarbakır Söz Gazetesinin birinci sayfasında “YENİ BİR ÖZGECAN MI” başlığıyla şu haberi okuduk:
“Diyarbakır’da ev sahibinin bir aydır kendisine ulaşamadığı kiracının kaldığı daireye çilingir yardımıyla girmesi sonrası, ölü halde bulunan Adile Öztürk cinayeti esrarını koruyor.
Mardin Kızıltepe nüfusuna kayıtlı olduğu öğrenilen Öztürk’ün yaklaşık üç ay önce Diyarbakır’a geldiği ve arkadaşları aracılığıyla ölü olarak bulunduğu bu evi kiraladığı öğrenildi.
Komşuların evde tek başına kaldıklarını belirttikleri Öztürk’ün öldürüldüğü, ev sahibi Mehmet Alınteri’nin bir aydır kendisine ulaşamaması üzerine bir komşusu ile çilingir yardımıyla eve girmesiyle ortaya çıktı.
Öztürk’ün cenazesi otopsiye alınırken, polis gizemli cinayeti aydınlatmak için ev sahibi ile Öztürk’ün ev kiralamaya giderken yanında bulunan bir arkadaşını sorguya aldı”
İşte aynı haberin altındaki resim.
Kadınlar topluluğunun yaptığı yürüyüşte ellerindeki pankartlarda şu yazılar var;
“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”
“Ahlaki çöküntüye hayır”
“Namus emanettir, emanete sahip çıkalım”
Diyarbakır’da Müslüman Kadınlar Platformu üyesi Özgecan Aslan’ın öldürülmesini ve kadına şiddeti yürüyüşle kınadı.
Platform üyesi Hatice Demirhan, “Devletin bütün yetkili makamlarından bu şiddet vakalarına son verilmesi için ödüllendirici değil, caydırıcı yaptırımlar uygulamalarını istiyoruz” dedi.
* * *
Evet, bu mesajlar çok önemlidir.
Ama kime?
Tabii ki anlayana…
Tabiri caizse demokratik, çoğulcu parlamenter sistemi içinde bulunan iktidar olsun, muhalefet olsun…
Halkın emanetini bize göre yerinde kullanamıyorlar.
Milli irade paralelinde bir türlü adım atılamıyor.
İnanın, mevcut sistem ve rejim hala da CHP’nin 1923’ten sonraki dar bir çerçeveye sıkıştırılan ve Osmanlı mirası durumunda olan bir Türkiye, neredeyse erimek üzere hep kötülüklere doğru gidiyor.
Halk oldukça ümitsizlikler içerisindedir.
Halkın inancı, örf âdeti, tarihi, kültürü, terbiyesi paralelinde değil, tam tersine batılaşma adı altında içi boşaltılmış kavramlarla kendi kendini teselli ederken, halkı da deyim yerindeyse morfinleştiriyor.
Batıl ve yanlışların morfiniyle uyuşturuyor.
Kamuoyu onlara şu şekilde sesleniyor;
“Artık yeter.
Kendinize gelin beyler.
Bu memleket ne zamana kadar boş kavramlarla yönetilecek.
Ha bire TBMM’nde kavgalar çıkıyor.
Tekme tokat, yumruk yetmiyor bir de bıçaklar kullanılıyor.
***
Şahsen internet sitesinde gördüğüm;
Suriyeli yaşlı bir kadın, ama nasıl bir kadın?
Tam âlime, Kur’anı manasıyla, lafzıyla ezbere bilen ve okuyan bir kadın.
70-80’lik bir nene.
IŞİD’in militanlarıyla konuşarak, hem ağlıyor hem de onları uyarıyordu.
Ve Arapça konuşuyor.
“Huve ve entum.
Esed’i kastederek, hem Esed hem siz doğru yoldan sapmışsınız diyor,
Bir ülke yok oldu, nice ocakları söndürdünüz.
Siz de Esed de Allah’tan uzaklaşmışsınız”
“İrci’u irci’u irci’u illallah”
“Sizi uyarıyorum bir an evvel Allah’a rücu edin.
Siz Allah’a rücu etmezseniz, yok olup bitmeye mahkûm olacaksınız?” diyordu.
İşte o yaşlı ninenin bu haykırışı, bugün Türkiye’mizde de olmalıdır.
Ama Türkiye’de böylesine okumuş, hayatını Kur’an ilmiyle geçirmiş ne böyle yürekli bir kadın var, ne de erkek var?
Bu anayasanın içinde dercedilmiş olan boş kavramlarla ülke yönetildiği müddetçe, ne millet ne de ülke kirlenmelerden, bunalımlardan, kadın cinayetlerinden, gençleri sarhoş olmaktan kurtaramayacak?
Ki vaziyeti vahim!
* * *
Lozan belasının bir eseri olarak Laik, Kemalist bir Türkiye nereye gidiyor?
Bu soruya cevap, Osmanlının son devrinin Şeyhülislam’larından merhum Mustafa Sabri Efendi’nin Mısır’da te-lif ettiği dört ciltlik bir kitabın 1. Cildi’nin 5. sayfasında şöyle yazıyor;
“Doğu’da ve Batı’da bulunan ey Müslüman kardeşlerim!
Ve Osmanlı’dan ayrılan, küçük devletçiklere bölünen ey ümmet!
Dün cihangir bir devlet iken ne oldu da ansızın dünyamızı da kaybettik, ahiretimizi de kaybettik”
“Bakeyna el’uvveten”
“Biz üç büyük devletin elinde oyuncak olduk.
İngilizler, Fransızlar ve Amerika…
Bu her üç devlet, kafa kafaya vererek, biri diğersiz yaşayamayacak kadar birbirine dayanmışlar ve biri diğerinden daha şerir (tehlikeli) devletlerdir.
Hatta öyle oldu ki I. Dünya Savaşıyla yetinmediler, II. Dünya Savaşını çıkardılar?
Milyonlarca insan bunların sömürüleri altında inleyip durdu ve durmaya da devam ediyor.
İşte, bu tehlikeli haçlı küfrün büyük devletleri, neredeyse III. Bir Dünya Savaşını "körüklemek" istiyorlar.
Kimse farkında bile değildir” diyen o mübarek büyük İslam âlimi Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, şunları özetliyor;
“Cumhursuz bir cumhuriyetin kurulmasıyla, çıkar ve menfaate dayalı bazı din âlimlerinin bu olaya göz yummasıyla bizi yöneten cumhuriyet hükümetleri artık nerede ise İslam’ın ana kaynağından sıyrılmış birer hükümet durumuna gelmişler ve ümmeti de kendi beraberinde İslam kültüründen ve ecdadın kültüründen, ümmeti de geçmişe dayalı inanç, tarih ve kültüründen sıyırtmış, ne Müslüman ne de Müslüman değil bir hale sokmuştur.
Özellikle İslamiyet’i devletin bünyesinden uzaklaştırarak, laiklik adı altında sözde millete dayalı oluşturulmuş bir parlamento, din ile devleti birbirinden ayırmakla bu milleti de dinsizleştirmeye yönelik oluşturulmuş antidemokratik bir oluşumla karşı karşıya kalmaktadır.
Ve toplumu da nerede ise hep bu karanlık tabloyla karşı karşıya bırakmıştır”
* * *
Gerçekten bu muhterem İslam âlimi olan Mustafa Sabri Efendi’nin görüşüne katılmamak elde değildir.
Zira Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi “Konuşan hakikattir”
Tüm çıplaklığıyla gerçekler orta yerdedir.
Kimse bunu inkâr edemez ve ayıplarını örtmek için de olaylara kirli şal çekemez.
Bu toplum, bu ümmet, bu ülke insanı tüm İslam coğrafyalarıyla birlikte emperyalist ülkelerin elinde birer oyuncak topu gibi.
Suriyeli yaşlı kadın gibi biz de buradan dostça uyarıyor ve diyoruz ki;
Artık yeter.
Allah’a rücu edelim.
Allah’a rücu edelim.
Allah’a rücu edelim.
Yani Allah’a yönelelim.
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı Cumalar