"ÜÇ MAYMUNU OYNAYAN DÜNYA" (!) (II)
Evet, sevgili okurlar.
Denilen o ki; demokratik, hukukun üstünlüğüne inanan,
çağdaş muasır medeniyet seviyesine tırmanan bir dünyada yaşıyoruz.(!?)
Ama hakikat böyle mi?
Gerçekten insan; olayların, hadiselerin, olup bitenlerin
günlük hayat akışı içerisine baktığında, der ki bu dünya kendine isim olarak,
unvan olarak, adres olarak vermiş olduğu kavramlar, isimler yerli yerinde midir
acaba?
Sözüm ona bu medeni dünya gerçekten demokrat mıdır?
Hukuku tanıyor mu?
Medeniyet ve çağdaşlığın zerresini yaşıyor mu?
İnsanlığın gölgesinden geçiyor mu?
Bu soruları sıralarken, alınması gereken cevap da hiç
kuşkusuz ki şudur;
Hayır.
Kesinlikle demokrat, çağdaş, muasır medeni bir dünya değildir.
"Kendi kendine iftira ediyor"
***
Zira kâinat içerisinde eşyanın tabiatı gereği vuku bulan
her şey ama her şey Allahın gerçek İslam hukukuna paralellik arz ederken, bu
medeni dünya (!) tam tersine her şeyi ondan caydırmaya çalışıyor, yanıltmaya
çalışıyor.
Huda, hile, oyun ve tezgâhtan ibaret şekillendirmeyle
ahlaksızlığa ahlaklılık giysisi giydiriyor.
Edepsizliğe edebin makyajını yapıyor?
Alçalışa yükselişin mana değerini yüklüyor?
Daha sonra bunları hileli ve tuzaklı meydanlarda satışa
sunuyor.
Ne yazık ki; alıcı da buluyor.
Tabi ki bunu da yaparken, özellikle eğitim ve öğretim
camiasında kendi paralelinde kurduğu tezgâhtan geçiriyor ve insanları o
tezgâhta eğiterek, dışarı salıyor.
Toplumu uyuşturuyor
Morfinleştirerek, "kamplara" ayırıyor.
Ve sen-ben kavgasıyla; enva-i fitne, fesat ve
bozgunculukla alan hâkimiyeti elde ediyor.
İşte hal-i âlem ortada
Eee.
Zihni ve beyni morfinleşen, ahlaki değerleri tar-ü mar
edilen bir dünya ve bir insanlık âlemi elbette ki "kan ve
gözyaşından" kendini arındıramaz.
İnsanlık "çukur vadilerinde" birer canlı ölü
haline gelir.
Hani diyorlar ya canlı ölüm, canlı mezaristan.
İşte her ne kadar çağımızdaki medeni bir dünya olarak
kendinden başka kimseye geçit vermiyorsa da ne yazık ki olaylar, gelişmeler,
olup bitenler, her şey ama her şey onu ele veriyor, yakalıyor, postunu
soyarken, deyim yerindeyse çırılçıplak bir dansöz olarak ortaya çıkıyor.
"Adaletin cübbesini" giymiş bir medeni olarak
kendini gösteriyor ise de kuzu postunu giymiş saldırgan bir canavar gibi
Bunu ne ile ispat ediyorsunuz, denilebilir.
Bu sorunun cevabına da aynen şöyle diyoruz;
İşte sevgili okurlar.
Bakınız, İslam dünyasının hal-i pür melaline.
Ortadoğu, Afrika, Suriye, Irak, Afganistan ve
Türkiyedeki yavaş yavaş baş gösteren Marksist, Leninist bir düzenin varlığı
Bunlar hep birer kanıtlayıcı delillerdir.
İşte Suriye'deki Esed.
Nereden bakarsanız bakın 5 sene içerisinde kendi ülke
insanıyla kavga yapan, maymun suretli bir ajan, baykuş gözlü bir yaratık
misali; Suriye'yi harap etti!
Bu baykuş gözlü yaratık, sözde tahsilini ve okumuşluğunu,
diplomasını Fransadan almış.
Hasbel kader hiyerarşik şekilde babası da onun gibi
sosyalist bir ajan olma hasebiyle, ölümünden sonra Ülkenin idaresini ele
geçirmiştir.
Yaptığını yapıyor; tüm vahşiliğiyle?
Hem de Şam gibi bir diyar-ı İslamı yok etme pahasına
yapıyor.
Haremeyn-i Şerifeyn ve Mescidül Aksadan sonra dördüncü
sıraya gelen Şamdaki Emeviler zamanında inşa edilmiş Camiül Emevi.
Tüm bu kutsal varlıklara karşı bu küfür mezalimi taş
üstüne taş bırakmadı!..
Ama sözde demokrat bir dünya buna karşı susuyor, bıyık
altıdan gülüyor ve zaman zaman da BM Genel Sekreteri Ban ki Mon ile oturup
timsah gözyaşı döküyor.
Daha sonra Rus canavarı Putin ve Amerika tilkisi mürtet
Obama ile bir araya geliyor, zahiri halde kavgalı görüntü veriyor.
Oysaki gizliden işbirliği içerisine girerek Suriyeyi
Müslüman Arap halkından arındırıyor, bir terör örgütü durumunda olan PYDye
veriyor.
O PYD ki PKK ile alfaz-müteradfedendir.
Yani kelime itibariyle farklı, mana değeri aynı.
İkisi de sosyalist, komünist, Marksist bir rejimin birer
ürünleridir.
Yani Suriyede PYD ile Kürtlerden başka herkes var.
Ermenisi var, Yezidisi var, Nusayrisi var, Şiası var.
Türkiyedeki PKK ise gerçek manada Müslüman inanmış
Kürtlerden başka Kürtlük manasını taşıyan her çeşit mahlûkat var.
Tıpkı PYDnin birer tane naziresi durumunda.
Yani Yezidisi var, Ermenisi var, Alevisi var,
mezhepsizi var, şovenisti var, ırkçısı var, var da var.
Ama Kürt yok.
Zira kendine Selahaddin-i Eyyubinin torunu markası veren
o Kürtler yok.
O Kürtler bizleriz
Müslüman Kürtleriz, namuslu, şerefli, haysiyetli
Kürtleriz.
Dinine, inancına, kıblesine, Kuranına bağlı Kürtleriz.
Ama çağın yaratılmış Ermeni, Yahudi veya Nusayri
harikalarından değiliz.
Ve onlarla Kürtler hiçbir zaman kardeş olamaz.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Diyarbakırda bir hafta evvel yeni bir nevzuhur olarak
ortaya çıkarılmak istenen, hem de halkı galeyana getirip kışkırtmaya yönelik
ortaya çıkan Fransada iki sene evvel yayınlanan Charlie Hebdonun karikatürünü
getirip Beşinci Harem-i Şeriften ibaret olan bir Ulu Camini bünyesinde taşıyan
şehrimizde bunu yayınlamak Diyarbakır insanlarına hakarettir.
Eziyet vermektir, Kürtleri tanımamaktır.
Lanetliyoruz, kınıyoruz.
Ve aynı zamanda emperyalist dünyaya köleliktir,
ahlaksızlıktır, edepsizliktir ve şerefsizliktir.
İnsanlığın son Peygamberi olan o yüce Peygambere nice
bazı devşirmeler tarafından bu karikatürize edilmesi, bir provokasyon ile
Diyarbakırı tahrik etmek için yapılmıştır.
Bu ahlaksızlığa karşı ses çıkaramayan, kulağına pamuk
tıkayan bir siyasi oluşumdan ibaret olan HDP Eş Başkanları nerede?
Ayağını kaldırıp 70 bin defa yalan söyleyen, Selahattin
ismini taşıyan hiç de o anaya, babaya, inancına layık olmayan sosyalist bir
evlat, acaba niye bu Charlie Hebdoya sesini çıkarmadı, kınamadı ve semtinden,
kenarından bile geçmedi.
İşte zaten böylece kendini ele veriyorlar.
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı Cumalar.